Müslümanların Ve Anadolu’nun Endülüs’ten Alacağı Ciddi Dersler Vardır.

RÖPORTAJ
PROF. DR. NİZAMETTİN PARLAK

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Bir hoşgörü medeniyeti olarak nitelenen Endülüs, aynı zamanda bir kitap medeniyeti olarak da nitelendirilmektedir.

Endülüs’teki bilimsel faaliyetler, batı medeniyetinin oluşumunda büyük rol oynadı.

‘Bütün farklılıklara rağmen aynı topraklarda bir uzlaşı içinde yaşamak’ diye nitelenen “Convivencia” Endülüs Müslümanlarının en bariz vasıflarından oldu.


Peren Birsaygılı Mut

Kıymetli hocam, öncelikle bizi kırmayıp zaman ayırdığınız için dergimiz adına size çok teşekkür ederim. Ayrıca Endülüs Medeniyeti üzerine olan ve sıklıkla istifade ettiğimiz değerli çalışmalarınız için de teşekkür ederiz. Endülüs’le ilgili böyle kıymetli bir faaliyet gerçekleştirdiğiniz için size ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Hocam, Endülüs olarak adlandırdığımız coğrafyanın sınırlarını tam olarak nasıl ifade edebiliriz?

Avrupa’nın güney batısında olup Akdeniz’le Atlas Okyanusu arasında yer alan ve Fransa’dan Pireneler’le ayrılan kara parçası “İberya ya da İber Yarımadası” olarak adlandırılır. Günümüzde İspanya ve Portekiz’in bulunduğu bu yarımadayı Müslümanlar M.711-713 yılları arasında nerdeyse tamamen fethederek bu coğrafyaya “Endülüs” adını verdiler. Daha sonra Pireneleri aşan Müslüman ordularının fethettiği Fransa’nın güney bölgeleri de bir süre Endülüs yurdunun bir parçası olarak anıldı.

Kuzey Afrika’nın İber Yarımadası’na en yakın topraklarında günümüzde Fas Devleti bulunmaktadır ve yarımada ile Fas, Cebelitârık boğazıyla birbirinden ayrılmaktadır.

Müslümanların fethinden kısa bir süre sonra İspanya’nın kuzeyinde katolik bazı oluşumlar söz konusu oldu ve bunlar zamanla krallıklara dönüştü. 756’da Endülüs Emevî Devleti Kurulduğunda İspanya’nın kuzeyi Müslümanların elinden çıkmıştı. Bu yüzden artık sadece Müslümanların elinde kalan bölgeler “Endülüs” olarak isimlendirildi.

Günümüzde de 17 özerk bölgeye ayrılmış İspanya’nın en güneyinde yer alan kısmı “Andalucia/Endülüs Özerk Bölgesi” şeklinde isimlendirilmektedir.

Müslümanların İspanya’ya geldiklerinde nasıl bir siyasal ve kültürel atmosfer vardı?

Müslümanlar İspanya’ya çıkarma yaptıklarında burada Germen kökenli Vizigot Krallığı hüküm sürmekteydi ve o sırada ülkede ciddi manada sorunlar yaşanmaktaydı.Öncelikle Vizigotların idarî ve malî bazı uygulamalarından dolayı halk arasında onlara karşı giderek tırmanan bir hoşnutsuzluk ve gerginlik vardı.

Önceleri ariyan mezhebine mensup olan Vizigotlar, ülkede din birliği sağlamak için katolik halkı kendi görüşlerine döndürmek için faaliyet yürüttülerse de sonuç alamayınca kendileri toptan Katolikliği kabul ettiler. Fakat bu sefer de Yahudiler, gerçekleştirilmek istenen birlik için ciddi bir engel olarak görüldü ve onların zorla Hıristiyanlaştırılma süreci başladı. Hatta M. 694’te çıkarılan bir fermanla Hıristiyanlığı kabul etmeyen bütün Yahudilerin köle olduğu ilan edildi. Yahudileri yok olmaktan Müslüman fatihler kurtardı.

