Süleyman Askeri Bey
Henüz 32 yaşında hayatını kaybeden bu genç Osmanlı subayının Trablusgarp’tan, Batı Trakya’ya oradan da Irak’a değin uzanan başdöndürücü hayatı, 1. Dünya Savaşı esnasındaki en sarsıcı hikayelerden birisi.
İngilizler, daha önce bir çok cephede bulunmuş bu cesur ve atılgan Osmanlı kumandanı karşısında şaşkındırlar.
Aldığı ağır yaraya ve acısına rağmen, bir an olsun cephe gerisine geçmeyi kabul etmeyen Süleyman Askeri, birliklerinin başında çatışmaya devam eder.
Süleyman Nazif, 12 Nisan 1915’te Basra’da gerçekleşen bir İngiliz baskını esnasında teslim olmamak için silahındaki son kurşunla kendini vuran Süleyman Askeri Bey’den şöyle bahsediyordu;
”Bazen tek bir adam koca bir orduya ruh olmak itibariyle başlı başına bir ordu olabilir. Bu nadir fakat vakidir. İşte Süleyman Askeri Bey o nadir olan vakalardan birini gerçekleştirdi. İngilizleri Korina kasabası önünde aylarca tutan kuvvet, Süleyman Askeri Bey'in şahsı pervasızlığı ve yine kendisinin seçmiş olduğu bir avuç kahramandı. Süleyman Askeri, Korina önünde ve gayet vahim surette iki bacağından yaralandı.. Fakat kahraman komutanlara yakışacak bir metanetle Basraya kadar gitti ve şehrin 15 kilometre yakınındaki Şuayyibe mevkii müstahkemine taarruz ettti. Süleyman Askeri vatanı için vatanından başka herşeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı idi"
Henüz 32 yaşında hayatını kaybeden bu genç Osmanlı subayının Trablusgarp’tan, Batı Trakya’ya oradan da Irak’a değin uzanan başdöndürücü hayatı, 1. Dünya Savaşı esnasındaki en sarsıcı hikayelerden birisi. İki bacağından yaralı olmasına rağmen, sedye üzerinde, 9000 kişilik bir askeri kuvveti yönetmeye devam eden Süleyman Askeri, tüm ömrünü bir an olsun onurundan taviz vermeden yaşamıştı.
Doğduğu 1884 senesinde, Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en ağır günlerinden geçiyordu. Çocukluj günlerinde tüm bu buhrana şahit olmuş ve hayalini gerçekleştirerek, 1905 senesinde yani 21 yaşındayken, Askeri Harbiye’den kurmay yüzbaşı olarak mezun olmuştu. İlk görev yeri Manastırdı. Manastır’da geçirdiği 3 yılın ardından, bu kez Bağdat’a gönderilir. Bağdat Jandarma Birlikleri’nin düzenlenmesi için…Görevi, henüz 24 yaşında bir genç için oldukça sorumluluk gerektiren bir iştir ve o büyük bir başarıyla üstesinden gelir bunun.
Bu arada, Bağdat’a gitmeden evlenmiş ve bir kızı olmuştur. Eşi Fadime hanım ve yeni doğan bebeği Manastır’da beklemektedir onu. Ancak durup dinlenecek zamanı yoktur çünkü Osmanlı’nın Afrika’da kalan son toprak parçası Trablusgarp, İtalyanlar tarafından işgal edilmiştir. Kılık değiştirerek Trablusgarp’a giren onlarca Osmanlı subayı arasında o da vardır. Şeyh Senusi ve bölgedeki yerel direnişçiler ile birlikte büyük bir dostluğa imza atarak direnirler İtalyanlara karşı. Örgütledikleri gerillalar, İtalyan askerlerinin kabusu olmuştur.
Ancak Trablusgarp’ta süren savaşı da fırsat bilen Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan, Rusya’nın da kışkırtmasıyla, Balkanlar üzerinden Osmanlı’ya saldırmaya başlamışlardır. Süleyman Askeri’nin artık Trablusgarp’tan ayrılarak, Balkanlara koşma zamanı gelmiştir. Burada yaşananlar, tıpkı diğer cephelerde olduğu gibi, filmlere konu olacak kadar sarsıcıdır.
