Prof. Dr. Hüseyin Yazıcı ile Mehcer Edebiyatı Üzerine

Söyleşi: Eray Sarıçam

Göçmenliğin ilk yılları edebiyatçılar için iş aramakla geçer ve göçlerle birlikte başka sorunlar da ortaya çıkar. Hayatta kalabilmek için göçmenin bütün bunlarla mücadele etmesi gerekir. Bu durumda başka şeylerle ilgilenmeye vaktiniz olmaz. Yine de siyasî koşulların esnekliğinden de yararlanılarak temellerini bir kısım gazete ve dergilerin oluşturduğu edebî dernekler kurmaya teşebbüs etti göçmenler.

Mehcer edebiyatını temsil eden şahsiyetlerin odaklandığı dernekler Kalem ve Endülüs gruplarıdır. Endülüs grubu klâsik Arap edebiyatının zengin edebi mirasını esas aldı. Kalem grubunda ise genelde insanî sorunlar, maddeden kurtarmaya çalıştıkları insan ruhu, Hristiyanlık, Batı realizmi ve mistik eğilim var.

Mehcer edebiyatının ilk tiyatro eseri sayılabilecek olan el-Âbâ’ ve’l-benûn (Babalar ve Oğullar) adlı eser tiyatro dilinin sorunlarını çözme konusunda oldukça yol almıştır. Eserin içeriği, eski ve yeni kuşak çatışmasıdır. Lübnan’daki feodal yapı ve dinî baskı, eser içinde değinilen konular arasındadır.

Mehcer Edebiyatının doğuşundan bahsetmek istiyorum hocam ilkin. Bu edebiyat hangi yüzyılda; hangi siyasi, ekonomik ve toplumsal şartlarda ortaya çıktı?

Mehcer edebiyatı ile kastedilen 1860 yılında Lübnan’da baş gösteren Dürzî-Mârûnî çatışmalarından sonra daha çok başta Lübnan olmak üzere Suriye, Filistin ve Ürdün’den Kuzey ve Güney Amerika’ya göç etmiş, çoğunluğunu Hıristiyan Arapların oluşturduğu bir topluluğun içinden doğan edebiyattır.  Suriye ve Lübnanlıların Ortadoğu’dan Kuzey ve Güney Amerika’ya yaptıkları göç esasen XIX. yüzyılın sonlarında yoğun bir şekilde başlamıştır. Doğal olarak bu yoğun göçün arkasında siyasi, ekonomik ve toplumsal bazı şartlar yatmaktadır.

XX. yüzyılın başlarında Ortadoğu’da büyük bir ekonomik durgunluğun ve ardından ekonomik bir çöküntünün yaşandığını biliyoruz. Bu ekonomik çöküntünün arkasında Japon, İngiliz ve Alman ipeğinin Suriye’nin doğal ipeği ile rekabete başlaması, dokuma sanayisinin iflas etmesi, ekilebilir alanların az olması, nüfusun hızla artış göstermesi, sık sık zirai afetlerin meydana gelmesi, enerji kaynaklarının yetersizliği, feodal sistemin hâkimiyeti ayrıca Süveyş Kanalı’nın açılarak Arap ticaretini zayıflatması görülmektedir. Diğer taraftan mezhepler arası çatışmalar, özellikle Dürzî-Mârûnî çatışmaları, Fransa’nın bu bölgedeki ayrılıkçı hareketleri hep körüklemesi, zorunlu askerlik vs gibi gelişmeler de siyasi sebepler arasındadır.

Bu ilk göçlerin ardından, göçmenler edebiyat ve şiiri ne zaman ve hangi şartlarda gündemlerine aldılar hocam. Bu ilk edebi faaliyetler nelerdi, ilk dernekler, yayımlanan ilk dergi ya da kitaplar hangileriydi bu ortamda? Kısacası ortaya çıkan edebi mahfillerden bahseder misiniz bize? Bu mahfillerim edebi amaçları nelerdi? Hangi türlerde ve hangi konularda ürün verdiler?