Fetih öncesi İspanya’sının en ciddi sorunlarından biri de taht kavgalarıydı. Çünkü Vizigot Kralı Witiza, M. 709 ölünce veliaht oğlu Achila ya da diğer hanedan üyelerinden biri değil de Baetica dükü Rodrigo, muhalifler tarafından tahta oturtuldu. Bu da taht kavgalarının yaşanmasına sebep oldu.

Endülüs medeniyetini düşündüğümüzde aklımıza sadece Tarık bin Ziyad gibi büyük kumandanlar değil  İbn-i Rüşt, İbn-i Hazm, İbn Firnas ya da İbn Arabi gibi çok büyük âlimler geliyor. Sizce Endülüs’ün böylesine büyük değerleri bir araya getirme konusundaki sırrı neydi?

Bilindiği gibi Endülüs’ün yaklaşık 800 yıllık tarihinde İspanya’da Müslümanlar birden çok devlet kurdular. Bunlardan Endülüs Emevîlerinin (756-1031)bazı dönemlerinde III. Abdurrahman (912-961), oğlu II. Hakem (929-961), kısmen Mülûküttavâif ve Benî Ahmer’in V. Muhammed zamanlarında her alanda büyük gelişmeler yaşandı. Dünya tarihine damga vuracak bilginler yetişti. Bu yüzden Endülüs sadece fatihleriyle, başarılı idarecileriyle değil isabetle belirttiğiniz gibi farklı alanlarda önemli isimleriyle de öne çıkmıştır.

Bahsi geçen zaman dilimlerinde Endülüs’te adalet, ehliyet liyakat, özverili gayret, ilme- ulemaya verilen değer, eğitim sistemindeki işleyiş ön plana çıktığından dolayı gerek din bilimlerinde gerek fen bilimlerinde büyük bilginler yetişti, çok başarılı çalışmalar yapıldı, eserler telif edildi. Dünyanın sonraki çağlarına ışık tutacak müktesebat oluşturuldu. Sizin de bahsettiğiniz İbn Rüşt, İbn Hazm, İbn Arabî, genellikle bilinir tanınır ancak yine ismini zikrettiğini İbn Firnas pek bilinmez. Hâlbuki o, Endülüs’te yetişmiş önemli bir astronom, filozof ve şair olup yaptığı bir mekanizma ile dünya tarihinde uçmayı başaran ilk insandır. Onun yanı sıra matematik, felsefe, tıp, eczacılık, kimya, botanik, zooloji vb. alanlarda da Mecritî, Cabir, b. eflah, İbn Meserre, Zerkâlî, İbn Bâcce, İbn Meymûn, Zehrâvî, İbn Vâfid, Benû Zühr, İbn Baytar, Muhammed el-Gâfikî gibi çok sayıda âlim yetişmiştir.  

Endülüs Müslümanlarının Avrupa medeniyetine ne gibi katkıları olmuştu?

Az önce bazılarının isimlerini saydığımız ulema, Endülüs’te muhteşem bir medeniyet inşaasına katkı sağladılar. Bu sadece Müslümanların işine yaramadı. Endülüs’teki bilimsel faaliyetler, batı medeniyetinin oluşumunda büyük rol oynadı. Roger Garaudy’nin dediği gibi “Rönesans, XVI. yüzyılda İtalya’da başlamadı, tam aksine ondan dört yüzyıl önce Endülüs’te Kurtuba’da başladı.”

Endülüs Müslümanlarının elde ettikleri birikimler, mustaribler (Araplaşmış Hıristiyanlar), müdeccenler (Hıristiyan hâkimiyetinde yaşamak zorunda kalan Müslümanlar) ve Endülüslü Yahudiler aracılığıyla İspanya’nın kuzeyindeki Hıristiyan krallıklara, oradan da Avrupa’ya aktarıldı.

