MÜŞTEREK MASA
Yaser Atraş
Başlık: ENDÜLÜS MEDENİYETİ’NDEN BİRLİKTE YAŞAMA KONUSUNDA ÇIKARACAĞIMIZ EN ÖNEMLİ DERS NEDİR?
ENDÜLÜS UYGARLIĞININ SIRRI “KÜLTÜR”
Araştırmacılar, Endülüs döneminin incelenmesinde siyaset, askeri güç ve ekonominin üstünde duruyorlar ancak bu dönemin ömrünü uzatmada ve bu devlet altında yaşayan farklı toplumlar arasında insani ortaklıklar ortaya çıkarmada en önemli rolü kültürün oynadığına inanıyorum. (MS 711-1492)
Doğuda, sanatsal ve kültürel refah ihtiyaçlarının ötesinde olan Endülüs kültürel deneyimine büyük saygıyla bakıyoruz. O vakitler Abbasi Halifeliğinin merkezi olan bölgenin özellikle Bağdat'ta Halife Harun El-Reşid tarafından kurulan Bilgelik Evi (Beyt'ül Hikmet) aracılığıyla tüm dünya için kültürel bir taşıyıcı olduğunu, fakat bu zengin ve çeşitli kültürel karışımdan yalnız Endülüs'ün yararlanabildiğini, bu nedenle üniversiteler, bilim ve sanat enstitüleri kurarak Arap ve Avrupalı öğrencilerin ilgisini çekip bu kültürleri Endülüs'e taşıdığını, yeni müzik ve şiir biçimleri ortaya çıkardığını, içinde felsefe ve bilimin yeşerdiğini biliyoruz. Böylece ortaya herkese hitap eden ve onlar için uygun bir kültür ortaya çıktı. Krallar bile o dönemki elçilerini şairlerden ve aydınlardan seçtiler ki bu, kültürün öneminin ve o aşamadaki büyük rolünün bir başka kanıtıdır. Burada Halife Abdurrahmân El-Evsat (II. Abdurrahman) tarafından iki uzun yolculuğa; Norveç’e ve Konstantiniyye’ye gönderilen, Endülüs'ün ilk elçisi şair Yahyâ El-Gazâl’den bahsediyoruz.
Kuşkusuz, Ortaçağ dünyasının en büyük uygarlıklarından birinin çökmesine, kültürel ve insani ortak noktaların kaybolmasına, dini veya etnik açıdan farklı olanlara karşı kin ve nefret duygularının büyümesine neden olan dini çekişme ve aşırı milliyetçiliktir.
Antuan Şalhat
Birlikte yaşamanın en önemli sırrının, Endülüs tecrübesinden ilham alıyorsak, etnik, dini veya diğer bağlılıklarına bakılmaksızın insanlar arasındaki eşitliğin değerini bilmekten geçtiğine inanıyorum.
Eşitlik ilkesini, bir arada yaşamak için önemli bir sır haline getiren şey, insanlara gösteriş yapmak değil de, bunu yaşantımıza uygulamaktır. Böylece insanın inandığı bir değer, kibir ve zorbalığın ortaya çıkmasına, insanlar arası ırkçılığa, ister iyi ister kötü herhangi bir ayrımcılığa sebep olmaz.
Barış, anlayış, birlik ve uyum içinde bir arada yaşamanın en önemli nedenine dikkat çekerken, eşitlik ilkesini diğer toplumlardan çok daha iyi yaşantısına uygulayan toplumların olabileceğini vurgulamalıyım. Eşitliğin en önemli ilke olmasına rağmen demokratikleşmiş ülkelerde, insanlığın henüz birlik ve beraberlik içinde yaşayan toplum seviyesine ulaşamadığını söylenebilir. Bu konunun nedenleri ise başka bir soru başlığı altında derinlemesine incelenmesi gerekir.
Yıldız Ramazanoğlu
Endülüs ruhu insanlığın en temel özlemini gerçekleştirmenin meş’alesini yaktı ve ışığı hâlâ gören gözler için orada duruyor.
Müslümanlar İspanya’ya geldiklerinde daha önce farklı mensubiyetleri bulunan, sonradan İsa Mesih’in dinine katılmış Hristiyanlarla karşılaştılar. İspanya fethedildiğinde Ziya Paşa’nın deyişiyle mertlik gereği yerli halkın dinine, inancına, kurumlarına dokunmadılar. Avrupalı tarihçilerin ittifak ettiği husus şudur ki, mağlup ettikleri düşmanlarına gösterdikleri merhamet ve iyi niyet halkları derinden etkilemişti. Kudüs’ün ve İstanbul’un fethinde de gerçekleşmiş olan bu durum, Peygamberimizin Mekke’nin fethinde ortaya koyduğu ahlaki ilkelerin bir devamıydı. Bu soylu davranışlar Müslümanlarla Hristiyanlar arasında güzel ilişkilerin kurulmasına, gündelik yaşamdaki yakınlıklara ve evliliklere yol açtı. Gençler Hristiyan kızlarla ailelerinin rızasıyla evlenir oldular. Hristiyanların yönetiminde zillet ve sefalet içinde tutulmaya çalışılan Museviler de Müslümanların gelişiyle iyiliğe eriştiler ve başka ülkelerden de Endülüs’e Yahudi göçü başladı. Şehirlerin medeni kurumları olan okullardan, pazarlardan, hastanelerden saygı ve güvenlik içinde herkes yararlanabiliyordu. Moriskalar ise Hristiyanların hükümranlığı altında kalan Müslümanlardı ve inançlarını gizlemek, Hristiyan olduklarını söylemek zorunda kaldılar. Hayatta kalabilmek için güvenlik ve saygıdan mahrum bir gizlilik içinde yaşamlarını sürdürebildiler.
Endülüs medeniyetinin barışçıl güvenli ve saygılı ortamını tanımlamak için Endülüs tarihçileri Convivencia (Birlikte yaşama) kavramını kullanıyorlar. Yüzlerce yıl Endülüs topraklarında farklı ırklar, inançlar, kültürler önemli çatışmalara maruz kalmadan bir arada yaşadılar ve bu güne kadar gelen geniş gönüllü bir medeniyete, olağanüstü biçimde farklılıkların bir arada yaşaması tecrübesine imza attılar. Sekiz yüz yıl süren bu deneyim nesilden nesle öyle derin izler bırakmıştır ki günümüzde bile insanların ruhunda bu güzel medeniyetin izlerine rastlayabiliyoruz. Müslüman hakimiyetinin sona ermesiyle tekrar ötekileştirici, dar ruhlu siyasetler hakimiyeti el geçirdi. Fakat Endülüs Medeniyeti bütün insanlığa bir arada yaşamanın mümkün hatta kaçınılmaz oluşunu, bunun gündelik yaşamda ve siyasi ilkelerdeki inceliklerini göstermiştir. Reconquista(Müslümanların İber Yarımadasındaki varlığını ortadan kaldırma hareketi) tamamlandığında düşmanlıklar tekrar oluştu ve ötekilik kavramı ve düşmanlaşma başat hale geldi. İnsanın en temel ihtiyacı olan değerli görülme o kadar önemlidir ki, bu cevher nerede bulunursa ruhlar oraya akar. Endülüs ruhu insanlığın en temel özlemini gerçekleştirmenin meş’alesini yaktı ve ışığı hâlâ gören gözler için orada duruyor.