Gazeteci ve yazar Samet Doğan, Suriye Savaşını dünyaya duyuran gazetecilerin başında geliyor. Biz de Suriye Savaşı özelinde coğrafyamızın geleceğini konuştuk kendisiyle… (sadece bu kullanılacak)
SAMET DOĞAN: Ölüme alıştığımı, bombalar yağarken rahatça uyumaya devam ettiğimde anlamıştım
SÖYLEŞİ: Eray Sarıçam
Türkiye’nin Suriye göçü gibi göçleri ilk defa yaşıyormuş sanılması saçma. Balkanlardan tutun da Irak hattına kadar her zaman toplu göçler olmuştu
Suriye’deki artan şiddet ve trajedinin bir parçası oldum. O insanlar ne yaşadıysa ben de onu yaşadım
Türkiye’nin son yıllarda yaşanan olaylar karşısında en büyük şansı, göçmenlerle halk arasındaki kültürel ve dini yakınlıktır
Samet Bey, genel ama bir o kadar da önemli bir soruyla başlamak istiyorum. Savaşı dünyaya ilk duyuran gazetecilerdensiniz siz. Peki, çoğu kez kimsenin kazanamadığı savaş diye tanımlanan Suriye savaşından 10 yılda geriye kalan ne oldu sizce, o günden bugüne neler değişti?
Lafı uzatmadan söylemek gerekirse geriye koca bir yıkım kaldı. Bu bir milletin yıkımı. Suriye, fiziksel olarak büyük bir yıkım yaşadı fakat, insani açıdan ortaya çıkan felaket bunun çok daha ötesinde. Savaş fiilen dursa da felaket başka ülkelerin sınırlarında yaşamaya devam ediyor. Büyük bir mülteci krizi son beş yılın gündemi oldu ve olmaya da devam ediyor.
Suriye’de birçok trajik olay yaşadınız. Bir yanda muhalifler, bir yanda rejim ve birçok terör örgütü. Bu gördüğünüz, yaşadığınız olaylardan sonra Türkiye’ye varınca kolay adapte olabildiniz mi buraya?
Aslında genelde bu soruyu geçiştiririm. Çünkü yaşadığım şeyler ruh dünyamla bütünleşti. İnsan bir süre sonra durumu idare etmeyi öğreniyor. Hatta “şartlar böyle” diye bir kavram uyduruyor kendisine. Oranın şartları ve buranın şartları. Böyle böyle ruhunu tedavi etmeye çalışıyor.
Peki, savaşın en başında herkes buraya kaçarken sizin Suriye içlerine girmeniz nasıl bir duyguydu, nasıl bir motivasyonun sonucuydu, ne umdunuz savaşın göbeğine varmakla?
Savaş başlamadan hemen önce Suriye’de yaşıyordum. Öğrenim amaçlı oradaydım ve bu süre içerisinde güzel dostluklarım oldu. Böyle bir işe girişmemin ana motivasyonu burada olup biteni dünyaya duyurmaktı çünkü o dönem olup bitene dair hiçbir bilgi yoktu. Ardından şiddet arttıkça beni de içine çektiğini fark ettim. Bir trajedinin parçası oldum. O insanlar ne yaşadıysa ben de onu yaşadım.
Ölümüm bu denli hızlı oluşu, yas bile tutamamak, belki Türkiye gibi bir iki ülke dışında ölümü dünya basının görmemesi… Peki, siz ölüme alıştığınız ne zaman anladınız, ölüme alışmak nasıl bir duygu? Yemek yerken binanın yanına bomba düşmesi, ama insanların yemeğine devam etmesini nasıl açıklıyorsunuz?
İnsanın bir şeye alışma hızı akıl almaz boyutta. Tabii ki bu çaresizlikle birlikte daha da hızlanıyor. İnsanın yaşamaya duyduğu arzu, ölüm yanında dahi olsa onu yemek yemekten alıkoymuyor. Bu hep böyle. Ben ölüme alıştığımı, gece bombalar yağarken rahatça uyumaya devam ettiğimde anlamıştım. Halep’e haber yapmak için gelen bir gazetecinin havan topları ve gece başlayan uçak sortileri yüzünden titreyerek sabahladığını görünce anormal olanın kendim olduğunu anlamıştım.
