Mufid Necm: Onurlu Bir Yaşamın Özü İnsandır
Söyleşi; Peren Birsaygılı Mut
Tercüme; Cuma Tanık


Arap Baharı devrimlerinin zaferle sonuçlanması bölgesel ve uluslararası anlamda kimsenin menfaatine değildi

Modern Arap şiirinde ilerlememin eleştiri ve onun modern akımlarını bilmekten geçtiğini fark ettim

Romanın tırmanışı, onu şiirin işgal ettiği öncü konuma yükselterek önünde büyük ufuklar açtı

Size edebiyat ve eleştiriyi sevdiren; değişim için çabalayan devrimci bir kapıdan toplumsal problemlerin içine sürükleyen, Hafız Esad dönemindeki hapishane günlerinizden, metin ve gerçeklik düzeyinde bahseder misiniz?

Hiçbir şey nedensiz başlamaz. Herhangi bir deneyimin başlangıcının arka planında bir dizi nesnel ve öznel faktörler vardır. Mekân, sosyolojik ve kültürel çevrenin bu başlangıçların oluşumunda belirleyici bir rolü olduğundan, Beyrut-Şam arasında gidip gelen ve bize roman ve altmışlı yıllarda en çok okunan kitapları getiren ağabeyimin bu bağlamda önemli bir payı vardır. Siyasi iklimin yanı sıra fikir, slogan, devrim ve değişim hayalleriyle çalkalanan tarihi bir dönemeçte büyük sosyal ve siyasi meselelerle haşır neşir olmamız, öte yandan 1967 Arap-İsrail Savaşının patlak vermesiyle vatanımın işgal edilmesinin ardından sürgün hayatı yaşamam, bu problemlerle meşgul olmamda önemli bir etkendir. O dönemde Batı edebiyatı ve düşüncesinden yapılan tercümelerin bu ilişkimin derinleşmesinde ve özgürlük, modernizm, benlik ve varlık kavramlarıyla ilgili zihnimde yeni ufukların açılmasında büyük bir rolü oldu. Fakat sosyolojik ve özgürlükle ilgili meseleler bende zamanla diğer problemlerin önüne geçti. Çocukluğumdan itibaren isyankâr bir ruha sahiptim ve özgürlüğe aşırı düşkündüm. Tabiatın bana bahşettiği özgürlük bu duygularımın esas kaynağıydı. Bu kişiliğimin etkisi, hayata karşı eleştirel tutumumda; ideolojik, siyasi ve dini bağnazlığı reddetmemde; yeniliğe ve ilerlemeye açık olmamda kendini açıkça gösteriyordu. Edebiyat hayatıma şair olarak başladım ve 1977'de Suriye'de Genç Şairler Şiir Yarışması’nda birincilik ödülünü kazandım. Modern Arap şiiriyle olan bağım güçlüydü ama bu şiirin estetik ve düşünsel değerlerini kavrayabilmenin eleştiri ve onun modern akımlarını bilmekten geçtiğini fark ettim, bu yüzden bu alanda kendimi geliştirmeye yöneldim. Fakat uzun cezaevi deneyimim bu alanda ilerleme kaydetmemi engelledi. Cezaevinden sonraki hayatımda bu eksikliğimi gidermek istedim, böylece ilk çabalarımla birlikte yoğun okumalarıma başlayarak şiirin estetik unsurlarını yapı, biçim ve anlam açısından inceleyen metinler okuyarak eleştiri alanındaki bilgimi sağlamlaştırmaya çalıştım. Kuşkusuz bu deneyim beni önemli keşiflere sürükledi ve bu deneyimimi düşünme biçimi, dil, benlik ve dünyayla olan ilişki şeklimi dönüştürmeme yardımcı oldu.

Cezaevi deneyiminizin mücadeleniz karşısında verdiğiniz bir bedel olduğunu ve bu deneyim karşılığında dünyadan manevi bir beklentiye girmek istemediğiniz için yazmaktan kaçındığınızı biliyoruz. Bize “Zindandaki Kanatlar” kitabını yazma serüveninizden bahseder misiniz?

