ORTAÇAĞIN ÇOK KÜLTÜRLÜ ŞEHRİ MEDİNETÜSSELAM- BAĞDAT
Ramazan MUT


Bağdat…  Bir imparatorluğun kuruluşuyla inşa edilen ve aynı imparatorluğun çökmesiyle eski ihtişamından çok uzaklaşan bir Ortaçağ şehri

Tarihte hiçbir şehrin masalları dünyanın birçok diline çevrilip dilden dile dolaşmadı onunki kadar

Bilimin, kültürün, felsefenin, astronominin ve mimarinin en önemli şehirlerinden biridir dönemin Bağdat’ı.

Günümüzde Londra, New York gibi çok kalabalık ve büyük şehirlere yolculuk yapanlar, bu şehirlerin üniversite, müze, kütüphane, otel, köprü ve yüksek binalar gibi şehrin kültürel, sosyal ve ulaşım içerikli yapılar ve büyük ticaret merkezlerinin olduğuna şahit olurlar. Belki birçok büyük şehirde bu saydıklarımız mevcut olabilir. Ama bu özelliklerin yanında bu şehirlerde başka şehirlerde olmayan bir özellik mevcut. Dünyanın küçük bir minyatürü olmak. Yani dünyanın birçok ülkesinden insanlarla buralarda karşılaşmanız, kendi şehrinizde başka bir mahalleden ya da ilçeden apartmanınıza kolaylıkla göçen bir komşunuz gibi başka ülkelerden buralara göçenleri görebilirsiniz. Bu şehirlerde yaşarken komşunuzun, sizin şehrinizin bir ilçesinden ya da başka bir şehirden değil bambaşka bir kültürü, dili, yaşantısı olan bir ülkeden geldiğini görürsünüz. Hayatında hiç Vietnamlı, Kenyalı ya da Uruguaylı görmemiş kişi, bu şehirlerde bu halklardan birilerini görmesi olağandır. Önceleri daha önce görmediği bu insanlarla iletişim kurarken kendini tuhaf hisseden şehrin yeni sakini, zamanla bu komşularına alışır; kültürel alışverişler başlar artık. Bu insanları tanırken kendi kültürünün de farkına varmaya başlar kişi.

Evet, 21. Yüzyılda Batı’da dünyanın iki büyük ülkesinin en büyük şehirlerinden bahsederken şöyle bir soru da sorabiliriz sanırım. Ortaçağda da böyle şehirler var mıydı? Yani büyük yapıların olduğu, büyük kütüphanelerin, üniversitelerin, büyük ticaret merkezlerinin, dini yapıların, hanların, hamamların, köprülerin çok olduğu, hepsinden öte dönemin ulaşım koşulları dikkate alındığında birçok milletten insanı da görebileceğiniz şehirler var mıydı

Bağdat…  Bir imparatorluğun kuruluşuyla inşa edilen ve aynı imparatorluğun çökmesiyle eski ihtişamından çok uzaklaşan bir Ortaçağ şehri.

Tarihte hiçbir şehrin masalları dünyanın birçok diline çevrilip dilden dile dolaşmadı onunki kadar. Tarihte hiçbir şehir, sıfırdan inşa edilip kısa zamanda böyle bir ihtişama ulaşamadı şimdiye kadar. Ortaçağda hiçbir şehirde bu kadar farklı milletten insan bir arada yaşamıyordu. Çağdaşları 10 bin ile 500 bin arasında bir nüfusa sahipken 1,5 milyonluk bir nüfusa hiçbir şehir ulaşamadı döneminde. Tabii yukarıda örnek verdiğimiz iki şehirden biri henüz yoktu dünyada. Diğeri de 20 binlik bir nüfusa sahipti.

Bilimin, kültürün, felsefenin, astronominin ve mimarinin en önemli şehirlerinden biridir dönemin Bağdat’ı.

Bağdat’ın Ortaçağda da rakipleri de yine İslam şehirlerinden Fatimiler’in Kahire’si ve Endülüs’ün   Kurtuba’sıydı.

Etimolojik olarak tanrı vergisi, koyun ağılı gibi kelime kökeni hakkında birçok rivayet olsa da Bağdat, Abbasi halifesi Ebu Cafer el Mansur tarafından 755 yılında şehir planı çizdirilip 763 yılında da inşa edilmişti. Şehrin mimari planını el Mansur’un kendisinin çizdiği rivayet edilir. El Mansur, şehri bir daire şeklinde planlamış ve öyle inşa ettirmişti. Şehrin inşası bittikten sonra 753 yılında askerleriyle Bağdat’a gelen el Mansur, şehre Medinetü’s-Selam adını vermişti.