Prof. Dr. Mehmet Özdemir hocamızın da ifade ettiği gibi “Yeniçağda teşekkül etmeye başlayan Batı medeniyetinin kökleri en az Yunan ve Roma medeniyetleri kadar İslâm medeniyetiyle de ilişkilidir. Üstelik Batı, Roma ve Yunan medeniyetleriyle olan bağlantısını ancak İslâm medeniyeti sayesinde sağlayabilmiştir.”

Endülüs İslâm medeniyetinin Avrupa’ya etkilerini sadece biz ifade etmiyoruz. Levi Provençal, Asin Palacios, Garcia Gomez, Mongomery Wat ve isimlerini burada sayamayacağımız pek çok müsteşrik, batı medeniyetinin oluşumunda İslâm kültür ve medeniyetinin rolünü ve önemini görmüş ve tespit ve hakkını teslim etmişlerdir.

Endülüs’teki  kitap yakma hadiseleriyle ilgili çok kıymetli bir yazınızı okumuştum. Bu konudan biraz bahsedebilir miyiz lütfen?

Bir hoşgörü medeniyeti olarak nitelenen Endülüs, aynı zamanda bir kitap medeniyeti olarak da nitelendirilmektedir. Gerçekten de matbaanın olmadığı, özellikle Avrupa’da okuma yazma oranlarının çok düşük olduğu, yine Avrupa’da sadece bir-iki bin ciltlik kütüphanelerin bulunduğu zamanlarda Endülüs’te dört yüz bin ciltlik kütüphaneler mevcuttu. Bunların bir kısmı devlet desteğiyle oluşturulmuş olmasına karşı yine aynı büyüklükteki bazı kütüphaneler de şahıslar tarafından teşekkül ettirilmişti.

Endülüs Emevîlerinin 9. Emiri Halife II. Hakem’in ve Meriyye’de vezirlik yapmış İbn Abbas’ın kütüphanesinde çok sayıda kitap vardı. Sadece bu iki kütüphanede bir milyona yakın kitap mevcuttu. Yine Kurtuba’da İbn Futeys’in ve Aişe adlı bir hanımın kütüphaneleri de oldukça zengindi.

Yükseliş dönemlerinde Endülüs’te ilme, alime, kitaba ve bilgiye büyük önem verilmekteydi. Bunun sonucunda ülkede her alanda etkili insanlar yetişti ve bunlar ciddi eserler telif ettiler. Doğu İslâm dünyasında telif edilen kitaplar da Endülüs’e aktarıldı, üzerine ilaveler yapıldı ve bu sayede İslâm medeniyeti zirveye taşındı.

Ancak her yükselişte olduğu gibi kitap medeniyeti olan Endülüs’te de çeşitli zamanlarda büyük sorunlar yaşandı, isyanlar, darbeler, düşman işgalleri pek çok hasara yol açarken ilme, ulemaya ve kitaplara büyük zararlar verildi. Bunu da bizim kendi eserlerimize verdiğimiz zararlar ve katoliklerin tahribatı olmak üzere ikiye ayırmak gerekir.

Endülüs’te daha ilk dönemlerden itibaren Müslümanlar zaman zaman birbirleriyle çatıştılar. Özellikle Endülüs Emevîleri döneminde büyük isyanlar yaşandı. Gerek onların zamanında gerekse onların yıkılmasından sonra hemen her şehirde kurulan küçük devletler denilen Müluküttavâif devrinde gerekse İspanya’daki son Müslüman devlet Benî Ahmer’in bazı dönemlerinde gerçekleşen darbeler ve isyanlar yüzünden çok sayıda kitap yakıldı ve yok oldu.

