Prof. Dr. Feridun M. Emecen, “İstanbul’un kaderini Fatih’in kararlılığı belirledi”
Henüz Orhan Bey döneminden tohumu atılan ardından I. Murad, Yıldırım Bayezid ve II. Murad tarafından yeşeren İstanbul’un fethi düşüncesi, 1453 yılında Osmanlı’nın tüm fetih düşüncesinin miras kaldığı Fatih Sultan Mehmet’e müyesser olur
Akşemseddin, İstanbul’un fethini teşvik ediyor.
Fetih ve Kıyamet, Yavuz Sultan Selim ve İlk Osmanlılar gibi kitaplarıyla geniş ve saygın bir okur kitlesine hitap eden Prof. Dr. Feridun Emecen ile İstanbul’un fethine giden süreci, kuşatmanın kırılma anlarını ve büyük fethin Türk tarihindeki yeri üzerine konuştuk...
Henüz Orhan Bey döneminden tohumu atılan ardından I. Murad, Yıldırım Bayezid ve II. Murad tarafından yeşeren İstanbul’un fethi düşüncesi, 1453 yılında Osmanlı’nın tüm fetih düşüncesinin miras kaldığı Fatih Sultan Mehmet’e müyesser olur. Düşüncesi Osmanlı’nın kuruluş yıllarına dek uzanan İstanbul’un fethinin 569. yıldönümü sebebiyle tarihçi ve akademisyen Prof. Dr. Feridun M. Emecen ile konuştuk.
Osmanlılar açısından İstanbul’un fethi düşüncesi ne zaman ortaya çıktı?
İstanbul’un fethi düşüncesi, Osmanlılar’da Fatih Sultan Mehmet’e has bir düşünce değil. Daha önce de bununla ilgili olarak bazı düşünceler hatta fiiliyata geçirilen kuşatmalar söz konusu oldu. Daha Orhan Bey döneminden itibaren Bizans hedefi söz konusudur. Bizans ile olan ilişkiler ağı içerisinde bunu görüyoruz. Osmanlılar I. Murad döneminde Balkanlara doğru yayılmaya başlayınca, İstanbul yönünden ve özellikle Edirne’den itibaren Balkanlar yönünden yeni akın/gaza faaliyetleri yürüttüler. Ardından Yıldırım Bayezid döneminde İstanbul’un doğrudan doğruya hedef alındığını, kuşatıldığını ve uzun süre abluka altında tutulduğunu biliyoruz. Bu kuşatmalar sonraki dönemlerdeki Osmanlı sultanlarına bir nevi yol göstermiş oldu. Zaten Fatih Sultan Mehmet de bu anlamda Yıldırım Bayezid izinden giderek, onun hedeflerini gerçekleştirmeye çalıştı. II. Murad’ın döneminde yine İstanbul önlerinde bulunduğu sıralarda 1422’de şehrin kuşatıldığını biliyoruz. Böylece bütün bu gelenek ve miras Fatih Sultan Mehmet’e intikal etti.
Fatih Sultan Mehmet ne zaman İstanbul’u fethetmek istiyor?
Fatih Sultan Mehmet, ilk tahta çıkışında yaşı küçük olduğu için devletin bütün mekanizmalarına hakim bir durumda değildi. Bu nedenle ilk saltanatında devleti kontrol altına alabilmek ve etrafında olup bitenin farkında olmak gibi önemli bir tecrübe sahibi oldu. Bu tecrübe daha sonra tahttan indirilen bir şehzade-sultan olarak, 1446 ile 1451 arasındaki Manisa yıllarında tahtın yegane adayı ve eski bir sultan olarak ona çok büyük bir artı sağladı. İstanbul’un fethi ile beraber kendi gücünü ikame edebileceğini düşünüyordu ve kurmayı hedeflediği bu büyük devletin temellerini atma yönündeki planlarını, Manisa’da bulunduğu yıllarda gerçekleştirdi.