Göçmenliğin ilk yılları eğer hazır bir işiniz yoksa iş aramakla geçer. Takdir edilmelidir ki göçlerle birlikte başka sorunlar da ortaya çıkar. Hayatta kalabilmek için göçmenin bütün bunlarla mücadele etmesi gerekir. Bu durumda başka şeylerle ilgilenmeye vaktiniz olmaz. Yukarıda da belirttik. Göçmenler ilk yıllarda başta seyyar satıcılık olmak üzere pek çok işte çalışıp hayatlarını idame ettirmeye çalıştılar. İnsan rahat bir nefes alınca doğal olarak farklı şeyler de düşünmeye başlar. Göçmenler de biraz rahat nefes almaya başlayınca, yani zorluklar, sıkıntılar biraz azalınca hem şiir hem nesirle ilgilenmeye başladılar, bazı sosyal ve kültürel etkinlikleri yaşama geçirme ihtiyacını hissettiler. Bu bağlamda siyasî koşulların esnekliğinden yararlanılarak temellerini bir kısım gazete ve dergilerin oluşturduğu edebî dernekler kurmaya teşebbüs ettiler. Bu edebî derneklerin kuruluşunda edebi ürünlerini yayımlayabilecekleri bazı gazete ve dergilerin önemi büyüktür. Bunlardan ilk akla gelenler arasında, Amerika’da Kevkebu Emrîkâ (1892), el-Asr (1894), el-Eyyâm (1897), el-Hudâ (1898), Mir’âtu’l-ğarb (1899), el-Funûn, es-Sâih (1912) es-Semîr (1929); Brezilya’da ise el-Feyhâ (1895), er-Rakîb (1897), el-Menâzir (1899), es-Sevâb (1900), el-Usbe (1933), el-Menâhil ve el-Endelüs bulunmaktadır. Sayıları 250’ye varan bu gazete ve dergiler, önce birçok edebî şahsiyeti bir araya getirdi sonra da bazı edebî derneklerin kısa zamanda doğmasına yardım etti. Burada çıkan gazete ve dergiler arasında Seyfüddin er-Rahhâl’in çıkardığı el-Âlemü’l-Osmânî (Buenos Aires 1915) ve Kays Lebekî’nin yayımladığı el-Osmânî (Buenos Aires) adlarında Osmanlı dünyasını ilgilendiren iki dergi de bulunmaktadır. Bütün bu dergi ve gazeteler belli bir zaman sonra gurbet âleminde Mehcer edebiyatının doğuşuna uygun bir edebî zemin hazırladı.

Bu kıtada faaliyet gösteren edebi amaçlı derneklerin arasında Rivâku’l-Maarrî (Maarrî grubu), er-Râbitatu’s-Sûriyye (Suriye grubu), er-Râbitatu’l-kalemiyye (Kalem grubu), el-Usbetu’l-Endelusiyye (Endülüs grubu), Râbitatu Minerva (Minerva grubu), er-Râbitatu’l-edebiyye (Edebî grup) ve Câmi’atu’l-kalem’i (Kalem birliği) görüyoruz. Bunlardan Mehcer edebiyatını temsil eden şahsiyetlerin odaklandığı dernekler Kalem ve Endülüs gruplarıdır. Endülüs grubu klâsik Arap edebiyatının zengin edebi mirasını esas aldı. Şiirlerinde hareket noktaları daha çok klâsik Arap edebiyatının zengin hazinesi oldu. Bu gurup toplumsal ve ulusal sorunlara çok ağırlık verdi. Kalem grubunda ise genelde insanî sorunlar, maddeden kurtarmaya çalıştıkları insan ruhu, Hristiyanlık, Batı realizmi ve mistik eğilim var. Endülüs grubunun ilgi alanı daha çok şiirdir. Kalem grubunda ağırlık nesirde olmakla birlikte şiir türünde de eserler verilmiştir. Göçmen dünyasında çıkan ilk şiir kitabı Kayser Malûf’un (1874-1964) Teẕkârü’l-muhâcir adlı divanı Rivâku’l-Maarrî tarafından yayımlandı (Sao Paulo 1905). Daha sonra hem Kuzey hem Güney Amerika’da pek çok kitabın yayınladığı görülmektedir. Cibran Halil Cibran henüz 22 yaşlarındayken makalelerini el-Muhâcir, Mir’âtü’l-garb (1899), el-Hüdâ gibi gazetelerde yayımladı ve daha sonra tüm bu makalelerini Demʿa ve’b-tisâme (Gözyaşı ve Gülümseyiş) adlı eserinde bir araya getirdi.

Mehcer Edebiyatının ilk önemli ve nitelikli isimleri kimlerdi hocam? Ne gibi faaliyetlerde, yeniliklerde bulundu bu isimler, hangi konuları işlediler? Bu isimleri nitelikli kılan ve bugüne kalmalarını sağlayan etmenler nelerdir?

Bu edebiyatın ilk öncüleri daha değişik bir ifadeyle o dönemin düşünce yaşamında edebî kişilikleriyle yer almış üç şahsiyet sırasıyla Cibran Halil Cibran (1883-1931), Mihail Nuayme (1889-1988) ve Emin er-Reyhânî’dir (1876-1940). Yetişmeleri kadar etkileri de farklı olmakla beraber, bu üç edebî kişiliğin çalışmaları, düşünceleri ve gelecek kuşakların çalışmalarına bir zemin hazırladığında şüphe yok.