Burada da bir kaç sebep rol oynadı. Özellikle kişisel çatışmalar ve siyasî rekabet bazen Endülüs ulemasının aleyhinde bir takım faaliyetler yürütülmesine sebep oldu.Özellikle İbn Meserre gibi bazı filozoflar ve İbnü’l-Hatîb gibi hem ilim ehli hem de devletin üst kademelerinde etkin görevler üstlenmiş bürokratlar, görüşleri yüzünden ya da siyasî rakipleri tarafından düşman ilan edildiler, aleylerinde kampanyalar yürütüldü, şehir meydanlarında kitapları yine Müslümanlar tarafından yakıldı.

Bundan daha büyük felaketler ise katoliklerin Endülüs şehirlerini işgalleri sırasında ve sonrasında yaşandı. Bilindiği gibi katoliklerin, Müslümanları İspanya’dan çıkarma diye özetlenen ve adına “reconquista” denilen bir idealleri vardı. Bu hedeflerine varmak için onlar yedi yüz yılı aşkın bir süre mücadele ettiler ve 1492’de İslam’ın İspanya’daki son kalesi olan Gırnata’nın işgaliyle bu hedeflerine ulaştılar.

Gırnata’dan önce XI. Yüzyıldan itibaren Endülüs şehirleri Hıristiyanlar tarafından işgal edilmeye başlandığında camiler, mimarî eserler yıkılıp, kiliselere ve başka yapılara dönüştürülmeye başlandı. Bunun yanı sıra kitaplar da bundan nasibini aldı. Bilhassa Gırnata’nın düşüşünden sonra şehrin meydanlarında Müslümanlara ait yüzbinlerce cilt kitap hem de Hıristiyan din adamlarının öncülüğünde yakıldı. Bunlar sadece dinî kitaplar değildi. Yukarıda da sayılan bütün ilim dallarına ait eşssiz eserler yakılıp kül edildi. Bir kısmı da kitap hırsızları tarafından Avrupa’ya kaçırılarak satıldı. Çünkü Gırnata işgali sürecinde ve sonrasında Müslümanların, evlerinde Arapça kitaplar bulundurması, bunları okumaları yasaklandı. Müslümanların Hıristiyanlaştırılması için büyük faaliyetler yürütüldü. Bu süreçte pek çok Endülüslü, ülkesini terk ederken bazıları da İspanya’da kaldı ve bunlar, kendilerine yapılan baskılar yüzünden dilleriyle Hıristiyan olduklarını söyleyip gizlice Müslümanlıkların devam ettirdiler. Onlara “Morisko” denildi. Moriskolar da ellerinde bulundurdukları Arapça kitaplar yüzünden ciddi sorunlar yaşadılar. Bu kitapların bir kısmı binalarını değişik yerlerine hatta duvarlarının içlerine saklandı. Günümüzde, yıkılan ya da restore edilmek istenen tarihî yapıların bazılarının duvarlarının içinden hâlâ Arapça kitaplar çıkmaya devam etmektedir.

Osmanlı Devleti’nin Endülüs’e yardımı konusunda ve sadece Yahudilere yardım edildiği hususunda ne söylemek istersiniz?

Endülüs Emevî Devleti M. 1031’de yıkıldıktan sonra o topraklar üzerinde hemen her şehirde küçük devletler kuruldu ve Katolikler Müslüman topraklarını işgali hızlandırdılar. Bunun üzerine “Mülûküttavâif” denilen bu devletler, o zaman Kuzey Afrika’da güçlü bir devlet olan Murabıtlar’dan ve onların sultanı Yusuf b. Taşfîn’den yardım istediler ve ciddi yardım aldılar. Murâbıtların yerine kurulan Muvahhidler ve daha sonrları aynı topraklarda hüküm süren Merînîler Endülüs’teki Müslümanlara büyük destekler verdiler ve Müslümanların oradaki devletleri ve varlıkları devam etti.

