Muhammed Nabulsi: Mina, Soylu Bir Mücadelenin Sembolüdür
Söyleşi: Muhammed İkbal el-Buşi
Bütün bir Arap edebiyatı tarihi; Hanna Mina'nın, “Yelkenli ve Fırtına”, “Mavi Kandiller” ve “Cesur Adamın Sonu” romanları olmadan hayal dahi edilemez
Sıradan insanların hayatını ifade etme konusunda ustalaşmış olan Hanna Mina, onları ideolojilerin dar kalıplara sokmaya çalışmadı
Sadece bir roman yazarı değil, aynı zamanda düşünce ve kültür adamıydı Hanna Mina; sosyal adaletin savunucusuydu
Muhammed Bey öncelikle Hanna Mina kimdir? Onu nasıl tanımlayabiliriz?
Hanna Mina, berberlikten yazarlığa çeşitli alanlarda çalışmış bir roman yazarıdır. Hayatı hem acılar hem de armağanlar ile doludur. Ailesinin yaşadığı aşırı yoksulluk ya da Fransız mandasındaki koşullar onun bu noktaya ulaşmasına engel olamamıştır. Zaten gerçek edebiyatçılık yahut sanatçılık da bu değil midir? Şartlar ne olursa olsun edebiyatın ve sanatın peşinden gitmek, gidebilmek. Özellikle Fransız mandası gibi durumlar Hanna Mina gibi soylu ruhlar için yıkım değil, adeta bir yeniden doğuştur. Bu sayede sadece kendisini gerçekleştirmekle kalmaz, başta kendi halkı olmak üzere; sömürü altındaki tüm milletlere ve halklara da örnek olurlar. Hanna Mina da bunun en soylu ve net ifadesiydi. Bir yandan Fransız sömürüsü bir yandan da yoksulluk bu soylu ruhun ortaya çıkmasını sağladı. Yaşadığı çeşitli zorluklardan bu denli üst düzey bir şekilde çıkıp, dünyaca ünlü bir romancı olması ise bir yerde kendi halkına bir ilham kaynağıydı onun. Hanna Mina bir söyleşisinde kendisi için şöyle diyor:
“Ben, insani mücadele ve sevincin yazarıyım. Mücadelenin bir neşesi, bir mutluluğu vardır; hat safhada lezzetlidir. Yüzlerini dahi görmediğin insanların hayatları için kendi hayatını feda ettiğinde, onları korku, hastalık, açlık ve aşağılanmanın pençesinden kurtarmanın, bu yolda yaptığın fedakarlıklara değeceğine derinden inanırsın. Var oluşa dair farkındalığım deneyimin farkındalığa dönüşümüne eşlik etti. İskenderun’da büyüdüğüm mahalledeki ilk deneyimim, bu dünyadan ayrılacağımdaki son deneyimim gibiydi. Aralarındaki mücadelenin deneyimi gibiydi. Hepsi insanlara vizyon kazandırmaya, cehalet acısından kurtulmalarına yardım etmeye adalıydı. Onlarla birlikte bilgiye doğru yürümek, daha iyi bir yarına doğru büyük yürüyüşün ilk adımıydı. Yazarlık aslında altın bilezik değil, büsbütün sefaletin en kısa yoludur.”
Peki Hanna Mina’nın kişiliğini etkileyen olaylar? Bunlar Mina’nın eserlerinin realist olarak tanımlanmasına nasıl katkı sağlamıştır?
Evet, Hanna Mina’nın yazıları realist olarak tanımlanıyor. Zira o, Realizmden yola çıkıyor. Niteliği ne olursa olsun her türlü yaratıcılık Realizmden doğar. Bu, hiçbir şeyin sıfırdan ortaya çıkmadığını, üzerine her türlü yeniliğin inşa edildiği olayların realizmin sonucu olduğunu vurgulayan Yunanlıların tanımladıkları bir ilkedir. Merhum Hanna Mina bir Realistti. Realizm, diğer bütün ekolleri içinde barındıran bir silsile ekolüdür. Dr. Necah el-Attar’ın da daha önce yazdığı gibi, Hanna Mina romantik ve Realist bir roman yazarıdır. Realist yönü, halkının ve milletinin Fransız sömürüsü ve bireysel trajedisinden gelir. Buna bir yerde “toplumcu” da diyebiliriz. Hanna Minna’nın realist (yani bu anlamda toplumcu yönü) dünya edebiyatlarıyla da eşzamanlılık gösterir. Romantik yönü ise, yaşanan tüm acı olaylara “lirik” bir eda ile yaklaşmasıdır. Yani Hanna Mina eserlerinde toplumsal olan ile bireysel olan hemen her zaman iç içe geçmiştir. Bu da tam anlamıyla “modern” bir edebiyatçı olmasını sağlamıştır. Kısacası Mina’nın yazılarında yer alan maceralar, bu sözdeki hakikati kanıtlar niteliktedir.
