TÜRKÇEYLE SINIRLARI AŞMAK: ŞAİR AHMET MURAT
AGAH TÜRKOĞLU
Taşradan başlayıp başka ülkelere akan, oradan İstanbul’da gövdeleşen bir poetika.
Kederle yazıyor. Hazır kalıplara girmeyen, alışılmış ifade biçimleriyle okura seslenmeyen orijinal bir kederle.
Sezai Karakoç şiiri anlatılırken kullanılan “çocuk ve bilge” nitelemesi aslında Ahmet Murat için de geçerlidir.
Basit gibi görünen zor bir meseledir aslında bir şairi anlatmak. O kağıtların üzerinde donuk, sessiz bilgilerle somurtan biyografi bir şairi bize ne kadar anlatabilir? Doğduğu yer, büyüdüğü ve okula gittiği mekanlar hatta ve hatta poetik tutumunun ansiklopedik bilgileri… Şair Ahmet Murat’ı bir yazıda anmak da işte o derece çetrefilli.
Konya- Karaman arasında geçen bir taşra çocukluğunun ardından El – Ezher’de geçen öğrencilik yılları ve her Türk şairinin hikayesini anlamlandıran o şehir: İstanbul. Ahmet Murat’ın şiirlerini ve nesir türünde verdiği eserleri kronolojik olarak izlediğimizde yukardaki şehirlerin şairin eserlerine, dikkatlerine ve bugüne gelmesinde etkilerinin olduğunu bariz görebiliriz. Taşradan başlayıp başka ülkelere akan, oradan İstanbul’da gövdeleşen bir poetika. Anti-sosyal bir şair personasından sosyalliğe zamanla akışı, tabiatı bir ümmi gibi izlerken aniden şehrin trafiğinde sıkılan bir modern, eve erken giden babaları gözlemleyecek kadar da kendini olağan akışın içinden çekip çıkaran bir şair.
Kaf ve Rengi, Kış Bilgisi, Bir Şair Bisikletle, Kalbin Kararı ve son olarak da Şarkıyı Kes kitabı şairin bugüne kadar yayımladığı şiir kitapları. Ahmet Murat ilk kitabından son kitabına kadar aslında Türkçenin bildiğimiz ama unutulmuş, adımlanmayan bölgelerini gezen, herkesin ortasında ve herkesi ilgilendiren konulara dair yaptığı iç keşiflerle ilerler. Kendini döneminin diğer şairlerinden bu şekilde ayırır. Bugün oldukça klasik olarak görülebilecek temleri örneğin; tasavvuf, tarih, aşk, ölüm, hayat, hikem ve tabiat gibi konuları şiirinde aktarırken formel bir sanat eseri soğukluğunda ve klasik bir anlatımla değil, tam tersine yaşatan, kana karıştıran ve hepimizi ilgilenmeye mecbur eden bir tarzda yazıyor.
Kederle yazıyor. Hazır kalıplara girmeyen, alışılmış ifade biçimleriyle okura seslenmeyen orijinal bir kederle. Halep’te zulme uğrayan mazlumları da anlatıyor, Kudüs’ün güzelliğini de. Orta Doğu ve diğer yakın coğrafyaları onun şiirinde görmek mümkün. Bu açıdan merkez bir şair. Bir ayağı pergel gibi Türkiye’de ve diğer ayağıyla Türkçeyi oluşturan, yani aslında şairin kendisini, zihnini oluşturan bütün yakın coğrafyalara değiniyor.
Sezai Karakoç şiiri anlatılırken kullanılan “çocuk ve bilge” nitelemesi aslında Ahmet Murat için de geçerlidir. Ahmet Murat şiirinde ise çocuk ile bilgenin restleşmesini, diyaloğunu görüyoruz. İkisi de kederli. Biri meraklı diğeri olgun. Biri hayretin diğeri doğrunun yerini tutan iki karakter. “Meyvelerde bir şey birikir yemezsek düşüneceğiz” derken bilgedir mesele. Ya da “zeytinin içinde dinlenen çekirdeği düşünüyorum” derken bilge yanını görürüz. Tabiatı çözer. İşler. Aktarır. Ama bir ayrılık sahnesinde “atımı paylaşırım eğer istersen” derken o gerçeğe sığmayan çocuğu görürüz.
Ahmet Murat şiirinin genel fotoğrafı; tabiatla şehir arasındadır. Zaman anlamında ise kural ihlalleri yapan, bin sene öncesine giden ve aniden bugüne gelen serbest bir çizgidedir. Her zaman anlamın peşindedir. Bir anlamı bulur ve şair olarak onu fetheder. O anlamı fethederken şiirin doğal seyrinde bizi tarihe, tabiata, insana ve şehre götürür. Şirinin konu haritası da aslında bir yaşam kılavuzudur. Canlılığı arayan, bulan ve işaretleyen bir kılavuz. Tabiat ve şehir, güncel ve kadim arasında, bu dünyada o neşeli kederiyle yaşayan modern zaman müminini gösterir bize:
“Kalp yaralanmaz çünkü yaradır”