Seyahat; Bazen bir yumruk gibi sert bazen bir bardak demli çay kıvamında
A.Sait Aykut

Yeni yerler, yeni bilgiler ve insanlar Allah’ın yeryüzündeki ayetlerine yeniden taze taze bakmak demektir

İbn Battuta veya Ebu Dulef yola çıktığında hangi hislere sahiptiler, döndüklerinde nasıl bir yürek ve beyinle döndüler?

Müslümanlar seyahat etme ve başkalarını tanıma konusunda iyi bir zihinsel altyapıya sahiptirler.

Irkçılıktan tutunuz da narsizme kadar birçok şeyin devası olabilir seyahat


Baştan söylemeliyim ki, seyahat derken ruhumuzda kalıcı izler bırakan; bazen aylar bazen seneler suren yolculukları kastediyorum. Paket turlarla bir noktaya gidip paketlenmiş halde alelacele geri dönenler, bu yazıyı okuyup kendileriyle özdeşlik kurarak gururla gerinmesinler. Kuşkusuz bazılarımız hem bu turlara katılmış, hem de gerçek bir seyahatin özlemiyle yanmış olabilirler. Onlar da beni anlayacaklardır. Seyahat ruhumuzun yeni ve farklı olanla buluşması anlamına geldiği gibi zorluklarla savaşmak, yenmek, yenişmek, gol atmak, gol yemek, öğrenmek ve ne kadar da bilgisiz olduğumuzu tekrar tekrar anlamak anlamına da geliyor. Yol, karşımızda salınan nazlı ama esrarengiz bir gelin veya uzun dostluklarla güzelleşmiş bir bardak demli çay değil de “Hadi gel ve al boyunun ölçüsünü!” diyen çam yarması bir boksör olabilir. Burada bizim derhal bir karar varmamız gerekir: Gidecek miyim, kalacak mıyım? Yeri yurdu olan, işi gücü tıkırında biri için kalmak kolaydır, kalırsın ve günlük hayatın sıkıcı sevimliliği içinde yuvarlanıp gidersin. Gitmek, yeni yerlere merak ve tecessüs hissiyle gitmek ise başta kolay ama yolculuk uzadıkça daha fazla hissettiğimiz bir azapla müteazzeb olmak anlamına gelir. Hele hele uzaklara giden kişi anne baba kardeş, dost ve aile bağlarına fazlasıyla murtebit ve mustenid ise –bu o kadar insani, öyle güzel ve tabi bir bağımlılık ki kimsenin bu konuda sizi yermesine izin vermeyin! – iste o zaman başta göklere meydan okuyan kanatlarımız eğilmeye, yabancı ufuklarda fetih arayan gözler hüzünlenmeye başlar. Bu denli dramatik verilmemesi gerekse de bu tablo aynen böyledir. Ancak seyahati bir hayat tarzı olarak benimseyenler yukarıdaki mütalaamızın ikinci kısmına girmezler. Sadece ilk aylarda onları sessizce saran bir hüzün olur ve sakince geçer tıpkı yağacakmış gibi yanaşan ve sonra dağılan New York bulutu gibidir bu sıla özlemi.

İbn Battuta veya Ebu Dulef yola çıktığında hangi hislere sahiptiler, döndüklerinde nasıl bir yürek ve beyinle döndüler, bunu anladığımızda derin anlamıyla seyahat denen girdabı da anlayabiliriz. Seyahat bu anlamda insan tabiatının derinliklerinde yatan vahşi bir at gibidir. At şahlanıp koşar ama binicisine ne olduğunu düşünmez bile. Seyahat atına gem vurmayanlar fazla plan da yapmazlar aslında. At sakinleştikçe ona yavaş yavaş söz dinletmeye ve geri dönüp dönmemenin imkânı hakkında düşünmeye başlarlar. Seyahat bizim ruhumuzun savaşçı yanlarının yansıması da olabilir. Pek çok insan zorluklardan kurtulmak için seyahate çıkarken, başkaları yeni zorluklarla boğuşmak için seyahat eder. Bir yerde hayat tekdüze hale gelip zorluklar tükenince –hani huzur denen şey – o çoktan sıkılmaya başlamıştır ve yeni menziller gözünde tüter.

Hayat profesyonel bir seyyah için daima farklı mekânlar yeni bilgiler ve insanlar demektir. Yeni yerler, yeni bilgiler ve insanlar Allah’ın yeryüzündeki ayetlerine yeniden taze taze bakmak demektir… Fakat günümüzde ulaşım imkânlarının onca artmasına rağmen paradoksal bir şekilde derin anlamıyla seyahatin tadına varmak imkânsız denecek kadar zorlaşmıştır. Çünkü bunca kolaylığı ve tembelliği içinde barındırmasına rağmen modern zamanlarda gezilecek yerlerin hepsi birbirine benzemektedir. Çin’e gitseniz Çin’i Avustralya’ya varsanız Avustralya’yı bulacağınızı zannetmemelisiniz. Bugün her yer bir ölçüde Batıdır ve bu kadar can sıkıcı bir tekdüzelik içinde asil bir seyyah ancak yeni ve derin yüzlerle, bir de vahşi tabiat ve geçmişin kültürel izleriyle avutabilir kendini. Büyük üniversiteler, kütüphaneler, kültürel kurum ve yapılar da onun açlığını biraz giderebilir. Fakat dünyamızın o kadar da sıkıcı olduğunu sanmayın. Hele hele gezmeden “gezmiş veya geziyormuş” gibi yapıp genç dimağları seyahat karşıtı nutuklarla öldürmeyin! Bırakınız gezsinler, hem seyahat elmasını çatır çatır dişleyerek dillerinde bıraktığı mayhoş tadı unutmasınlar hem de çok meraklıysalar feleğin birkaç sillesini hatta yumruğunu yiyip kendilerine gelsinler.