Üstün çete taktikleri sayesinde Edirne geri alınmıştı ancak bir İslam yurdu olan Batı Trakya hâlâ işgal altındaydı. Ve Bulgarlar, buradaki Türklere çok büyük eziyetler yapmaya başlamışlardı. Müslümanları din değiştirmeye zorluyorlar, kabul etmeyenleri ise hemen oracıkta katlediyorlardı. Üç yüz bin Müslüman, vaftiz edilip adları değiştirilerek Hıristiyan edilmişti. Ancak Süleyman Askeri, bu biçare halkın kurtarılması için oradadır artık. Gönüllülerden oluşan birliğiyle, Batı Trakya’ya akın edecektir.
Gönüllülerden oluşan bu 116 kişilik gayri resmi kurtuluş müfrezesinin çok önemli bir subay kadrosu vardır. Beylerbeyli Hayrı (Piyade Yüzbaşı), Filibeli Halim Cahid, Yüzbaşı Lütfü, Şehreminli Sadık, Harputlu Avni (Süvari Yüzbaşı), Eğinli Hasan Rıza (Doktor), Nihat Sezai (Topçu Mirlivası), Küçük Arslan Bey (sıhhiye) ve Fuat Balkan Bey , Süleyman Askeri’nin emri altında yaşanan zulme son vermek üzere B.Trakya’ya doğru yol olanlar arasındadır.
Süleyman Askeri ve yanındakilerin, bölgeye vardıklarında karşılarına çıkan manzara çok trajiktir. Bulgar Domuzciyef çetesi, Ortaköy’de 400 Müslüman’ı katletmiş ve hepsinin naaşlarını orta yerde bırakmıştır. Ancak bu katliamının hesabını sormalarını 2 gün bile sürmez. Yoğun takip sonucunda, Bulgar çetesini imha ederler. Ortaköy, Koşukavak ve ardından Mestanlı’yı kurtarırlar. Ertesi gün, bir müjde de Kırcaali’den gelir. Büyük bir cesaret örneği gösteren Eşref Kuşcubaşı, Süleyman Askeri ve gönüllü birlikleri, bir an olsun ölümü düşünmeden, ani bir baskınla Kırcaali’yi kurtarmışlardır. Bu arada, en büyük Bulgar çetesi Dimitrief çetesi de imha edilmiştir.
1913 senesinin Ekim ayından itibaren Dahiliye Nezareti’nde görev yapmaya başlayan Süleyman Askeri, bu dönemde Batı Trakya ve Makedonya’nın denetiminden sorumlu olur. Ancak 22 Kasım 1914 günü, İstanbul’da deprem etkisi yaratacak bir haber gelecektir. Basra, İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Üstelik bölgedeki Osmanlı askerlerinin sayısı, İngiliz askerlerine göre oldukça azdır. Zaman, tıpkı Trablusgarp’ta ve Balkanlar’da olduğu gibi, gözünü karaktarak düşman birliklerine yürüyecek kumandanların zamanıdır yine.
Süleyman Askeri, 1914 senesinin Aralık ayında, Basra valiliği ve Irak cephesi kumandanlığına atanır. Ve daha önce kendisiyle beraber savaşan ve ayrıca gönüllülerden oluşan birliği ile İngilizlere karşı harekata geçer.
İngilizler, daha önce bir çok cephede bulunmuş bu cesur ve atılgan Osmanlı kumandanı karşısında şaşkındırlar. Basra’nın geri alınması için, hiç gözünü kırpmadan canını ortaya koyan Süleyman Askeri’nin üzerine bütün güçleri ile saldırırlar. Ve Dicle kıyısında çıkan bir çatışmada onu iki bacağından birden yaralarlar. Aldığı ağır yaraya ve acısına rağmen, bir an olsun cephe gerisine geçmeyi kabul etmeyen Süleyman Askeri, birliklerinin başında çatışmaya devam eder.
Ve 12 Nisan 1915’de Suaybe civarındaki Bercisiyye ormanlarındaki çatışma esnasında, maalesef kendilerinden kat kat fazla olan İngiliz askerlerine karşı birliğinin büyük bir kısmını kaybettikten sonra teslim olmamak için silahında kalan son kurşunla, kendi hayatına son verir.
Ancak Süleyman Askeri gibi büyük bir kumandanlarını kaybeden Osmanlı birlikleri, bu kez Halil Paşa komutasında, Kut-ul Amare’de İngilizlere tarihlerinin en büyük askeri mağlubiyetlerinden birini yaşatırlar.
Doğu halklarının emperyalizme karşı mücadelesinin tarihine altın harflerle geçen Kut-ul Amare Zaferi’nde hiç şüphesiz Süleyman Askeri’nin verdiği mücadelenin çok büyük bir önemi vardır.