Tarihten Notlar
El-Gazzi'nin Nehrü'z-zeheb fî târîhi Haleb adlı kitabından

Muhammed Zekeriya el-Hamed


Yaklaşık bir asır kadar önce, I. Dünya Savaşı ve Osmanlı topraklarının bölünmesi ardından İslam ülkeleri birbirinden ayrılmış; böylece sömürgecilik, on üç asırdır süregelen ortak yaşayışa son vermişti.
Suyu ve iklimi güzel olan Maraş şehrinde; hoş abalar ve eğrilmiş olarak bilinen kumaşlar dokunur, binek hayvanları ve değerli atlar için eyer ve deri imal edilir, Avrupa sandalyelerini andıran güzel sandalyeler yapılırdı.

Yakut el-Hamavi Maraş için şöyle demişti:

"Maraş; Şam ile Roma İmparatorluğu arasında yer alan, düşman ülkelerle sınır şehridir. İki suru ve bir hendeği bulunan şehrin ortasında, el-Mervani olarak bilinen bir kale yer alır. Kale, savaşlardaki sabrından dolayı el-Himar lakabıyla bilinen Mervan bin Muhammed tarafından yaptırılmıştır.

Kendisinden sonra, Harun er-Reşid şehrin geri kalanını yenilemiştir.

Bir epik şair ise şöyle bahsetmişti:

     Ummu'l Kadid yaralandığımızı hissetseydi / Ermeni atları Maraş'ta yankılanırdı
     Gün sonunda savurduğumu tütsü ve ruh ile topluyor / O şehri vatan bildin ve için mutmain oldu

Maraş, Halep'in kuzeyinde ve kırk dört saat uzaklıkta yer alıyordu. İçerisinde bir hükümet binası, bir rezerv deposu, yedi polis karakolu, bir hastane, kırk dokuz cami, on beş mescit, bir ilkokul, bir ortaokul, bir kütüphane, beş tekke ve zaviye, on yedi kilise, bin kırk yedi dükkan, Haraj Çarşısı, altı han, kırk bir fırın, yüz elli havza, on iki hamam, iki sabun fabrikası, doksan altı değirmen, iki yüz seksen bir kumaş dokuma tezgahı, dört eczane, on yedi bin altı yüz altı bağ ve bin iki yüz on bir bostan bulunuyordu.

Suyu ve iklimi güzel olan bu şehirde; hoş abalar ve eğrilmiş olarak bilinen kumaşlar dokunur, binek hayvanları ve değerli atlar için eyer ve deri imal edilir, ceviz ve çınar ağacından Avrupa sandalyelerini andıran güzel sandalyeler yapılırdı. Bu ürünler en çok Kayseri, Kozan, Adana, Cebelibereket ve Malatya'da satılır; Adana'ya pekmez ve kuru üzüm taşınırdı.

Binaları ahşap ve taştan yapılırdı. Büyük antik kalıntılar arasında, her ikisi de kaderiyye devletinden kalan bir kale ve büyük bir cami bulunuyordu. Halkı ise Türkçe (konuşma dili), Ermenice ve Kürtçe konuşuyordu.

Halep'in kuzeyinde yer alan Maraş'ın; doğusunda Harput olarak bilinen, aynı zamanda tarih kitaplarında Hartabırt olarak geçen Mamuret'ü-l Aziz yani Elazığ, kuzeyinde Sivas, batısında ise Adana yer alıyordu.

Zeytun, Andırın, Pazarcık ve Elbistan ilçelerine sahip Maraş, akarsu ağı bulunan geniş ovalara ve ormanlarla dolu görkemli sağlara sahipti.

Maraş'ın kenar semtlerinde üzüm, pirinç, buğday, arpa, mısır, mercimek, pamuk, susam, çehre otu, kızılkök ve mazı meşesi gibi her türlü meyve, bakliyat ve tahıl mevcuttu.

Bir süre önce zeytin ağacı ve yabani fıstıkla aşıladıkları antep fıstığı ağacı yetiştirmeye başlayan Maraşlılar, günümüzde de bunların semeresini alıyor.