XX. yüzyılın William Blake’i olarak tanınan Mehcer edebiyatının tartışmasız en önemli siması, karakteri, etik yapısı ve en önemlisi de hayata bakış açısı üzerinde son derece önemli tartışmalar yapılmış Cibran’dır.  Modern Arap edebiyatı için yeni bir dil ve yeni bir üslup, Doğu ile Batı arasında köprü olabilecek kadar engin bir kültüre ve zengin bir hayal gücüne sahip biri olarak kabul görmüştür. Evlilik, yöneticiler, din adamları, zenginler, kadın, siyasetçiler, sevgi kavramı, adalet vs gibi konular Cibran’ı hep meşgul etmiştir. Tabii ki bütün bunların arkasında kendisini haklı çıkaran sebepler bulunmaktadır.

Cibrân, Arap edebiyatında yenilikçilik hareketlerinde, klâsik edebiyata karşı koyma girişimlerinde klâsik edebiyatın üslubundan kurtulma çabalarında hep ön sırayı almıştır. Cibrân’ın mükemmel üslubu ve özellikle de yaratıcı tarzı, klâsik ve modern Arap edebiyatı arasında uzun bir süre bocalayan Arap edebiyatçılarının da dikkatini çekmiştir. Türk edebiyatında Hâmit için söylenilen “Doğu kültürü ile Batı kültürü arasındaki çatışmalar, ilk meydan savaşını Abdülhak Hamit’in ruhunda vermiştir” ifadesi, aynen Cibrân için de rahatlıkla kullanılabilecek bir tanımdır.

Cibran’ın kaleme aldığı el-Mevâkib (Kafileler) adlı çalışması Arap edebiyatı için yenidir. Arap edebiyatında böylesine uzun bir felsefî şiir yoktur. el-Ervâhu’l-mutemerride (İsyankâr Ruhlar) adlı öykü kitabında da Cibrân karşımıza özgürlüğün peşinde koşan, zalimlere karşı özgürlük mücadelesi veren biri olarak çıkar. Cibrân, edebî kişiliğinin yanı sıra, aynı zamanda ressamdır. Paris’te bulunduğu iki yıl dört aylık süre boyunca, Avrupa edebiyatlarıyla yoğun bir şekilde ilgilendi. Özellikle İngiliz ve Fransız yazarlarının eserlerini okudu. Diğer taraftan Celâleddîn-i Rûmî, Ömer Hayyâm, Buda (İÖ. 557-477) ve ayrıca Çinli pek çok düşünür ve edebiyatçıyı okuyarak bunların düşüncelerini de eserlerine yansıttı.

Cibran, yenilenmenin ve gelişmenin, ancak Batı uygarlığını almakla mümkün olabileceğini belirtir ve doğuluların Batı uygarlıklarından sadece kendilerine uygun olanlarını almalarının gerekli olduğunu söyler. Uygarlık, ona göre Batı’dan gelebilecek eğlence ve öğretilerden ibaret değildir.  Cibrân’ın birçok eseri olmakla birlikte düşüncelerini yansıtan en önemli eseri en-Nebî (Ermiş) adlı eseridir. Bir zamanlar Amerika’da adeta küçük bir İncil haline gelmiş, çok okunmuş; buna rağmen eser, Cibrân’a yapıldığı gibi bazılarınca hep itilmiş ve küçük görülmüştür. 1960’lı yılların sonunda Amerikan üniversitelerinde önemli bir eser haline gelen Ermiş, Alman yazar Hermann Hesse’nin (1877-1962), Buda’nın yaşamını lirik bir üslupla anlattığı Siddharta (1922, 1972,1989) adlı eseri gibi zaman zaman kutsallaştırılmıştır.

Mehcer edebiyatının Cibrân’dan sonra en önemli ikinci adamı olarak kabul gören ve görevinin, insan kavramının anlamını ve varlığının amacını araştırmak olduğunu söyleyen Mihail Nuayme (1889-19889) son derece renkli bir edebî kişiliğe sahip.

Öncelikle şiir, eleştiri, öykü ve roman alanında sivrilen Mihail Nuayme, daha sonra bunlara tiyatroyu ve Cibrân’ın etkisiyle ressamlığı da eklemiştir. Edebî türlerin her alanında eser veren Mihail Nuayme, son derece ateşli tartışmaların devam ettiği bir dönemde kaleme aldığı Kâne mâ kâne (Olan Oldu) adlı öykü koleksiyonu, Lübnan ve Doğu dünyasındaki realitelerden hareketle modern Arap öyküsünün ilk eserleri arasında görülür. Özellikle psikolojik öykülerinde derin analizlere yer verişi ile dikkat çeker. Çok erken yaşlarda Rus edebiyatı ile iç içe yaşaması, özellikle Gogol’u kendine örnek alması onun kültür hazinesini zenginleştirmiş, bu şekilde de Arap öyküsünü daha iyi bir noktaya taşıyabilme şansına sahip olmuştur.

