Zor Zamanlarda Kalp Birliği
Gökhan Ergür


Bu acıları dindirmek, maddi ve manevi enkazı ortadan kaldırmak uzun sürecektir. En büyük avantajımız ve gücümüz de aynı acı etrafında inançla birleşiyor olmamız. Buna uzunca bir süre ihtiyacımız olacak.

24 Aralık 2022, gece 03.00, Kahramanmaraş’ta Sular Otel’deyiz. Zihnimiz fena halde karışık ve her şey bir o kadar net. Edebiyat Festivali için buradayız, muhteşem bir şehir, güler yüzlü insanlar ve sonsuz bir güven duygusu. Masada İbrahim Paşalı, Osman Konuk’un şiiri okuyor, karşısında ise Hüseyin Atlansoy, şiirin hikâyesini anlatıyor, sonra sessizlik, çayımızı içiyoruz ve dağılıyoruz kendi içimize.

İlk kez gittiğim, gezdiğim güzel Kahramanmaraş zihnime ve kalbime böyle nakşoldu. 2 ay sonra büyük bir deprem, güzel Maraş ve birçok ilimizin hasar gördüğü, yara aldığı bir deprem. Ama bizler yıkıldıkça yeniden yapan, bozulanı düzelten, düşeni kaldıran, pencere önlerine saksılar dizip dünyayı güzelleştiren kültürün bir parçasıyız ve tüm bu zorlukları el birliğiyle aşacağız. 

Büyük acılar her şey yolundayken doğar. Her şey usul usul ilerlerken, günler ve mevsimler birbirini sessizce takip ederken büyük sancılar ve kayıplar kapımızı çalar. O andan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz, aynada gördüğün yüz bir günde değişir, çizgiler derinleşir ardından bir daha hiç unutamayacağın sesler, görüntüler ve hisler ile yaşamaya başlarsın, yaralanırsın.

Yaralanmak ise dünyanın yapıp ettikleri karşısında yaralanmaktır. Trauma yani travma da Latince yara anlamına gelir. Travmanın birçok tanımı mevcut ama bana en çok dokunan tanım meşhur Travma ve İyileşme kitabını yazarı Judith Herman’ın yaptığıdır. Herman psikolojik travmayı hem doğal dünyadaki insanî incinebilirlikle hem de insan doğasındaki kötülükle yüz yüze gelme ile ilişkilendirir, öznelliği ve nesnelliği birleştirir; psikolojik travma “dehşetengiz olaylara tanık olmaktır” der ve ekler “psikolojik travma bir güçsüzlük acısıdır.” Evet, travma bir güçsüzlük acısıdır. Baş başa kaldığımız o yıkıcı ve büyük acı karşısında tüm gücümüzü kaybettiğimizi hissetmek. Tam da şu günlerde olduğu gibi.

Büyük bir felaketin tam da içerisindeyiz, etraf toz duman ve tanıdık bir yüz, aşina olduğumuz bir ses, bir yakınlık arıyoruz. Çok şey kaybettik. Bazılarımız sevdiklerini, yuvalarını, geçmişlerini, çocukluk hatıralarını, ilk aşklarını, köşedeki pastanelerini, komşu oturmalarını ve hayallerini... Yani dünya ile kurduğu bağların neredeyse tamamını kaybeden birçok insan var ve hayat onlar için bir gecede anlamsızlaştı, yaşam soluklaştı.

Bu tip büyük sarsıntıların ardından yaşanılan ilk şey şoktur. Kişi başına gelen olayın etkisiyle donuklaşır, şaşkınca etrafına bakar ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Şu an hepimiz etrafımıza bakıp, “Yaşadığımız neydi ve ne oldu?” sorusunu soruyoruz. Umutsuzluğu çoğaltmak ya da karalar bağlamak için söylemiyorum fakat objektif olarak baktığımızda büyük bir acı ve enkaz ile karşı karşıya olduğumuzu da görmek zorundayız. Bu acıları dindirmek, maddi ve manevi enkazı ortadan kaldırmak uzun sürecektir. En büyük avantajımız ve gücümüz de aynı acı etrafında inançla birleşiyor olmamız. Buna uzunca bir süre ihtiyacımız olacak.

Bildiğim ve inandığım şey şu: Toparlanacağız, ayağa kalkacağız ve güzeli yaşatacağız!