İstanbul’da açılan İslam Medeniyetleri Müzesi’nde Fatih’in çocukluk defteri olabilecek bir defter sergileniyor. Defterin mahiyeti nedir?
O defterin mahiyeti tam olarak belli değil. O dönemden kalan bir defter olarak gözüküyor ancak çizimlerin ve defterin Fatih’e ait olup olmadığına dair hiçbir açık kanıt yok. Hatta vaktiyle defteri yayınlayan Süheyl Ünver bile Fatih’e ait olduğunu kesinlikle söylemek mümkün değildir dedi. Ancak çok yaygın bir şekilde Fatih’e ait olduğu bilgisi dolaşıyor. Yani ona ait olabilir de olmayabilir de.
Fatih’in fetih öncesinde İstanbul’a, surların içerisine girmiş ve orayı görmüş olma ihtimali var mı?
Açıkçası tam bilemiyoruz. İstanbul’un çevresinde, surların etrafında dolaştığı vakidir. O dönemde İstanbul’a giriş çıkışlar var. Askerler girip çıkıyorlar, Fatih de girmiş olabilir. Çünkü Fatih’in oldukça atak, gözünü budaktan sakınmayan on dokuz yaşında bir genç olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla gizlice girmiş ve ne olup bittiğini gizlice araştırmış olma ihtimali var.
Osmanlı ve Bizans’ın barış içinde devam eden ilişkilerinin üzerine, Rumeli Hisarı inşaatının Bizans için şaşırtıcı olduğunu söylüyorsunuz. Bizans, tabiri caizse sıranın kendisine geleceğini düşünmedi mi sizce
Bizanslılar, her an büyük bir tehdit algılaması içerisinde idiler. Yıldırım Bayezid döneminden gelen itibaren gelişmeler malumdur. II. Murad’ın durumu da belli. Fakat II. Murad, 1444’teki Varna Savaşı, 1448’deki II. Kosova Savaşı gibi çok büyük problemlerle uğraştı. Dolayısıyla bu karşı karşıya kaldığı meseleler ona ayak bağı oldu. Her an bir Haçlı Seferi olabilir düşüncesi söz konusuydu, bu da bir ölçüde korkuları besleyen bir durumdu. Fatih Sultan Mehmet’e kadar İstanbul, kendini bu anlamda doğrudan bir tehditten kurtarmış oldu. Fatih döneminde ise artık şartlar müsait hale gelmiş görünüyordu ve fetih Fatih’e müyesser oldu.
İlk kez İstanbul’un fethi için kullanılan bir takım savaş stratejileri var değil mi?
O zamana kadar hiç tatbik edilmemiş “tabya sistemi” bu kuşatmada önemlidir. Surlara yönelik muhtelif tabyalar halinde, 7-8 toptan oluşan bir grup düşünün. Bunların seri atışıyla beraber yumuşatılan surlar tamamen yıkılmış oluyor. Bu sistem de ilk defa bu muhasarada Fatih Sultan Mehmet tarafından kullanıldı. Daha önce de toplarla kale kuşatmaların olduğunu, gediklerin açıldığını biliyoruz Avrupa tarihinde. Ancak İstanbul’daki kadar muazzam ve son derece güçlü surlara yönelik bu kabil bir uygulama bir ilki oluşturur. Ayrıca yer altından kazılan tüneller ya da lağımlar, toplar kadar etkili oldu. Fetih sırasında kazılan tüneller vasıtasıyla surların altına barut fıçıları yerleştirmek veya başka tekniklerle duvarları, kuleleri çökertmek mümkün olabildi. Topkapısı’nda büyük bir kule vardı, o kule çökertilince, artık tamir edilemez bir durum hasıl oldu. Oluşan büyük yıkıntı sur içine bir yol teşkil etti. Son hücum da buradan oldu, açılan gediklerden ve yıkıntıların üzerinde girişler başladı. Aynı anda farklı yerlerden de girişler oldu.
