Teysir Ahmet Halef: 400 Yıllık Ortak Mazimiz Var
Söyleşi: Peren Birsaygılı Mut
Çeviri: Ökkeş Hengil
Suriye’nin ve diğer Arap ülkelerinin Türkiye ile pek çok ortak noktası var. Daha fazla kitap tercümeleriyle birbirimizi daha fazla tanımayabiliriz
Batılı okur, maalesef yaymaya çalıştığı hatalı bakışı güçlendirecek şeyler okumak istiyor
İstanbul, insana güven ve huzur veren iyi ve asil insanları ile en sevdiğim şehirler arasında
Sevgili hocam, 1967’de, yani 6 Gün Savaşları ile aynı sene, İsrail tarafından işgal edilen Golan bölgesinde doğdunuz. O yıllara dair ilk hatıralarınızdan ve yazmaya ne zaman başladığınızdan bahsedebilir misiniz lütfen?
Evet doğru, bu felaket yaşandığında kırk günlük kadardım, babamı İsraillilerin açtığı bir ateşle kaybettik, tarım alanlarımız ve hayvanlarımız zarar gördü. Bir anda sadece üzerimizdeki elbiselerle Başkent Şam’da göçmen durumuna düştük. Bu durumu gözünüzde canlandırın.
Yazmaya ise 1993 yılında “Öteki Kediler” ismiyle bir araya getirdiğim bir öykü kitabıyla başladım. Ardından 1996 yılında “Eğik Omuz” adında bir roman yayımladım.
Yazarken uyguladığınız ritüeller nedir? Yaratıcı yazıda belirli kural veya kurallar var mı?
Özel bir ritüelim yok. Kafede müşteri gürültüleri ve müzik sesleri ortasında yazmayı tercih ediyorum. İstanbul’da oturduğum civarda güzel bir kafe keşfettim. Bu kafede günde ortalama 4 saatimi yazarak geçiriyorum, kafenin çalışanları bana karşı nazik davranışlar sergiliyor, yaptığım şeye de büyük saygı duyuyorlar, oradayken çok rahat hissediyorum.
Türkiye’ye geliş hikayeniz hakkında biraz konuşabilir miyiz? Sanırım yaklaşık 5 yıldır İstanbul’da yaşıyorsunuz. İstanbul’un yazma konusunda size ilham verdiği oluyor mu?
Evet, devrim yanlısı ve rejime muhalif bir duruş sergilediğim için Suriye’yi terk edip Dubai’de 7 sene kaldıktan sonra İstanbul’a taşındım. İstanbul’un, doğası, mimarisi ve en önemlisi insana güven ve huzur veren iyi ve asil insanları ile bildiğim pek çok şehir arasında en sevdiğim şehir olduğunu söyleyebilirim. Yazma konusuna gelince İstanbul’a geldiğimden bu yana dört kitap yayımladım, birkaç gün önce de yakın zamanda İtalya’nın Milano şehrindeki Dâru’l-Mutevassît adlı yayınevinden çıkacak olan altıncı romanımın yazımını bitirdim. Sanırım bu sayı muhteşem İstanbul’un bana verdiği ilham konusundaki sorunuza cevap olabilir.
“Darwin’in Serçeleri”, Türkçeye tercüme edilen ilk romanınız oldu. Eski bir röportajınızda, romanı 4 ayda yazdığınızı ancak araştırma safhasının bir hayli uzun sürdüğünü söylediğinizi okumuştum. Bu romanı yazma fikri nasıl doğdu?
Evet, Darwin’in Serçeleri’ni yazarken uzun bir araştırma süreci oldu. Roman 1893 yılında Şikago’da düzenlenen bir fuar çerçevesinde Osmanlı Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ender gerçekleşen kültürel bir iletişimden bahsediyor.
Roman, 19.yüzyılda Batı’da hâkim olan Sosyal Darwinizm Gelişim âleminde geçiyor. Bunu da asil Arap atları, süvariler, aktör ve aktrislerle servet sahibi sermaye sahiplerinin 1893 yılındaki Şikago Fuarına yaptığı garip bir yolculuk üzerinden anlatıyor. Bu ekip kendilerini her şeyden mahrum bırakan bir grup Amerikan tefeci ve avukatın eline düşüyor, vergiler ve borçlar karşılığında atları satılıyor. Roman, olayları ve trajikomik ayrıntıları aynı anda anıyor. Bu trajikomiklik “insani gelişim basamakları” fikrinden, bu fikrin piyasa kurallarına uygulanışından ve bir attan başka bir şeyi olmayıp sonunda Şikago Mahkemesi önünde hacizli bulunan atını beklerken hayatını kaybeden bir adamın trajedisinden geliyor.