Şehirde aynı zamanda sedir, mazı meşesi, servi ve diğer dağ ağaçlarından oluşan birkaç büyük orman bulunuyor.

Su ihtiyacını Deliçay, Akçay ve Erkenez adlı üç büyük ve yedi küçük nehirden sağlayan bu bölgede, Sulukule adlı büyük bir göl de bulunuyordu.

Ahir Dağı eteklerine kurulmuş oldukça kadim şehir Maraş; eski dönemlerde "Germanike" ve "Mer'aj" olarak bilinmiş, bir dönem "Markasi" olarak anılmıştı.

Asurlular döneminde Patin ve Gurgum'un başkenti olan şehrin eski konumu, mevcut konumunun doğusunda, dört saat uzaklıkta ve Erkenez Nehri'nin kıyısında bulunuyordu.

Göçten yaklaşık 3 bin sene önce, Asur Devleti'nin bu konumda yer tuttuğu, Asur kitabeleri ve kalıntılarının ise bunun delili olduğu söyleniyor.

Müslümanlar ülkeyi fethettiğinde, Romalılar bölgeden tahliye edildi, ardından Muaviye bölgeyi doldurarak asker yerleştirdi. Oğlu Yezid öldükten sonra üzerindeki Roma baskısı artarak halkı yerle bir edildi. Ardından Abbas bin el-Velid bin Abdulmelik bölgeyi meskun kılarak güçlendirdi, içerisine bir cami inşa etti ve insanları oraya yerleştirdi.

Mervan bin Muhammed'in Humus halkıyla savaştığı günlerde Romalılar, halkı bölgeyi tahliye etme hususunda razı edene dek bölgeyi kuşatma altına almış, ardından harabeye çevirmişti. Mervan ise Humus ile işini bitirip suru yıkmış, 130 yılında Velid bin Hişam ile birlikte buraya şehir kurmak üzere bir ordu göndermiş, ancak Romalılar gelerek bölgeyi yerle bir etmişti. Daha sonra Salih bin Ali, Mansur halifeliği döneminde yeniden inşa ettiği bölgeye temsilciler yolladı.

337 yılında Romalılar tarafından tekrardan tahrip edilmesi sebebiyle Seyfü'd Devle el-Hamdâmî, 341 yılında şimdiki yerinin doğusunda, bir saat uzaklıkta bir konuma şehri inşa etti. Bizans (Roma) komutanları her ne kadar engellemek için gelseler de, Seyfü'd Devle'nin kendilerini hedef almasıyla buradan kaçarak uzaklaştılar.

Seyfü'd Devle, böylece bölgenin imarını tamamlamış oldu.

Buna karşılık el-Mütenebbi, Seyfü'd Devle'ye methiyede bulunduğu bir şiirle atıfta bulundu:

Sıkıntımızı artırsanız dahi size mesken borçuluyuz  Zirâ siz güneşin hem doğusunda hem batısındasınız

Ardından Müslüman yöneticiler buraya aktarıldı; ta ki Selçuklu Sultanı Gıyâseddin Keyhüsrev bölgeyi ele geçirip aşçılarından bazılarına bağışlayana dek. Bunlardan biri de kendisi için yemek pişiren Hüsameddin adlı aşçıydı.

Hüsameddin'in ardından soğlu İbrahim'e, sonra onun oğlu Nasreddin'e, sonrasında oğlu Muzafereddin'e ve nihayetinde ise kardeşi İmadüddin'e geçmiş; fakat yinelenen Ermeni baskınları sebebiyle kontrolü sağlayamayıp 656 senesine kadar elinde tutamamıştı.

İzzettin Keykavus, bölgeyi kendisine teslim etmeleri için Romalı taraflara mektup yazdı Hükümdar Selahaddin Eyyubi de Şamlı taraflar ile mektuplaşarak bölgeden ayrılmıştı. Ardından bölgeyi teslim alan Ermeniler, 900 senesinde kaderiyye devleti prenslerinden Alaüddevle Bey kendilerini bölgeden çıkarana dek varlıklarını sürdürmüşlerdi. Şehri şu anki konumunda inşa eden Alaüddevle, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğine girdiği 928 yılına kadar elinde tutmuştu.