Kuşatma ve fetih de en can alıcı süreç ve eylem sizce neydi?
Savaş tarihi ve kuşatma tarihi açısından bakıldığında burada Fatih’in gerçekleştirmiş olduğu ve o dönem için olağanüstü sayılan birtakım uygulamalar var. Bunlar içerisinde özellikle gemilerin karadan çekilmesi meselesine Batılı entelektüeller çok büyük ehemmiyet verirler. Stefan Zweig’ın o meşhur “Yıldızın Parladığı Anlar” kitabındaki İstanbul’un fethi bahsinde bu o güne kadar eşine rastlanmayan bir olay olarak anlatır. Fatih’i büyük bir teknik kapasitenin sahibi olduğunu gösterecek şekilde yorumlanır. 20-21 Nisan günleri elbette kuşatma için büyük bir dönüm noktası. O sıradaki zor durum, yani yardım gemilerinin Osmanlı donanmasının engelleme çabalarına karşılık Haliç’e girmesinin ortaya koyduğu moral çöküntüsü, Fatih’i derinden sarstı. İşte bu durumu ortadan kaldıracak şekilde Osmanlı gemilerinin karadan çekilerek Haliç’e indirilmesi çok önemlidir. Kuşatma böylece hızlandı ve artık İstanbul’un mukadder akıbeti o dönemden itibaren Fatih tarafından kararlılıkla belirlenmiş oldu.
İstanbul’un fethi şölenlerinde hep koskoca bir gemiyi karadan çekildiğini görürüz. Gemiler sahiden o kadar büyük mü? Bahsedilen rotadan çekilmesi gerçekten zor gibi?
Güzergah hem zor hem de o tam olarak o güzergah mı, yani Tophane’den çekilerek mi Haliç’e indirildi, net değil. İlgili güzergah 1.5 kilometrelik kısa bir yol olduğu için bir gecede çekilebilir diye düşünerek o yolu teklif edenler var. Fakat burada sorgulanması gereken hususlar var. İlk olarak o yol ve güzergah Galata Kulesi’ne çok yakın. Orası Bizans casuslarıyla dolu, Galata üstelik Cenova kolonisi. Dolayısıyla böyle bir hareketten haberleri olabilir ve Bizans’a bildirebilirlerdi. Bu nedenle olayın gözden uzak bir yerde olması daha akla yatkın geliyor. Üstelik bir gecede yapılabilecek bir iş değil, çünkü gemilerin arasında bahsettiğiniz gibi büyük çapta olanlar da var. Benim kanaatim bunun çok önceden, daha Rumeli Hisarı inşasına başlandığı sıralarda Fatih tarafından düşünüldüğü ve o dönemden itibaren kademe kademe hazırlıklarının yapıldığı yönünde.
Fetih sonrası, halk nasıl bir İstanbul’a uyandı?
Son hücum sırasında İslam geleneğine dayanan bir yağma hakkı verildi. Bir buçuk gün boyunca yağma sürdü. Dirençler oldu, şehrin içerisinde yer yer savaşlar devam etti. Dolayısıyla herkes teyakkuzdaydı. Fatih, hemen ilk gün öğleye doğru şehre girdiğinde şehri kontrol altına aldırdı. Şehrin tahrip olmasına izin vermedi ve ertesi gün çavuşlar gönderilerek herkes zapturapt altına alınarak şehrin yağmasını bitirdi. Teslim olanlar için bir problem yoktu onlar yerlerinde kaldılar. Askerler ise zorluk çıkaranları fidyeleri ödendiği takdirde serbest bırakmak üzere öldürmek yerine esir aldı. Ardından esirlerin pek çoğu fidyesi Fatih Sultan Mehmet tarafından ödenerek serbest bırakıldı. Çünkü Fatih burada büyük bir payitaht kurmak ve başşehir yapmak istiyordu. Böyle bir şehri şenlendirmek insanla, bölgenin halkıyla olurdu. Öyle ki İstanbul’da iki yıldır boş kalan patriklik makamı Fatih Sultan Mehmet tarafından yeniden ihya edildi.