Öte yandan seyahatin iç burkucu ve yararsız olduğunu sananlar, milletlerin tarihine baktıklarında şaşkınlığa düşeceklerdir. Bugün Türkler doğdukları topraklardan çok uzağa giderek tarihin en büyük göç ve seyahat projelerine imza atmamışlar mıdır? Hangimiz Moğolistan yaylalarında binyıl kalmak isterdi? Gerçi yayla hayatı güzeldir ama binyıl da çekilmez ki birader! Gezmeyi görmeyi ve tanışıp kaynaşmayı kısaca seyahati sevmesek gözlerimizin kahvesi yeşile, elaya veya maviye döner miydi? Bu zaviyeden bakıldığında göç anlamında seyahat insanın tabi ve ruhi gelişimi için mutlaka yasamak zorunda olduğu bir tecrübe gibidir. Eğer “öteki”yle hiç karşılaşmayacaksak veya karşılaşmak istemiyorsak varoluş hedeflerimizden birkaçını yitirmişiz demektir. Her insanın hayatta tatmak zorunda olduğu bir acı veya lezzet veya acı kahvedir seyahat. Gezenler gezmeyenlerden çoğu defa daha mütevazı bir bakışa, daha dervişçe bir kalbe sahiptirler. Gezmek bu anlamda bizim kendimizi tanıma çabamızın bir yansıması gücümüzü ve imkânlarımızı test etmenin bir yoludur.

Ne kadar zayıfım? Nereye kadar gidebilirim, bende eksik olan nedir, neleri bilebilirim, kimleri tanıyabilirim? Öteki kimdir ve benden ne kadar ayrıdır? gibi soruların cevabı bir kenara çekilip kukuma kuşu gibi düşünmekle değil gezmekle bulunur. Ancak gezip gördükten sonra düşünmeye ve okumaya başlarsak hakikaten verimli eserler ortaya koyabiliriz. Ötekini tanımaktan korkarak seyahatten vazgeçersek yabancıya karşı duyulan tedirginlik ve korku bizi kendi köhne alışkanlıklarına hapsolmuş bir hastaya dönüştürebilir. Irkçılıktan tutunuz da narsizme kadar birçok şeyin devası olabilir seyahat… Ama bazıları için korkuların ve düşmanlığın artması anlamına da gelebilir. Burada seyahate çıkış çağı ve seyahat imkânlarını bulma, oluşturma bunun için kıyasıya bir mücadeleye girme gibi şahsi özellikler devreye girer. Bu konularda sıkıntısı olanların iyi bir seyyah olmaları mümkün değildir. Zoraki bir ilim / ticaret/ keşif seyahatine çıkartıldıklarında ruhen güçlenmiş kalben gönenmiş bir halde dönecekleri de kesin değildir. İma ettiğim şey açık: bazıları için seyahat zararlıdır.

Müslümanlar seyahat etme ve başkalarını tanıma konusunda iyi bir zihinsel altyapıya sahiptirler. Hem tanımak tanışmak ve geçmişte olup biteni anlamaları için Allah onları teşvik etmektedir; hem de ırkçılığa yer vermeyen bir inanç sistemine sahip olmak sebebiyle dünyanın her tarafındaki ademoğullarını empatiyle karşılamaya hazırdırlar. Bu güçlü altyapı sayesinde dünya tarihinin en renkli, en güçlü ve kuşkusuz muhatabını insan olarak algılayıp öyle hareket eden en derin seyyahlar bu dinin mensupları arasında çıkmıştır. İbn Battuta’nın bilgiye olan açlığı ve evrenselliği, el-Miknasi’nin dostça anlama çabası veya Evliya Çelebi’nin o muhteşem ve insanca anlatımı başka kültürlere mensup kaç seyyahta verdir? Kuşkusuz seyahat edebiyatı bizim öz malımızdır ve biz seyahati ya ilim ya ticaret ya sılairahim ya keşif veya hicret için yapsak da daima kalbimizle seyahat ederiz ve yeni yerlerde gördüğümüz yeni insanları da Allah’ın yarattığı bir âdemoğlu olarak görürüz. Burada anlattıklarım derya içinde yaşayan balık misali bazılarına garip geliyorsa onlara sömürgecilik çağlarında Amerika’ya ve Afrika’ya açılan Batılı seyyahları okumalarını öneririm. Amacım bir Batı karalaması yapmak değil, sadece insanın bazen ne kadar alçalabileceğini vurgulamak. Yoksa Doğu da Batı da Allah’ındır ve yeryüzünün tümünü kırıp incitmeden gezmek boynumuzun borcudur! Efendilik taslayan ve yok eden insandan değil varlığı incitmeden onun koynunda yaşayan sakin bir çoban veya derviş insandan yanayım.