SELAHADDİN: ŞARK’IN KARTALI
YAZAN: ALİ EMRE


Selahaddin; şecaat ve cesareti kadar adalet, merhamet ve müsamahasıyla da ünlüdür. Düzgün bir Müslüman profili hatta erdemli bir savaş fıkhı görmek isteyenler ona bakabilir.

Ömrü boyunca savaşmak zorunda kalsa da Selahaddin aslında bir “imarcı ve eğitimci” ruhuna sahiptir. Hayatın bütün alanlarını / ünitelerini aynı anda ayağa kaldırmaya çalışmıştır

Selahaddin, gösteriş ve riyakârlıktan uzak bir hayat sürmüş, şatafattan kaçınmış, tevazuu asla boşlamamıştır.

Dünyadaki bütün kültür ve inanç dairelerinin tanıdığı kıymetli bir şahsiyet, yol gösterici ve değer aşılayıcı bir Müslüman, suyu tersine akıtmayı başaran tarihî bir aktör olan “Şark’ın en sevgili sultanı”nın hayatı, uçsuz bucaksız bir ibret yumağıdır.

1138 – 1193 yıllarını kapsayan ve sıra dışı yükseltilerle örülen bu hayat hikâyesi, her şeyden önce, kendi içinde ciddi değişim ve dikkat çekici dönüşüm levhaları taşımaktadır. Hünerleri hiç bitmeyen tarih; gençliğinde daha çok içine kapanık yaşayan, ilim ve edebiyata düşkün görünen, Mısır’a ayaklarını sürüyerek giden bir insandan, en azılı düşmanlarının bile saygısını kazanan ve akıllara durgunluk veren birçok başarıya imza atan büyük bir kahraman çıkarmıştır. Bu mesaj, kız erkek, günümüzün çocukları / gençleri için de önemli ve geçerlidir. Eyyub’un oğlu; küçümsenen, horlanan, itilip kakılan hatta kendi kıymetinden haberdar olmayan insanlar için de bir umut, bir menar, evleğinin dışına taşan bir işaret fişeğidir.

Selahaddin, Mısır veziri olduktan sonra bütün uçarılıklarını, faydasız alışkanlıklarını, yakınmalarını üzerinden silkeleyip atmıştır. Daha sonraki hayatı, -Namık Kemal’in belirlemesiyle- dünyanın yedi harikası gibi asla unutulmayacak güzellik ve erdemlerle doludur. Bu dönüşüm; yakınlarını, askerlerini hatta bütün bir toplumu zamanla içten içe etkilemiştir. Fethe kadar gülmeyen, siyah sarığını çıkarmayan, Hıttin’de birleşik Haçlı ordusunu ezip geçen, Beytülmakdis’ten önce Frenklerin elindeki elliden fazla beldeyi tekrar özgürleştiren, İslâm’ı boğmaya gelen Hıristiyan kralları rezil eden, gölgesi Avrupa’ya dek uzanan merhamet salıncakları kuran, kendisi için asla bir şey yığmayan, ordusu yemeğini bitirmeden ağzına bir lokma koymayan, İslam yurdu tekrar istilaya uğramasın diye yıllarca doğru dürüst uyumayan, öldüğünde yüz yaşında görünen Selahaddin Yusuf, kuyuyu ve zindanı gerçekten de tersine çeviren bir önderdir.

Selahaddin; şecaat ve cesareti kadar adalet, merhamet ve müsamahasıyla da ünlüdür. Bu yönüyle en insafsız düşmanlarını bile etkilemiştir. Düzgün bir müslüman profili hatta erdemli bir savaş fıkhı görmek isteyenler ona bakabilir. Zorlu ve süreğen savaş zamanlarında bile insani değerleri ayakta tutan bu yöneliş, dünyaya şerefle takdim edebileceğimiz bir değerler dizgesini ve İslam ahlakını içermektedir. Söz gelimi onca kıyım, acziyet ve iğrençliklerine rağmen Batı’nın göklere çıkardığı “Arslan Yürek Richard”, Kudüs’ü alamamaktan çok, onun elini sıkamadığı, yüzünü göremediği, birlikte bir kez bile yemek yiyemediği için üzüldüğünü itiraf ederek gitmiştir.