Fatih Sultan Mehmet’in bir başkent olarak İstanbul’u imar etmek düşünceleri var. Nedir bu imar faaliyetleri?
Şehir artık Osmanlı Türklerinin elinde. Dolayısıyla bir İslam -Türk kenti haline getirilme süreci başlıyor. Burada en önemli faaliyetler camiler inşa edilmesi ve eski Bizans yapıları üzerine İslam şehrinin yükselmesi. Bu anlamda Ayasofya’nın ibadet için camiye çevrilmesi sembolik anlamda önemli. Çünkü Ayasofya maruf ve İslamiyete mâl olan bir bina olarak görülüyor. Aynı zamanda da Havariyyun Kilisesi olduğu, Bizans imparatorlarının mezarlarının bulunduğu yere Fatih Camii ve imareti inşa ediliyor. Buraya bir de medrese yaptırması önemli çünkü İstanbul’u bir kültür merkezi yapma isteği var. En yüksek dereceli medrese burası. Her bir paşaya değişik semtler vermek suretiyle o kesimi ihya ediyor; şehrin ana silüetinin artık tam bir şekilde hem Türk hem de İslam damgasını vuracak zemin oluşturuluyor. Böylece İstanbul “Roma başkenti” iken şimdi Fatih’in Roma mirası üzerinden kurduğu yeni bir imparatorluk başkenti ortaya çıkıyor. Dolayısıyla yeni sahiplerinin dini anlayışlarını yansıtan bir şehir zuhur ediyor.
Tarihe baktığımızda fetihten önce de sonra da, ulus devletlerinin yükselişine kadar İstanbul, hep kozmopolit bir şehir. Öyleyse şu an İstanbul’a doğru bu akışın devam etmesi çok doğal değil mi?
Tarih boyunca cazibesi olan bir yer olmakla birlikte fetihten sonraki göçler ile şu anki göçleri aynı şekilde telakki etmemek lazım. Fetihten sonraki göçler, nihayetinde kenti şenlendirmek amaçlı çoğu içeriden müteveccih bir karakter taşyordu. Bazen devlet İstanbul’u canlandırmak, şenlendirmek adına teşviklerde dahi bulunmuştu. Fetihten hemen sonra Fatih’in Selanik Yahudilerini İstanbul’a sürdüğünü biliyoruz. Ticari faaliyetleri canlandırmaları için bir bölgeye toplu halde yerleştirildiler. Yine aynı şekilde Rum ve Ortodoks ahalinin bir bölümünün dışarıdan getirilerek İstanbul’a yerleştirildiğini biliyoruz. Ancak Cumhuriyet dönemi boyunca geçirilen süreçler içerisinde türlü şekillerde gayrimüslim unsurlar İstanbul’dan yavaş yavaş çekildiler. Bunun tabi hepimizin bildiği muhtelif sebepleri vardı. Zaman içerisinde Anadolu’dan gelenlerle birlikte bir değişim oldu. Ama İstanbul hiçbir zaman o kozmopolit yapısından çok şey kaybetmedi. Zaman zaman şehrin “Anadolulaştığını” söylerler ama benim kanaatim şehrin Anadolulaşmayı da kendine bir şekilde çevirdiği yönünde. Şimdiki göçler ise şehri değil, göç edenlerin kendilerini ihya etme düşüncesi çerçevesinde oluşan tipik bir özellik gösterir. Kendilerine ait gettolaşmış semtler oluşturmaya yönelik tipik göçmen davranışı söz konusu. Şahsi düşüncem iyi planlanmaması halinde bu gettolaşmanın ciddi bir gerilime yol açabileceği yönünde. En azından bu tür duruma kadim İstanbul içinde yani eskilerin “nefs-i İstanbul” dediği sur içi asıl İstanbul’da izin vermemek gerekirdi. Kadim semtlerimizin tarihi dokusunu kültürel unsurlarıyla beraber korumak Fatih’in bize bıraktığı mirasa sahiplenmek anlamı taşır.
