Suriye Özelinde Savaşın Edebiyata Etkileri
YAZAN: İBRAHİM USTA


Edebu’s-sevra veya Edebu’l-mukâveme olarak adlandırmakta olan dönemin temel iki özelliğini rejime muhalefet ve iç savaş sebebiyle yaşanan dramın Suriye insanına yansımaları şeklinde özetlemek mümkündür.

Suriyeli şairlerin çalışmaları, imkânsızlık sebebiyle basılamadığı için çoğu kez sosyal paylaşım sitelerinde görsel veya pdf formatında ücretsiz erişime açılmıştır.


Yaşanan iç savaşla birlikte şiirde Ömer Hezzâ‘, Muhammed İbrahîm el-Harîrî, Abdurrahmân Selîm ed-Dayh, Abdülkâdir Abdüllatîf gibi birtakım şahsiyetler ön plana çıkmıştır

            Temelde dil-üslup ve estetik olmak üzere iki temele dayanan edebiyat, genel hatlarıyla sözlü ve yazılı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sözlü edebiyatı meydana getiren türler yazının henüz kullanmadığı dönemde oluşturduğu halk hikâyesi, destan, mit, masal vb. yazıya dökülmeden nesilden nesile anlatılarak aktarılan edebi ürünlerdir. Yazılı edebiyatı oluşturan türler ise biçim bakımından nazım ve nesir olmak üzere iki başlıkta incelenmektedir. Nazım şiiri ifade ederken, nesir ise düzyazı şeklinde yazılmış eserleri kapsamaktadır.

İnsanlığın hayatında hep var olan savaş, göç, tabii afet, dini hayat, sosyal statü, coğrafi  ve kültürel değişim ve aşk gibi olgular pek tabii edebiyat ve ona olan bakışı gözle görülür bir şekilde yönlendirmekte hatta  değiştirmektedir. Yukarıdaki tanımlamalardan yola çıkarak edebiyatın insanlık tarihi boyunca her daim hayatımızın bir parçası olduğu sonucuna ulaşmaktayız.

Edebiyata yön veren en önemli etkenlerden birisi olan savaş,  Suriye iç savaşında da kendisini bariz bir şekilde göstermiştir. Suriye edebiyatının evreleleri incelendiğinde normalde karşımıza beş evre çıkmaktadır. 2011’de başlayan iç savaş Suriyedeki mevcut edebiyata bakışı değiştirmiş ve bazı edebiyatçı ve eleştirmenler tarafından edebiyatın altıncı evresi olarak adlandırılmıştır.

            Edebu’s-sevra veya Edebu’l-mukâveme olarak da adlandırmakta olan bu evrenin en temel iki özelliğini rejime muhalefet ve iç savaş sebebiyle yaşanan dramın Suriye insanına yansımaları şeklinde özetlemek mümkündür. Bu dönem edebiyatın en temel konuları; hürriyet, bağımsızlık, göç, gurbet, vatan özlemi, rejim eleştirisi ve savaş manzaraları gibi başlıklardır. Yayın çeşitlerine baktığımızda sosyal medya aracılığıyla yapılan görsel yayınların yanısıra, makale, roman, hikâye, hatırat ve şiir gibi edebiyatın tüm kısımları bulunmaktadır. Doğaçlama olarak ortaya çıkan direniş edebiyatı makale, roman, hikâye ve şiirde kendini göstermiş, sosyal medya aracılığıyla mücadeleye devam etmişlerdir. Yapılan çalışmalar, imkânsızlık sebebiyle basılamadığı için çoğu kez sosyal paylaşım sitelerinde görsel veya pdf formatında ücretsiz erişime açılmıştır. Yaşanan iç savaşla birlikte hem şiir hem de nesirde birtakım şahsiyetler ön plana çıkmıştır. Şiir denilince; Ömer Hezzâ‘, Muhammed İbrahîm el-Harîrî, Abdurrahmân Selîm ed-Dayh, Abdülkâdir Abdüllatîf, Abdülmecîd el-Ferîc, Enes Duğaym, Mecd Ebû Râs, Salâh İbrâhîm el-Hasen, Muhammed Nâdir Ferec, Muhammed Hişâm el-Hassânî, Abdurrahmân Ebû Râs, Hasan en-Nîfî, Mustafâ ez-Zâyid ve Yâsir el-Atraş gibi şairler akla gelmektedir. Roman, hikaye, hatırat tarzı nesir  alanında ise İbtisâm Şâkûş, Abdullah Meksûr, İslâm Ebû Şukeyr, Eymen Mardînî, İbtisâm Terîsî, Hâlid Halîfe, Susan Hasen, Râid Vahş ve Âyet Atâsî akla ilk gelenlerdir.