Hayatı aslında “değerler eğitimi müfredatı” gibi didaktik ve pedagojik ayrıntılarla dolu olan Selahaddin; vefanın, kadirşinaslığın da bir numunesidir. Kendisinde emeği olan insanları hiç unutmamış, onları hayırla yâd etmiş, geleneğin önemini vurgulamıştır. Nureddin Zengi’nin kendi üzerindeki emeğini sürekli gündeme getirmesi, onun “uyanış ve mücadelede Kudüs’ün merkezî yeri” fikrini ileri taşıyıp hayata geçirmesi, daima “Efendimiz” diyerek andığı velinimetinin yaptırdığı minberi hemen Kudüs’e getirtmesi de bu bağlamda düşünülmelidir.

Selahaddin’in mücadelesinde bugünkü İslam dünyası için de önemli vurgular hatta reçeteler vardır. O, öncelikle, müslümanların birliği düşüncesine can vermiş, istilacıyı kovmayı ve Kudüs’ü kurtarmayı da bu görüşün devamına yerleştirmiştir. Ortadoğu denen coğrafya için bugün de çözüm, Selahaddin’in yaptığı gibi bu birliği ve kardeşliği canlandırmaktır; Türklerin, Arapların ve Kürtlerin diri ve duyarlı olanlarını bir araya getirmek, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı her alanda müşterek bir cephe oluşturmaktır.

Ömrü boyunca savaşmak zorunda kalsa da Selahaddin aslında bir “imarcı ve eğitimci” ruhuna sahiptir. Hayatın bütün alanlarını / ünitelerini aynı anda ayağa kaldırmaya çalışmıştır. Âlimleri dinlemiş, ârifleri sofrasından ayırmamış, Frenk ülkelerindeki gelişmeleri yakından izlemiş, medrese yaptırmış, kadınların hayata katılmasını önemsemiş, hayır işlerinin ve vakıfların çoğalması için gayret etmiştir. Türkçeyi, Kürtçeyi, Arapçayı ana dili gibi konuşmuş; Kur’an’ı ezberlemiş, savaşta bile namazını kılmaya, orucunu tutmaya gayret etmiş hatta şiir yazmış, hadis ve menkıbe okumuştur. Tıptan denizciliğe birçok konuda kafa yormuştur. Bütün mezheplere hoşgörüyle yaklaşmış, hepsi için yöneticiler atanmasını sağlamıştır. Kılıcın yanına kandili, kitabı, adaleti, merhameti, istişareyi, kardeşliği, ilmi getiren bu yaklaşım, günümüzde de insanlık için en büyük sermayedir. Bu zenginlik ne kadar vurgulansa azdır.

Selahaddin, gösteriş ve riyakârlıktan uzak bir hayat sürmüş, şatafattan kaçınmış, tevazuu asla boşlamamıştır. Vefat ettiğinde arkasında bir hazine bırakmaması, dahası borç parayla gömülmesi bugünler için de önemli dersler içermektedir.

Tevhid, izzet ve adalet sancağını taşıyanların tarihi; güzellerle, güzîdelerle, insan hazineleriyle doludur. Fakat bunların üstüne bir şal atılmış, çoğu unutulmuş ya da çarpık anlayışlara kurban edilmiştir. Batı’da Hz. Muhammed’den sonra en çok bilinen müslüman olan Selahaddin’le ilgili çalışmalar, hem bizim göğsümüzü genişletecek, tarihimizin önemli bir dilimine ışık tutacak hem de mazimiz ve inançlarımızla ilgili daha doğru, gerçekçi ve etkili mesajların sunulmasına katkıda bulunacak; önyargıların aşılmasında da yararlı olacaktır.

Mazlumun hâmîsi, zalimin hasmı olan; geniş ve işlek bir yeryüzü perspektifiyle ufukları tarayan, en olmadık zamanlarda bile kanatlarını aşkla çarpan o kartala selam olsun. Cehdi ve mirası, gözümüzü açarak daima yaşasın.