Kuşatma gecelerinden birinde Akşemsettin tarafından Fatih Sultan Mehmet’e gelen bir mektup var. Fatih’le ilgili yanlış bilinen olgulardan biri de Akşemsettin’in Fatih’in hocası olduğu. Peki Akşemsettin’in mahiyeti nedir fetihte?
Tasavvuf ehli Akşemsettin önemli bir sima bu anlamda ve şöhreti biliniyor. Fatih ile ilişkisi nasıldır bilemiyoruz. Kesin bir bilgi yok. Fakat muhtemelen daha önce şehzadelik yıllarında Manisa’da bulunuyorken Akşemsettin ile irtibat kurmuş olabilir. Aynı zamanda İstanbul’un fethi hazırlıkları çerçevesinde davet ettiği şeyhler, ulema ve diğer bazı gruplar var. Akşemseddin İstanbul kuşatmasına teşvik edenler arasında yer alıyor. Ayasofya’nın açılışı sırasında ön plana çıkıp dua ettiği gibi bilgiler ise çok geç tarihli menkıbelerden alınan bilgiler. Bu hususlarda dönemin kaynaklarından çok fazla bir bilgiye erişemiyoruz. Dönemin kaynakları ne yazık ki oldukça ketum ve bir şey yazmıyorlar. Tursun Bey gibi bir tarihçi var mesela, onun yazması lazım, ancak döneme ait çok fazla ayrıntıya girmiyor Bunlar o dönemdeki tarihçilik anlayışının bir yansımasıdır.
“1455 Tarihli İstanbul Tahrir Defteri’nin Kayıp Sayfaları” isimli bir makalenizi var. Nedir bu Tahrir Defteri?
Fethin hemen ardından bir sayım yapıldığını biliyoruz. Dönemin tarihçisi Tursun Bey bu sayıma katılmış ve akrabası Cebe Ali Bey ile beraber İstanbul’un sayımını yaptığını söylüyor. Sayım emrini Fatih Sultan Mehmet veriyor. Bu sayım ile ilgili defter uzun zaman ortalıkta yoktu daha sonra Halil İnalcık hoca bu aslı nerede olduğu bilinmeyen, eline fotokopisi ulaşan defteri yayınladı. Ancak bu defterin hangi arşivde hangi numarada kayıtlı olduğu bilgisini bulamadığını ifade etti. Sonra tesadüf eseri olarak bu kayıtların Topkapı Sarayı Müzesi arşivindeki bir defterin içerisinde bulunduğu tespit edildi. Ben o defteri incelediğimde hem o kaydı, hem de hocaya fotokopinin bir sayfasının eksik olarak geldiğini gördüm. Bir de defterin, baş sayfasında adı yazan katib tarafından kaleme alınmadığını, bunun sayfaların karışması neticesi olduğunu tesbit ettim. Ayrıca bugüne kadar dikkat çekmeyen benzeri bir defter kaydını daha tesbit edip bunun faksimile metnini makaleme koydum. . Defterin aslı şu an Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nde. Bu defter, İstanbul tarihi için çok önemli. Fetih sonrası şehir tahrip mi oldu, ne oldu, kaç mahallesi var, yaşayanlar kimlerdi gibi soruları aydınlatıyor ve kuşatmadan iki yıl sonraki durumu ortaya koyuyor. Dolayısıyla şehrin nüfusunun indiği, büyük tahribata uğradığı gibi görüşlere karşı sağlam bir arşiv belgesi olarak cevap niteliği taşıyor.
Kaynak: Yeni Şafak