1300’lü yıllara gelindiğinde İspanya’nın güneyinde küçük bir bölge Müslümanların elinde kalmış ve burada 1238’de Gırnata merkezli kurulmuş olan Benî Ahmer/Nasrîler devleti vardı. Katolikler bu son devleti de yıkmak için vargüçleriyle Gırnata’ya saldırıyorlardı. Bu arada 1453’te Fatih’in İstanbul’u fethetmesi üzerine Hıristiyanların Gırnata üzerindeki baskıları daha da arttı ve İstanbul’un fethinden 39 yıl sonra Gırnata’yı işgal ederek İstanbul’un intikamını almış olduklarını düşündüler.

Gırnata’nın düşmesinden önce ve sonra bu devlet, Müslüman hükümdarlardan ve Osmanlıdan defalarca yardım talebinde bulundu. O sıralarda Kuzey Afrika’da Hafsîler Abdülvâdiler hüküm sürmekteydi. Daha sonra da Sadîler bu bölgede hâkim oldular ancak bunların hiçbiri Endülüs’e yardım edecek durumda değillerdi. Aynı dönemde Osmanlılar ve Memlûkler İslâm dünyasının önemli iki devleti idi. Dolayısıyla Gırnata’dan bu iki devlete elçiler gönderildi ve yardım talep edildi.

Osmanlı’nın bazen Kuzey Afrika’daki hanedanlarla bazen de İspanya ile çatışma yaşayan Franklarla zaman zaman ortak planlar yapıp İspanya üzerine karadan ve denizden bazı seferler düzenlemek için girişimleri olduysa da bunların hiç biri gerçekleşmedi. Sadece bazen asker, silah ve mühimmat gönderilmekle yetinildi. Fakat çok sayıda Endülüslü’nün Osmanlı topraklarına taşınması sağlandı. Osmanlı’nın Endülüs’e etkili bir şekilde yardım edemeyiş sebepleri ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir:

Akdeniz’deki güç dengeleri sürekli değişmekteydi.

Osmanlı, bir taraftan İran’la diğer taraftan Memllûklerle mücadele etmekteydi.

II. Bayezid döneminde Osmanlı-Memlûk çatışması yaşanmaktaydı. Ayrıca Cem Sultan’ın haçlıların elinde olması, Sultanın elini kolunu bağlamaktaydı.

Kuzey Afrika’daki Müslüman emirlikler, Osmanlı’nın bölgeye yerleşmesini istemedikleri için, Osmanlıyla değil de Katolik İspanyollarla işbirliği yapmaktaydı.

Kanunî zamanında Osmanlı’nın en yakınındaki Kıbrıs bile fethedilememişti ve Sultan İran seferine çıkmak zorundaydı. Balkanlarda karışıklık vardı, Macaristan’a sefer düzenlenmesi gerekiyordu.

Üstelik de o dönemde sömürgeleri sayesinde İspanya ve Portekiz oldukça zenginleşmiş ve Akdeniz’deki güç dengeleri, Endülüs’e bir deniz seferini oldukça güçleştirmişti. Ayrıca Osmanlı donanması sadece Akdeniz’de değil, Portekiz saldırılarına karşı Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint Denizi’nde de koruma görevi yapmak zorundaydı.

Osmanlı’nın sadece Endülüs Yahudilerine yardım ettiği iddiası ise ilmî bir dayanağı olmayan, gayri ciddi bir savdır. Son olarak şunu söyleyebiliriz: Osmanlı, yukarıda sayılan sebeplerden dolayı Endülüs’ü ayakta tutacak müdahalede bulunamadı fakat İspanya’yı terketmek zorunda kalan onbinlerce Endülüslüyü –Müslüman-Yahudi diye ayırt etmeden – gemilerle taşıdı ve bunların kendi topraklarında huzur içinde yaşamaları için gerekli önlemleri aldı.

Bugün Endülüs’ten çıkarmamız gereken en büyük ders nedir? Bugün Endülüs bize ne söylüyor, sorusuna nasıl bir cevap arayabiliriz acaba?