            Savaş, bazı insanların içerisinde bulunan şiir ruhunu ortaya çıkarmış ve bu şekilde yazmaya başlamışlardır. Şairlikleri gibi şiirleri de çoğunlukla irticalidir. Bir konu, manzara, haber veya fotoğraf karşısında gönlünden geçenleri, düşüncelerini kâğıda dökmektedirler. Aslında direniş şiirleri kendi ifadeleri ile zorunlu sebepten ortaya çıkmıştır. Bu durumu   atasözlerinde şu şekilde dile getirmektedirler.  (إنّ الإبداعَ يُولَدُ مِنَ الشَّقَاءِ) “Yaratıcılık zorluktan doğar”

             Bu girişten sonra direniş şairlerinin, savaşın ilk anından günümüze dek sürdürdükleri anlamlı mücadeleye tanık olma zamanı gelmiştir. Dinlerken milyonları etkileyecek kadar içten,  ama bir o kadar da edebi kaygılardan uzak,  sade ve samimi ifadelerden müteşekkil bu eserler Suriye direnişçilerine güç ve sebat vermektedir. Sayı olarak çok olmasına rağmen, örnek olması için bir kaç şair ve şiirlerinden bir demet sunmak istiyoruz.

Vatan özlemiyle ilgili ilk örneğimiz Suriyeli herkesin aşina olduğu bir kişilik olan Nâdir Şâliş’ten örnek vermek istiyoruz. Nâdir Şâliş, Suriye’nin Halep yakınlarında bir kasabada öğretmenlik yaparak hayatını devam ettirmeye çalışan yetmişli yaşlarda bir şairdir. Nâdir Şâliş, yapılan bir röportajda; kendisinin daha önce şiirle hiçbir bağının ve ilgisinin bulunmadığını, rejim askerlerinin Halep yakınlarındaki köyünü bombalaması ve namusuna kast etmesi sebebiyle aile fertlerini alarak Atme kampına yerleştiklerini anlatmaktadır. Atme kampında çektikleri sıkıntılar ve evini özlemesi sebebiyle içine doğan bir ilhamla bir kısmını zikredeceğimiz şiiri kaleme aldığından bahsetmektedir. Şair, “Ruhumu gönderdim” isimli şiirinde, evinden uzak olması ve oraya geri dönme ihtimalinin bulunmaması üzerine gönderdiği ruhu ile evini konuşturmuştur. İlk beyitlerde evini çok özleyen şair onun önceki temel özelliklerini, yıkılıp yıkılmadığını sormaktadır. Çünkü bir Suriyeliye göre ev; varlık sebebi, umut ve hayatın anlamı demektir. Sonraki beyitlerde ise şair, bahçesinde bulunan meyvelere olan özlemini dile getirmekte ve adeta bir insan gibi onlarla şu şekilde konuşmaktadır.

Ruhumu gönderdim dolanması için evimi
Eve ulaştığında geriye hiçbir şey kalmadığını gördü
Sorsaydın ya eve, eğer hatırlamışsa bizi
Yoksa ev sahiplerinin ayrıldığını unutmuş muydu?
Sorsaydın ya, çatı hala dimdik mi diye
Duvarları hala yüksek mi tüm yıkımlara rağmen
Hüzünle Allah’a şikâyet ederek yakarırdı
Yoksa toprağa secde etmek için mi eğildi
Sorsaydın ya, hurma ağaçları tomurcuk verdi mi?
Ve incirle zeytin ağacı yine yan yana mı?
Sürme çeken kara gözlü kadın misali
Eğik salkımlı inciye benzer üzümlere gelince
Yoksa meyveleriyle eğilip lezzetli bir yiyecek olan
Dut ağacının dalları yine boş mu?
Eğer ölürsem ey evim veya ayrılık uzarsa seninle
Bize düşen sabretmek, umudumuz hiç bitmeyecek
Eğer dönersem, seni tebessüm ederek bulacak mıyım?
Yoksa buluşmada cümleler boğazımızda mı düğümlenecek?
Ve konuşmamız suskun ve fısıltılarla mı olacak?
Göz pınarları boşalırcasına yağan yağmur gibi
Bu vaziyette çabucak ayrıldığım için 
Allah aşkına bana sitem etme ey evim 
Ayrılmaya az bir zaman kala
Dökülen gözyaşlarım bir ateşi söndürdü

Vatan özlemiyle ilgili olarak şair, edip ve akademisyen Üsâme el-İhtiyâr’a kulak vermek gerekir diye düşünmekteyiz. Şair, “Şam Aşkı” isimli şiirinin bir kısmında vatanına olan özlemini ilk beyitlerde doğup büyüdüğü şehir olan Şam’ı sevgilisine benzeterek ve onunla bir âşık gibi konuşarak dile getirmektedir.