Mihail Nuayme, Mehcer edebiyatının ilk tiyatro eseri sayılabilecek olan el-Âbâ’ ve’l-benûn (Babalar ve Oğullar) adlı eseri ile özellikle tiyatro dilinin sorunlarını çözme konusunda oldukça yol almıştır. Eserin içeriği, eski ve yeni kuşak çatışmasıdır. Lübnan’daki feodal yapı ve dinî baskı, eser içinde değinilen konular arasındadır.   Öte yandan onun, el-Ğirbâl (Elek) ve Fi’l-ğirbâli’l-cedîd (Yeni Elek) adlı eserleri, eleştiri alanında önemli eserler arasındadır. Diğer taraftan Nuayme’nin bazı eserlerinde Cibrân’ın izlerini görebiliyoruz. Onun Türkçeye Kundaktaki Ermiş adıyla çevrilen Mirdâd adlı eserinin pek çok satırında Cibrân’ın izleri vardır. Daha açık bir deyişle eser, Cibrân’ın en-Nebî(Ermiş) adlı çalışmasının kopyası olarak kabul edilmektedir. Bu arada adı geçen eseri Emin er-Reyhânî’nin Hayâtu Hâlid (Halid’in Yaşamı) adlı çalışmasına benzetenler de bulunmaktadır. İnsan kavramına ve insanın iç dünyasına oldukça değer verir Mihail Nuayme. Ona göre insanın yaşamındaki amaç bilgidir. Bilgi de insanın kendisini tanımasıdır. İnsanda var olan engin hazinelerin üzerinde durur bıkmadan. Para, makam ve alkış insanın gerçek mutluluğu için hiçbir değer taşımaz. İnsan sevildiği sürece hem zengin hem de mutludur. Panteizm, küçüklüğünden beri kendisine eşlik eden bir düşüncedir. Tanrıda, doğada kaybolmaktır onun felsefesi.

Mehcer edebiyatının kimilerine göre önderi Emin er-Reyhânî (1876-1940) Arap dünyasında hem Arapça hem İngilizce eser vermiş en önemli şahsiyetlerden birisidir. Doğum yerine nisbetle Fureyke filozofu olarak tanınır. Filozof olarak anılmasının nedenlerinden biri özellikle Hayâtu Hâlid (Hâlit’in Hayatı) adlı eserinde felsefeye olan eğilimidir. Kimilerine göre Cibran Halil Cibran’ın en-Nebî (Ermiş) adlı eserinin gizli kaynağı Emin er-Reyhânî’nin adı geçen eseridir. Mehcer edebiyatı mensubu diğer bütün edebî şahsiyetlerin hepsinden farklı bir kişiliğe sahip. Onlarla hemen hemen aynı şeyleri hissetmesine rağmen onlarla beraber hareket etmemiştir. Siyâset adamıdır, reformisttir, eğitimcidir, gezgindir, tarihçidir, filozoftur, tiyatro yazarıdır, şairdir, eleştirmendir, aynı zamanda da toplum bilimcidir.

Realist ve ulusal Arap edebiyatının önderi olan Emin er-Reyhânî, diğer Mehcer edebiyatçıları gibi özlemlerden, şikâyetlerden ve nefsin kurtuluşundan bahsetmez. Onun edebiyatında realizm vardır, toplumsalcılık vardır, vatan kavramının yüceltilmesi vardır. Onun tüm arzusu, Arap insanının ve Arap dünyasının kurtuluşudur. Emin er-Reyhânî, Arap insanı ve dünyasının kurtuluş çareleri üzerinde dururken, başta Cibrân olmak üzere pek çok Mehcer edebiyatçısı, bu dünyada yalnızlık duygusu içinde, bir başka ruh dünyasının özlemini çekmiştir. er-Reyhânî, tüm benliğiyle bu dünyada yaşamış ve yine göçmen şairlerden İliyyâ Ebû Mâdî gibi “Nereden geldim ve nereye gidiyorum?” sorularına takılmamıştır. Eserleri, makaleleri ve çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalarında en dikkati çeken nokta Emin er-Reyhânî’nin özgürlük üzerinde durmasıdır. Yine üzerinde durduğu en önemli ikinci nokta ise ona göre yokluğu tarih boyunca pek çok soruna sebep olmuş olan dinî hoşgörüdür. Ona göre sabır, hoşgörü ve sevgi, sınıfsal çatışmaları engeller. “Biz Suriyeliler, elimizde olsa birbirimize kanlı savaşlar açardık, ancak Osmanlı Devleti buna izin vermiyor.” sözü de ona aittir.