Müslümanların ve Anadolu’nun Endülüs’ten alacağı ciddi dersler vardır. Müslümanlar üç yıl gibi kısa bir sürede fetheddikleri İber Yarımadası’nda çekilerek de olsa tam 781 yıl boyunca var oldular, orada birden çok devlet kurdular ve bunların bazı dönemleri o zamanın en gelişmiş devletleri oldu. Fakat bazı zaman aralıklarında Müslümanlar birbirleriyle çatışma yaşayıp, i’la-yı kelimetullahı ihmal ederek, dünyevi bir takım hedefler peşinde koşmaya başlayınca tefrika denen illet toplumu sardı, kişisel hırs ve çıkarlar her şeyin önüne geçti. Bu da İberya’da Müslümanların hâkimiyetinin sonunu getirdi.

Katolikler Müslümanları İspanya’dan çıkarma ideallerine sekizyüz yıllık bir mücadele sonucunda ulaştılar. Benzer bir durum, Anadolu’yu yurt edinmiş olan biz Müslüman Türkler üzerinde de uygulanmak istenmektedir. Batı, bizim bu topraklardaki varlığımızdan rahatsızdır ve Bosna’dan itibaren İran’ın batı sınırına kadar bir tek Müslüman-Türk bırakmamak şeklinde bir ideali gerçekleştirme peşindedir. Bunun için tarih boyunca yapılan planları ve faaliyetleri ilmî kaynaklarda bulmak mümkündür. Bu durumda bize düşen; bu topraklarda bütün unsurlarımızla birlik ve berbaerlik sergileyerek, vatanın ve devletin menfaatine faaliyet göstermektir. Gaspıralı’nın ifadesiyle “herkes elinden gelenin iyisini yapmalıdır.”

Kur’an’ın ifadesiyle bize düşen “bölünüp parçalanmadan hep birlikte Allah’ın ipine sarılmak”, “salih amel olarak nitelenen her türlü iyi, güzel ve faydalı iş üretmek”tir.

Bir arada yaşama ya da çok kültürlü bir toplum inşası örneği olarak Endülüs modeli hakkında ne düşünüyorsunuz?

Müslümanlar İspanya’yı fethetmeden önce bu topraklardaki Katolikler, yurttaşları olan Yahudileri Hıristiyanlaştırmak için büyük çaba harcadılar, onları yok olmaktan Müslüman fatihler kurtardı. Hz. Peygamber döneminden beri, Müslümanların ele geçirdikleri topraklarda tek bir dini hâkim kılma gibi bir iddiaları ve uygulamaları olmadı. Onun yolundan giden Osmanlı da benzer bir şekilde farklı unsurları aynı çatı altında yaşatmaya devam etti.

“Bütün farklılıklara rağmen aynı topraklarda bir uzlaşı içinde yaşamak” diye nitelenen “Convivencia” Endülüs Müslümanlarının en bariz vasıflarından oldu. İber Yarımadası’nda Müslümanların hâkim oldukları topraklarda ve zamanlarda Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler birarada yaşama fırsatı buldular. Sadece Müslümanlar değil, diğer din mensupları da Müslüman sultanların yanında üzt düzey görevler aldılar ve “Endülüs benim vatanım” diyen bu insanlar devlet ve vatan için takdire şayan görevler ifa ettiler. Bunların en somut örneklerinden biri Endülüs’ün yükseliş döneminin halifesi III. Abdurrahman’ın veziri, elçisi ve başhekimi olan Yahudi Hasdây b. Şaprût’tur. O, Müslüman Endülüs Devleti için başarılı görevler icra etti.

Günümüz dünyasının, Endülüs’ün bu çok kültürlü ve hoşgörülü yaşam modelini esas alarak yeni bir anlayış geliştirmesi ve dinlerin çatışmasını körüklemekten vazgeçmesi, dünyanın geleceği açısından oldukça kıymetli sonuçlar doğuracaktır.