Türkiye’deki bazı şehirlere kitaplarınızda yer verdiğinizi ve özellikle Osmanlı tarihi ile yakından ilgili olduğunuzu biliyorum. Bir tarihi roman yazarı olarak, sizce ortak tarihimizden çıkarmamız gereken en büyük ders nedir?
400 yıllık ortak mazimiz var. Dedem İstanbul’da doğmuş ve gençliğine kadar burada yaşamış, ailemin emlak ve şahsi kayıtları şu anda Ankara’da bulunuyor. Yazdığım pek çok araştırmada Osmanlı Arşivlerine başvuruyorum. Bizim konuşurken kullandığımız pek çok terimi ve ismi burada İstanbul’da duyuyorum. Ülkemizde çok sayıda Türkmen var, ilkokul birinci sınıftayken Golan’daki Türkmen bir arkadaşım bana Türkçe sayı saymayı öğretmişti.
Evet, belli bir dönemde yani Birinci Dünya Savaşı döneminde Araplar ile Türkler arasında bir yanlış anlaşılma olmuş. Bu trajedinin kökeni ve gerçekleri anlaşılmış ve bunları aşmışız. Bence Suriye’nin, Filistin’in, Lübnan’ın, Ürdün’ün ve diğer Arap ülkelerinin Türkiye ile pek çok ortak noktası var. Sanırım daha fazla kitap tercümesiyle birbirimizi tanımaya çok ama çok ihtiyacımız var, bu tercümeler ister Türkçeden Arapçaya ister Arapçadan Türkçeye olsun. Diğer Arap ülkelerindeki entelektüellerle ve oralı insanlarla olan derin bağımı göz önüne alıp tüm samimiyetimle söylüyorum, bütün Araplar, Türkleri kardeşleri olarak görüyorlar, Türkiye ve Türk halkı için güzel temennilerde bulunuyorlar.
Suriyeli edebiyatçıların çoğunun sürgünde yaşadığını biliyoruz. Sizce bu edebiyatçılar, Suriye’de yaşananları dünyaya duyurmada gereken ilgiyi görüyorlar mı ya da yeterli güce sahipler mi? Ve özellikle son 10 senede ortaya konulan eserleri nasıl buluyorsunuz?
Batılı okuyucu, maalesef yaymaya çalıştığı hatalı bakışı güçlendirecek şeyler okumak istiyor. Hayatın nabzını tutan hakiki işler onları ilgilendirmiyor. Kadınların, eşcinsellerin durumu, radikalizm ve terör gibi belli sorunlar hakkındaki eserleri okumak istiyorlar. Bu gerçekten önemli bir sorun ancak çözümü, Batı’nın Doğu hakkındaki bu indirgemeci yaklaşımını konu alan, Avrupa dillerine yapılacak tercüme eserlerde. Yazar Favvaz Haddad’ın Suriye Devrimi ile alakalı çok önemli romanları var, bu romanlar Devrim’e ve bölgemizde yaşananlara Avrupa’nın indirgemeci bakış açısıyla bakma tuzağına düşmeyip gerçekçi ve ayakları yere basan bir bakış açısından baktığı için Avrupa dillerine tercüme edilmedi.
Genel olarak inanılan bir şey var: Roman Batı'ya, şiirse Doğu'ya aittir. Bu konudaki görüşünüzü merak ediyorum. Bence bu, üzerinde yeniden düşünülmesi gereken bir kanaat.
Tabii bu gerçeği yansıtmayan indirgemeci bir görüş. Hali hazırda Doğu’da yazılanlar Batı’dakilere kıyasla yaratıcılık ve estetik sınırlarını aşıyor. Bunun sebebi Doğu halen daha acı çekerken, Batı’nın ise yaratıcılık aşamasında gözden kaçmayacak şekilde sonlara gelmiş olmasıdır.
Bildiğiniz gibi, Nekbe’den sonra çevre ülkelere giden Filistinli yazarlar, gittikleri yerlerde büyük bir kültürel etkileşime sebep olmuştu. Aynı etkileşimi sağlayabilmek için, bizlere de çok iş düşüyor şimdi. Sizce en temel görevimiz ne olmalı hocam?
Kendi açımdan geçtiğimiz üç senede Türkiye ve İstanbul’dan çok etkilendim. 17. yüzyılın başlarında İstanbul’da geçen, kahramanları o zamanın Arapları ve Türkleri olan bir roman yazma hazırlığı içindeyim.