Nart Hasen Eş-Şeyh: Kendimizi Yüce Bir Zafer Sahnesinde Bulduk
SÖYLEŞİ: ERAY SARIÇAM
Suriyeli şairler, gerçek edebiyatın vatanın ve yurttaşın kaygılarını yansıtan edebiyat olduğunun farkına varmışlardır. Şairse her karanlık alanı aydınlatarak toplumunu etkileyebilen kişidir...
Suriye'nin bağımsızlığına kavuşma sevinci, Golan'ın ve Filistin'in kaybedildiği Nekbe'de olup bitenler sebebiyle uzun sürmese de şiirin çığlıkları dinmedi.
Dürüst edebiyat, özel bir gündem altında belirli bir hedefe ulaşmak değil, tarihi kaleme alarak çarpıtmadan insanlığa sunmaktır.
Türk şiirini anlama arzum, sınır bölgesinde geçirdiğim, bazı Türk televizyon kanallarında yayınlanan program ve filmleri izlediğim çocukluk yıllarıma uzanıyor.
Öncelikle Suriye edebiyatının dönemlerinden/devrelerinden bahsedelim istiyorum. Modern anlamda Suriye edebiyatının başlayışından günümüze gelene kadarki gelişimini anlatır mısın bizlere? Yani ilk devir olarak “er-Ruvvâd”den son dönem olarak da “Edebu’l-mukâveme”ye kadar olan süreci merak ediyorum…
Kısa cevabımın Suriye edebiyatına yetmeyeceğini, onun ayrıntılı resmini sunmayacağını bilsem de, değişen siyasi koşullar labirentine düşmeyip modern aşama çerçevesinde kalabilmek için önceki aşamaları atlayacağım. Ancak en azından bu zengin edebiyatı tanımak isteyenlere yardımcı olacak önemli noktaları sunabilirim.
Şunu belirtmek gerekir ki genelde edebiyat, özelde ise şiir, şairlerin şiirin övgü, ağıt ve hiciv gibi geleneksel amaçlarına ve söz ustalığına odaklanmaları nedeniyle 19. yüzyılın ilk yarısında durgunluk ve zayıflıktan muzdarip hale geldi.
Sonrasında 19. yüzyılın ortalarındaki iyileşme ve gelişmeyle beraber yeniden doğuş dönemi başlamıştı. Özellikle ikinci yarısında roman, makale, hikâye gibi yeni edebi türler gelmiş, Batı edebiyatından alınarak Arap edebi metnine uyarlanan özelliklerin edebiyata yeni bir ihtişam kazandırdığı 20. yüzyılda bu yenilenme yoğunlaşmıştı.
Asıl rol, önemli bir fikri uyanışa katkıda bulunan çeviri, basım ve diğerlerinindir.
Fransız sömürgeciliğine karşı mücadele ve direniş dönemi olan 30 ve 40’lı yıllar Suriye şiirinin başlangıç noktası olacak derecede parlamıştır.
Suriyeli şairler, gerçek edebiyatın vatanın ve yurttaşın kaygılarını yansıtan edebiyat olduğunu, seçkin şairin, acı gerçeklerden uzakta fantazilerle örülü fildişi bir sarayda oturan değil de içinde bulunduğu her karanlık alanı aydınlatarak toplumunu etkileyebilen kişi olduğunun farkına varmıştır. Bu nedenle, siyasi eyleme giren, kelimelerini eylem ile birleştiren kültürlü ve bilinçli bir grubun önderlik ettiği mücadele, halkın 1946'da başarıyla taçlanana dek Fransız sömürgeciliğinden bağımsızlığı ve özgürlüğü için verdiği çaresiz mücadelenin yanında ön plandaydı.
Nitekim yazarlar, kendilerini yüce bir zafer sahnesinin önünde bulmuştu. Bazıları kendilerini edebiyat hareketini canlandırmaya adamış, bu ihtimam Arap Yazarlar Birliği gibi düzenli ve resmi kurumların doğuşuyla sonuçlanmıştı. Gazetelerin bolluğu sayesinde makale gibi konuları edebi, bilimsel ve romantik arasında değişen edebi türler de yaygınlaşmıştı.
Muhammed Kürd Ali, Zeki el-Arsuzi, Abdulkerim el-Eşter ve Saad Saib, bu yönde önde gelen isimlerdendir.
Seksenler ve sonrasındaki baskı, katliam ve tutuklamalar ise şairi içe dönük hale, duygusal kaygısını derinlerde arar getirmeyi başarmıştı.
Genelde Orta Doğu, özelde ise Arap coğrafyası siyasi olarak hemen her zaman çok karmaşık olmuştur. Arap dünyasını direkt ilgilendiren Nekbe Günü’nün, Arap-İsrail Savaşı’nın, Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ya da Amerika’nın Irak’ı işgalinin Suriye edebiyatına etkileri nasıl oldu, bu gibi olaylar Suriyeli yazarlar ve şairler tarafından nasıl işlendi, ele alındı?