Hanna Mina, şehir sevgisi ile tanınır. Onu etkisi altına alan bu duyguyu nasıl tanımlarsınız?
Şehir sevgisi ile kadınlara karşı beslediği duygular arasında doğrudan bağlantı mevcut. Her şehirde bir evi olsun isterdi fakat olmadı; her şehirde bir sevgili ile yetindi. Tabii sadece şehir değil. Deniz ve deniz hayatı da onun romanlarında çok önemli bir yer tutar. Diyebiliriz ki şehir ve deniz onun eserlerinde iç içedir. Onu etkisi altına duygu da bu iç içeliktir. Şehrin sert hali ile denizin serin hali… Kadın imgesi ise, şehir ve denizin tam ortasında yer alır. Yani kadın imgesi, hayatı bir bütün olarak görmesini sağlar Hanna Mina’nın. Kısacası demek istediğim, onu sadece şehir ile tanımlamak eksik olacaktır. Yanına mutlaka denizi de koymalıyız. Kadın imgesi, toplumsal meseleler, bireysel tecrübeler de bu ikisinin yanına gelince, olgun ve dünya çapında bir yazara dönüşür Hanna Mina. Diğer türlü ne onu anlayabiliriz ne de eserlerine tam olarak vâkıf olabiliriz.
Hanna Mina’nın hayatındaki kadını daha doğrusu kadın imgesini nasıl tanımlarsınız?
Mina’nın “Hayatımdaki kadın, aslında tüm hayatımdır. Parmak uçlarımı o harekete geçirir, bana harfleri o yazdırır” sözü hatırımda. Bilhassa Doğu ve Arap kültürlerindeki gibi ataerkil bir toplumda kadınlar bir dönem erkeklerin zulmünden kaçmak zorunda kalmış olsa da kadının Hanna Mina’nın hayatında önemli bir yeri vardı.
Sizce Arap roman geleneğinin Hanna Mina’daki yeri neydi?
Hanna Mina, mütevazı bir görüşle, Arap romanının yerelden küresele geçerken hak ettiği yeri aldığı kanaatindeydi. Fakat Mina, küresele geçerken asla kendi özünden ödün vermedi. Yani nereden geldiğini, hangi millete ve hangi topluma ait olduğunu hep bildi. Bu bilinç ile yazdı tüm romanlarını. Bu, belki de onu, dünya edebiyat ortamlarından uzak tutacaktı. Ama romanları o kadar kuvvetliydi ki hangi dile çevrildiyse hemen kabul gördü. Mina, vatan ve millet uğruna savaşarak üzerindeki kuşatmayı kırmıştı. Hanna Mina, insanları aydınlatmış, Arapların kalbinde milliyetçiliği canlandırmıştır. Bunun belki de en belirgin örneği, 1973 Arap-İsrail Savaşı ardından Necah el-Attar’ın katılımıyla yazdığı, 1976’da yayınlanan “Savaş Edebiyatı” kitabıdır. İkili; savaşa ve literatürüne dair ayrıntılı bir çalışma sayılan bu kitapta savaşa dair yeni kavram ve literatür geliştirdi. Zira söylediklerine göre doğrudan savaş hakkında yazılan her şey savaş edebiyatına girmez.
Son olarak ise sizden Hanna Mina’ya dair bildiklerinizden yola çıkarak deneyimlerinizi anlatmanızı istiyoruz. Onu nasıl tanımlarsınız?
Zor bir soru. Fakat benden büyüklerin ve edebiyatta derinlik sahibi kimselerin de dediği gibi, Hanna Mina’nın romancılığın gerçek şeyhi olduğunu söylemeliyim. O, mücadele ruhu ile yazarlığı bir bütün hale getirmiştir. Çocukluğunda çektiği tüm acılara rağmen kararlılığından caymamış, ulaşmak istediğine varıncaya kadar mücadele etmiştir. Öyle ki, halkın çektiklerini yazıya döken bir ekol olmayı başarmıştır.