Yasemin gerdanlıkları sana hediye ediyorum
Gözyaşlarımı dökerek
Öpücüğümü resmettim,
Her an özlem dolu yaralı nehri gibi
Özlem dolu bir sabah vakti yanağına
Ey sevgilim, beni terk mi ediyorsun yoksa?
Yusuf’un güzelliği yok oldu artık
Ve sen güzellikler içinde onurla yaşadın yıllardır
Senden ayrıldığım için bağışla beni ey Şam’ım
Kederimin üzerine koku döktüm
Yasemin yaraları üzerine
Ve yaralarım üzerinde çokça zalim gördüm
Damarlarım yanıyor
Zalimlerin kılıcıyla ulaşan
Ve ayrıldım
Yeryüzünde kendimi aramak için
Fakat bir türlü bulamadım
Yıllar sonra dahi…
Ey Şam.. Bağışla beni..
Sevgilinin terk etmesi suçtur.
Bağışlar mısın beni?

Gurbette çekilen zorluklarla ilgili olarak Halep doğumu şair Abdülkâdir Abdüllatîf,  “Al beni yanına” isimli şiirinde, gurbette yaşamak zorunda kaldığı bayram hissiyatını şu şekilde kelimelere dökmeye çalışmıştır. Şaire göre gurbetteki bayram, ölüme eşdeğerdir.

Bayram kokusu yayıldı çadırımızda
Tat yok bu bayramda bomboş geçmekte
Ey gözyaşlarımızda saklı güzel vatanımız
Ruhumuz seni özlemekte ve kalbimiz sana yanık
Ey vatanım, ay yüzlüm, biricik rüyam
Ve herkesin rüyası, özlenen şiirim gibi
Ay yüzünle sevindir beni ve yüceliğinle
Gözyaşlarıma ortak ol, rüyamdaki umudum
Al beni yanına, yordu beni bu ayrılık
(Çünkü) ecelimin yaklaştığını hissediyorum.

Suriye rejiminin halkına çektirdiği zulümle  ilgili olarak iç savaş sebebiyle terk ettiği vatanından uzakta doktorluk mesleğini İstanbul’da sürdüren şair Enver el-Haccî’nin dizleerine kulak verelim. Şair, “Ben ölmedim.. çünkü ben insanım” isimli şiirinde, Suriye’deki insanlık dışı muameleye verdiği tepkiyi şu şekilde ele almaktadır.

Altmışbin kurşun isabet etti vücuduma
Ama ben ölmedim..
Derin yaralar, özlemler, hatıralar ve gömülü hasretimle birlikte
damarlarımı parçalayan tam altmışbin kurşun..
Ama ben ölmedim…
Acı bir nisan ayında, altmış bin, hayır milyonlarca kefenlenmiş
veya defnedilmiş veya kaybolmuş kurban
Ama ben ölmedim…
Rüyalar, acılar ve kalemler üzerine yaşayan altmış bin yaralı
Ama ben ölmedim…
Denizlerin derinliklerinde helak olmuş, ne yemeği ne de bir sığınağı,
ne şefkatli bir el ne de gündüzü olmayan bir milyon evsiz
barksız..
Ama ben ölmedim…
Ülkeye yani kanıma gizlice sızmış yalancı ve hasetçi altmış bin
münafık …
Ama ben ölmedim…
Kitabımı, sayılarımı, rüyalarımı ve akıbetimin sahtesini yapan
altmış bin gazete...
Ama ben ölmedim…
Sorgu odasında göçe zorlanan, sınırdışı edilen ve sürgüne gönderilmiş
altmış bin kişi…
Ama ben ölmedim…
Vatanımda ihanetle tuzağa düşürülmüş altmış bin kişi…
Ama ben ölmedim…
Arap baharı adıyla gelip, her tarafı yakıp yıkan çetin kış rüzgarıdır
altmış bin kişi…
Ama ben ölmedim…

Son olarak şunu da söylemek de yarar var. Direniş şiirleri yazmak isteyen kimseleri başka bir zorluk daha beklemektedir. Özgür iradesiyle düşüncelerini dile getiren kişi, bir müddet sonra can güvenliği konusunda tereddüde düşmektedir. Buna göre; ölüm veya hapis korkusu yaşayan birçok kişi ya hiç yazmamış ya da müstear isim kullanmıştır. Bazıları ise gerçek ismini kullanmamış veya isimsiz çalışmalar yapmıştır.