Bağdat, kurulduktan bir süre sonra taht kavgaları, iç karışıklıklar ve dini yorumlarda farklılıkların sonucu mezhep kavgalarına şahit olduğu gibi birçok doğa olayına da şahit olmuş bir şehir. Yıkıcı depremler, sel felaketleri, nehirlerin taşması, yıldırım ve göktaşı düşmesi gibi gökyüzü olayları, açlık, kuraklık, hastalıklar, veba, ve kıtlık gibi sayısız olaylara sahne olmuş. Bütün bu olaylara rağmen her zaman bir ilim merkezi olmaya, bir çok milletten insana ev sahipliği yapmaya  devam etti şehir.

Siyasi ve dini kavgaların yanı sıra kültürel hayatıyla da zihinlerde yer etmişti Bağdat.

İlk olarak tercüme evi olarak kurulan ve Darül Hikme, zamanla büyümüş ve 1,5 milyonluk bir kütüphaneye ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Dünyanın birçok dilinden tercümeler yapılmış ve bu tercüme hareketi zamanla şehri filozofların, din alimlerinin, şairlerin, gözde şehri olmasına yol açmıştı. Hanefî ve Hanbelî mezhepleri de burada doğdu. Selçuklular döneminde kurulan Nizamiye Medresesi de dönemin en önemli Üniversitelerinden biri olmuştu.

Dicle nehrinin iki yakasına kurulan şehir, yüzyıllarca İslam dünyasının en önemli şehirlerinden bir olmuştu. Ta ki Moğolların şehri işgal edip yağmalamasına kadar. Moğollar şehre girdiklerinde son Abbasi halifesi Müsta‘sım-Billâh’ı teslim alıp işkence ederek hazin bir şekilde öldürdüler. Son Abbasi halifesini öldürmekle kalmayan Moğollar, şehirde katliama başladı ve farklı rivayetlere göre bir hafta, bir ay veya kırk gün süreyle halkın hepsi yaşlı, kadın, çocuk bir milyondan fazla insan öldürüldü. Şehir tamamen yağma ve tahrip edildi. Kaynaklar, yağmadan  sonra şehre giren Moğol hükümdarı Hülâgû’nun ceset kokusu yüzünden şehirde fazla kalamadığı, nehrin önce kan, ardından da atılan kitaplar sebebiyle mürekkep renginde aktığını rivayet etmektedir. Moğollar, sadece şehir halkını katletmekle kalmadı. Şehrin ilim merkezlerini yağmalayarak, alimleri öldürerek şehrin hafızasını da yok ettiler. O günden sonra şehir maalesef aynı düzeye gelemedi. Osmanlı Devleti döneminde şehir yeniden canlandı. Gerek Kanuni Sultan Süleyman döneminde gerekse de 19. Yüzyılda şehirde imar faaliyetlerine önem verildi.

Günümüzde Osmanlı komutanlarından Namık Paşa tarafından 1863'de Dicle nehrinin kıyısında yaptırılan çarşı ve ünlü şair Mütenebbi’nin ismini taşıyan cadde, Darül Hikme gibi olmasa da kültür-sanat alanındaki geleneksel çalışmalara ev sahipliği yapıyor. Kültür çarşısı olarak kabul edilen  şehirdeki  Mütenebbi Caddesi ve çarşı, kitap meraklılarının uğrak yeri. Bir de Bağdat’ın es eski kütüphanelerinden Fulfuli Kütüphanesi bulunuyor çarşıda. Sahaflığın, babadan oğula geçtiği çarşıda kitapçılar, okurların hangi kaynağa nereden ulaşacaklarını adları gibi biliyor. Aydınlar, politikacılar, gazeteciler ve öğrencilerin mezhep çatışmalarını bir kenara bırakıp tarihi Şabander Kafe'de çaylarını yudumlayıp entelektüel sohbetlerde bulunuyorlar.

1258’de Moğolların kültürü yok etmesinden 745 yıl sonra Amerika’nin Irak’ı işgali sonrası şehir, yine kültürel yağmaya şahit oldu. Onlarca kültürel mekan gibi  Mütenebbi caddesi de bu işgalden etkilenen mekanlardan biriydi. 5 Mart 2007'de ise bomba yüklü bir arabanın, şehrin kitapçılar ve matbaalarla dolu edebiyat merkezi olan Mütenebbi Caddesi'nde patlamasıyla onlarca insan ve çarşıdaki binlerce kitap tekrar savaş kurbanı oldu. El Mütenebbi, yapılan restorasyon çalışmaları sonrası eski canlılığına tekrar kavuştu.

İşgal, yağma, mezhep çatışmalarına inat, kültürel canlılığını muhafaza etmeye çalışan Bağdat yani Medinetüsselam, Ortaçağdaki ihtişamı kadar olmasa da düştüğü yerden ayağa kalkacağı günleri bekliyor.