Suriyeli yazarın, Batı'nın tersine çevirmeye çalıştığı Arap dokusunun ayrılmaz bir parçası olduğu duygusu, çatışmanın ön saflarında yer almasına neden oldu. Şiirsellik ile ülkesi topraklarına ve haklarına karşı bir vatandaş olarak görevi arasında denge kurması gerekti. Şairler, 1946'da istenen elde edilene dek etraflarındaki her şeye gözlerini açıp acı çekerek uyanışa geçti. Suriye'nin bağımsızlığına kavuşma sevinci, Golan'ın ve Filistin'in kaybedildiği Nekbe'de olup bitenler sebebiyle uzun sürmese de şiirin çığlıkları dinmedi.
Böylece, o dönemde etkin olmaya başlayan, kısa süre içerisinde 1967'de gerileme duvarına çarpan direniş şiiri oluşmuştur.
Nitekim bu savaşlar genel olarak edebiyatın özgünlük ile karakterize edilen özelliklerini belirlemiş, acı gerçekliği doğru şekilde tasvir etmiştir. Zirâ savaşlar, yazarların duygularını perçinler.
Bu yenilgi, genelde Arap edebiyatına, özelde ise Suriye edebiyatına açıkça yansımış, şiir üzüntü, suçlama ve umutsuzlukla dolu hale gelmiştir.
Örneğin Bedevi el-Cebel, bir şiirinde “Ey mahalle dostu, şikayetlerimiz rahatsız ediyor mu seni? / Demir inceldi de bizdeki dertler bitmedi” ifadelerine başvurmuştur. Bağımsızlığını kazanmak için Fransız işgaline karşı çıkan Suriyeli yazarların tüm savaşlarında kardeş Arap haklarının yanında yer alması şaşırtıcı değildir. Ardında Filistin davasıyla ilgili seçkin bir miras bırakan Ömer Ebu Rişa buna en güzel örnektir.
Suriyelilerin felaketlere, Filistin ve Lübnan'da yaşanan savaşlara karşı tutumları, 1969 ila 1979 arasındaki dönemde insanların çektiği acıları aksettirdikleri roman ve öykülerde de kendini gösterir.
Türk edebiyatı hakkındaki düşüncelerinizi de merak ediyorum. Yani Türk edebiyatının dönemleri veya öne çıkan isimleri hakkında neler bilir neler düşünürsünüz? Suriye edebiyatıyla Türk edebiyatını kıyaslayınca ortak noktalar var mıdır? Ve son olarak, bugünkü Türk edebiyatını -yazarları, kitapları, dergileri- takip edebiliyor musunuz?
Bu soru, bende Türk edebiyatındaki sırlara ve estetiğe dair merak duygusu uyandırdı.
Türk şiirini anlama arzum, sınır bölgesinde geçirdiğim, bazı Türk televizyon kanallarında yayınlanan program ve filmleri izlediğim çocukluk yıllarıma uzanıyor. Genel olarak şiire olan aşkım, şarkı sözleri veya dizelerden etkilenmemi sağladı.
Aynı zamanda bazen akrabalarıyla ve mahalledeki Türk komşularımızla Türkçe konuşan Türkmen annem de Türkçe ile doğrudan temasta bulunmamı sağladı.
Gençlik dönemimde ise Suriye'de Aziz Nesin'in bazı kitaplarına rastladım. 2013'te Türkiye'ye geldiğimde Türkçe öğretmenim Ali Kaçmaz derslerinde Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı ve Necip Fazıl'ın Zindandan Mehmed'e Mektup şiirlerini dinleterek Türk şiirine daha fazla ilgi duymamı sağladı.
“Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!”
Şiirleri orijinal hallerinde okuyup anlamaya çalışmayı, sonra kendi dilime çevirmeyi seviyorum. Sonra Erdem Bayazıt'ın şiirlerine, Nuri Pakdil'e ithaf ettiği "Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı" dizeli şiirine rastladım.
Bazı çeviri romanlar okudum ve genel olarak halk arasında olduğu gibi edebi yazıda da siyasetle ilgili iki eğilimin varlığını fark ettim. Bu durumu Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Elif Şafak ve Orhan Pamuk gibi fikirlerini desteklediğim veya desteklemediğim meslektaşlarım ve fikirleri aracılığıyla doğruladım.
Sosyal medyada takip ettiğim veya festivallerde karşılaştığım isimler, Hürriyet ve Yeni Şafak gibi sitelerini takip ettiğim gazete ve dergiler de var.
Ancak sorumluluklarım ve belki de Türkçe bilmeyişim dolayısıyla okumalarım henüz dağınık.
Ekleyeceğim bir diğer neden ise iki tarafın yakınlaşma noktaları bulmak, tüm dikenli telleri aşacak şekilde sevgiyle işlenmiş insani ve verimli bir ortam sağlamak için ortak edebi işbirliği kurma konusundaki ilgisizliği olabilir.