Şark’ın Kasırgası: Muzaffereddin Gökbörü
Ali Emre
Genç ve yiğit Türkmen Muzaffereddin Gökbörü, Selahaddin’in Frenklerle yaptığı birçok savaşa katıldı. İmanın ve izzetin ekmeğini herkesten önce o mayaladı
İstilacı Frenklerin çok çekindiği ve adını duyunca soğuk terler döktüğü Müslüman savaşçıların başında Gökbörü geliyordu
Kimsesizler, yetimler ve dul kadınlar için bakımevleri kurdu. Allah’ın arzını, hünerli ellerin emeği olan mücevherlerle süsledi
Babası Ali Küçük 1167’de vefat ettiğinde, Gökbörü henüz hayatının baharındaydı. Atabey sıfatıyla bütün dizginleri eline alan Mücahideddin Kaymaz, atılganlığını çok iyi bildiği delikanlıyı yakalatıp Erbil’de zindana attırdı. Gökbörü, birkaç ay sonra, kendisini seven bazı muhafızların yardımıyla zindandan kaçtı. Küçüklüğünden beri yanından ayrılmayan, kendisinden birkaç yaş büyük dört arkadaşıyla hakkını aramaya koyuldu fakat o günlerde ona el uzatan çıkmadı. Bağdat’a gidip Abbasi Halifesinden yardım istediyse de kimse yüzüne bakmadı. Babasının arkadaşları ve Musullular da ona kapıyı gösterdiler.
Ali Küçük’ün yiğit oğlu, köy köy, belde belde dolaştı. Cenk arkadaşlığı edecek, ekmek ve tuz hakkı bilecek temiz gençler buldu. Zorda kalana omuz verdi, gariplerin duasını aldı, dostlarıyla saf tuttu. Nihayet bölgedeki çekişmeler sırasında, çok az sayıda genç savaşçıyla Harran’ı ele geçirdi. Birkaç yıl içinde, cesareti ve hamiyeti dillere destan oldu.
Gökbörü, iki büyük Şark seferinde de Selahaddin Eyyubî’nin yanında yer aldı. Sultan onu kız kardeşi Rebia Hatun’la evlendirdi. Bu genç ve yiğit Türkmen, Selahaddin’in Frenklerle yaptığı birçok savaşa katıldı. İmanın ve izzetin ekmeğini herkesten önce mayaladı. Harran çıkışında, şehrin fedakâr anaları ve kızları uzunca bir süre kendisine eşlik etti. Eski savaşçılar, gıpta ve gururla onu gösterdiler. Sayısız Türkmen, Kürt, Arap hatta Ermeni, yollarına çıkıp dualarla uğurladılar. Yerinde zor duran hareketli bir tepenin ardında, mızraklardan örülü bir ovanın yürüdüğünü zannettiler. İstilacı Frenklerin çok çekindiği, adını duyunca soğuk terler döktüğü Müslüman savaşçıların başında o geliyordu. Birçok cephede dostlarının göğsünü genişletti, kibirli ve küstah düşmanlarını şaşkın bostan kirpilerine çevirdi. Haçlıları bazen önüne katıp kovaladı, bazen de bir avuç adamıyla saflarını yarıp geçti. Kimi zaman, bir kenarda durup heyecanla, hayranlıkla, yumruklarını ısırarak onu izleyenleri gördü Selahaddin:
“Vur ey Allah’ın arslanı vur! Vur ey Şark’ın kasırgası vur! Vallahi anan seni bugünler için doğurmuştur!”
Kerak muhasarası ile başlayıp Kudüs’ün fethiyle sonuçlanan kesintisiz cihadda önemli hizmetlerde bulunan Gökbörü, 1187’deki Saffuriye savaşında istilacı kâfirleri hezimete uğrattı. Anlı şanlı tarikat şövalyelerine, cihanın en küstah süvarilerine yeryüzünü dar etti. Yüzlerce askeri esir aldı. Daha yaşarken, Kudüs’ün fethiyle neticelenen büyük zaferin ateşini yakan kahraman olarak kayıtlara geçti.
Frenk ordusunun bütünüyle imha edildiği büyük Hıttin Savaşı’nda da dost düşman herkese parmak ısırttı. Savaşı bizzat izleyen bazı müellifler, onun şecaat ve feragatini öve öve bitiremediler. Hıttin’den sonra, Nâsıra’yı fethetti. Antakya ve civarındaki sahil beldelerinde, rüzgârın gövdesine sarılmış bir mızrak gibi aktı. Selahaddin, hizmetlerinin karşılığı olarak Urfa’yı da ona bıraktı.
Üçüncü Haçlı Seferinde, Frenk krallarının dünyanın yarısını yanlarına alarak Müslüman kanı dökmek için birbiri ardına seğirttikleri Akkâ’da da şerefli Sultan’ın yanında o vardı. Selahaddin, Erbil’in yanı sıra Şehrizor’u ve Karabeli derbendini de ona verdi. O da bütün hazinesini ve imkânlarını seferber ederek Frenklerin elindeki binlerce esirin hürriyetine kavuşmasını sağladı.
Selahaddin vefat ettiğinde Gökbörü, kırk yaşında bile değildi. Allah ona kırk yıllık bir ömür daha nasip etti. Oğlu olmadı. “Muzaffereddin” isminin hakkını vererek girdiği hiçbir savaşta yenilmedi. Aynı zamanda hayırsever biri olarak tanındı. Yetimliğini, yoksulluğunu, gençken yaşadığı sıkıntıları hiç unutmadı. Bahadırlığını, dört bir yanı titreştiren iyilik ve fazilet inkılâbıyla süsledi. Karısı da onun bitip tükenmeyen bu salih amellerine omuz verdi, çabalarına yoldaşlık etti.
Muzaffereddin Gökbörü; Hazret-i Peygamber’in doğum yıldönümlerinde, günlerce süren ve muhtaçlara el uzatılmasını sağlayan mevlid merasimleri düzenledi. Mazlumları, mahrumları bu vesileyle doyurdu. Çocukları sevindirdi. Müellifleri, sanatçıları gözetti. Hastaneler, çarşılar, hankahlar ve medreseler inşa etti. Kimsesizler, yetimler, sakatlar ve dul kadınlar için bakımevleri kurdu. Allah’ın arzını, hünerli ellerin emeği olan mücevherlerle, paha biçilmez incilerle süsledi.
Hizmetlerini Hicaz’a da taşıdı. Yollar ve arklar yaptırarak Arafat’a suyu ilk kez o getirtti. Gençliğinde kendisine bütün kapıları kapatan Bağdat, ölümüne yakın onu ayakta karşıladı. 1233’te seksen yaşına merdiven dayamışken hastalandı ve kısa bir sürü sonra da gözlerini yumdu.
Vasiyetinde Mekke’ye gömülmek istediğini söylemişti fakat adamları bölgedeki çatışmalar yüzünden, cenazesini ancak Kûfe’ye kadar götürebildi. Orada defnedildi. Adamlarından biri, yaşarmış gözlerle, mezarının başındakilere şunları söylemekten kendini alamadı:
“İslâm düşmanları, savaşta onu görünce nereye kaçacaklarını bilemezlerdi. Kılıcını kaldırdığında, gürzünü eline aldığında yeryüzü ona dar gelirdi. Biz, şehirlerin birinden diğerine koşan bir adama, küçücük bir mezar yerini zor buluyoruz. O, yaşarken binlerce garibi doyurdu. Mazlumları himaye etti. Yetimlerle birlikte ağladı. Biz, onun ölüsüne toprak atacak adam arıyoruz!”