Suriye savaşının Türkiye açısından en önemli sonuçlarından biri de göçler oldu. Peki, bu göçlerin Türkiye’ye yakın gelecekteki etkisi üzerine ne düşünüyorsunuz? Kültürel, siyasi, tarihi vs. alanlarda...
İnsanların Türkiye’nin bu tür göçleri ilk defa yaşıyormuş gibi algılaması saçma. Balkanlardan tutun da Irak hattına kadar her zaman toplu göçler olmuştur. Ayrıca Suriye’ye sınır daha dün çekildi. Hatay çok sonra sınırlarımıza dahil oldu. O bölgede geçişler hep vardı, bu ilk olmadığı gibi son da olmayacak. Coğrafyayı birbirinden bağımsız olarak düşünemezsiniz. Bugün yediğimiz yemeklerin, tatlıların kökenini araştırdığınızda bile başı Şam ve Halep çeker. Örneğin künefe temelde bir Filistin tatlısıdır. Nablus’tan sürülen Filistinliler Şam’a getirmişler.
Arap Baharını da yakından takip eden bir gazetecisiniz. Buna bağlı olarak Orta Doğu’dan Orta Asya’ya geçmek istiyorum. Arap Baharı başlayalı 10 yılı geçti tabii. Geçen hafta da Kazakistan’da bir ayaklanma başladı. Belki çıkış noktaları ve dinamikleri farklı (Farklı mı gerçekten?) ama bu ayaklanma da Orta Asya’da, Arap Ayaklanmaları benzeri gibi bir olay yaratır mı?
Saydığımız ülkelerin ortak bir yanı var. Bu da aslında yönetim biçimlerinin bir devlet yapısı olmaktan çok uzakta olduğudur. Bence bir sisteme oturuncaya kadar üçüncü dünya ülkelerinde kaynamalar her zaman devam edecektir. İnsanlar artık mafyatik yapıların gölgesinde yaşamak istemiyorlar. Tabii ki bu zaafları kullanmak isteyen küresel güçler var. Halk, baskıcı rejimlerle küresel çıkar odakları arasında sıkışmış durumda.
Peki, Türkiye’nin 2011’den beri süren göç ve entegrasyon faaliyetlerini nasıl değerlendirirsiniz, Türkiye’nin zorlandığı noktalar nelerdir mesela veya bu göç ve entegrasyonun gelecekte hem Türkiye’ye hem de Suriyeli göçmenlere ekonomik, kültürel, siyasi vs. nasıl bir katkısı ve etkisi olacaktır?
Bu çok zor bir konu. Bazı siyasetçiler bu konu üzerinden siyasi bir gelecek devşirmeye çalışıyorlar. Tehlikeli denilebilecek kışkırtmalar bile görüyoruz. Ama ne var ki Türkiye’nin en büyük şansı, göçmenlerle halk arasındaki kültürel ve dini yakınlık olması. Bu aslında büyük krizler yaşanmasının önüne geçiyor. Bence entegrasyon kendi doğalında gerçekleşti. Hızlı bir şekilde insanlar Suriyeli bir esnaftan alışveriş yapmaya, işçi olarak çalıştırmaya başladı. Anadolu’da karşılıklı evlilikler yaygınlaştı. Burada tabii ki bu insanların haklarının da korunması için bazı çalışmaların yapılması gerekiyor. İstismara açık bir mesele. Öte yandan Türkiye yeni bir ekonomik modele geçiş yapmaya çalışan bir ülke. Bu modelde genç işçiye oldukça ihtiyacı olacağının da farkında.
Samet Bey son olarak, tabiat boşluk kaldırmıyor malum. Öyleyse, Suriye savaşıyla oluşan kültürel boşluğu kim dolduruyor ya da kim dolduracak sizce?
İran doldurmaya başladı bile. Bölgeden Sünni bir nüfus göç ettirildi. Özellikle Halep’te oluşan boşluğu İranlı milislerin ve başka ülkelerden getirilen milislerin doldurduğunu biliyoruz. Bu şehirler çok eski yerleşim yerleri, tarihte böyle süreçler yaşanmış ama her zaman kendi formuna bürünmeyi başarmış.