Birçok faktör, cezaevi deneyimimi yazmaktan alıkoyuyordu beni. Yazının, bu korkunç deneyimi insanî, politik, varoluşsal, psikolojik ve ruhsal boyutlarıyla ortaya koymaya güç yetiremeyeceğini düşünüyordum. Bu yüzden Zindandaki Kanatlar kitabımın yayımlanmasından sekiz sene sonra bu kitabımı yeniden yazmaya karar verdim.. İkinci faktör, bu deneyimimi yazarak maddi bir kazanç elde etmeye çalışmakla suçlanmam korkusuydu. Bu deneyimimi, özgür irademle seçtiğim ve vahşi bir diktatörlüğün karşısında ahlaki, insani ve vatani bir görev olduğuna inandığım duruşumun bir bedeli olarak görüyorum. Burada, şair dostum Nuri el-Cerrah’ın beni yazmaya sürükleyen çabasına dikkat çekmeliyim. Bununla birlikte, satırların ardında gizlenmeye çalışıyorum çünkü kendimin ve ailemin hayatıyla ödediğim büyük bedellere rağmen kendimi böylesi korkunç bir deneyimde kahraman olarak sunmak istemiyorum. Yazmaya başladığımdan beri, hapishanelerin korkunç gerçeğine ve yaşadığımız korkunç ıstıraba sadece tanıklık etmekle kalmamanın ne demek olduğunu idrak ettim. İnsanî, varoluşsal, öznel ve genel psikolojik derinliğiyle bu deneyimi, Suriye intifadasının devam ettiği yıllarda en üst seviyelere ulaşan baskı, terörizm ve gaspla eşi benzeri olmayan bir tarih kuran istisnai bir deneyim olarak yeniden yaşamaya çalıştım. Bu deneyim bana, politik anlamının ötesine geçen, ahlaki ve zaman, mekân, benlik, öteki, fiziksel ve psikolojik çöküşe karşı koyma ilişkisi düzeyinde insanî ve varoluşsal problemlere dair birçok soru soruyor. Mahpusun savaşı yalnızca celladıyla değildi bilakis uzun yıllar boyunca baskı ve işkence dolu insanlık dışı koşulların gölgesi altındaki kendi benliğiyleydi aynı zamanda. Bu yüzden alışılmışın dışına çıkıp cellat-kurban ikiliğini aşarak bu deneyimi psikolojik, ruhsal, politik ve varoluşsal anlamıyla daha geniş bir perspektifle hatırlayıp yazmaya çalıştım. Yani insanın, politik olandan önce gelmesini istedim. Çünkü özgür ve onurlu bir yaşam adına yapılan mücadelelerin asıl çıkış noktası insandır.

Siz bir eleştirmen olarak iki türe ilgi duyuyorsunuz: Roman ve şiir. Çağdaş Arap edebiyatının bu iki türdeki başarısı hakkındaki görüşünüzle ilgili, özellikle Arap edebiyatının gerçekliğinden habersiz okuyucular için detaylı bir cevap vermeniz mümkün mü?

Arap edebiyatının modernleşmesine öncülük eden tür, romantik ve neo-klasik şairlerin girişimleri ve bununla birlikte serbest şiir ve düzyazı şiirin ortaya çıkışının da etkisiyle şiir türü olmuştur. Şiirle ilgili bu dönüşümler fikrî ve siyasî akımların yükselişi eşliğinde ellilerin sonu, altmışların başında zirveye ulaştı. Bu şairlerin şiirlerinde yaygın olarak görülen diriliş, doğum ve mitolojik unsurlarla ilgili semboller, yeni devrimci ruhun doğuşunun sembolik ve estetik birer ifadesiydi. Bu durum, Batı kültürünün açık etkisinden ve aynı zamanda yeni gerçekliğin dayattığı ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Bu ilişkinin diyalektik noktası, modern poetikanın yükselişinde ve Arap gerçekliğinin Rönesans, ilerleme ve modernizm yanılsamalarını ve ideolojilerin arzu edilen değişimi elde edemediğini ortaya koymaya başladığındaysa varlığının gerilemesinde belirleyici bir faktör oldu. Roman türünden bahsedecek olursak, kuşkusuz bu tür, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar modern Batı romanıyla etkileşim kurmakta biraz gecikti ve gelişimini hâlâ kontrolü altında tutan deney ve araştırma eğilimi ile ön plana çıktı. Romanın tırmanışı, onu şiirin işgal ettiği öncü konuma yükselterek önünde büyük ufuklar açtı, ancak yine de yazılanların çoğunda, anlatım teknikleri ve üslup açısından Batı romanının etkisi hâlâ görülmeye devam ediyor.

Arap Baharı, Suriyeli ve diğer Arap edebiyatçıları günümüz olayları ışığında hayatlarındaki büyük trajik dönemeçle etkileşim sağlayan yeni bir edebiyata ulaşmak için bu fırsatı değerlendirip, yaratıcılıkla ilgili yeteneklerini güncelleme bağlamında başarılı buluyor musunuz?

Arap Baharının edebiyata sunduğu önemli katkı, özellikle yeni kuşaklarda bastırılmış yaratıcılığın patlak vermesinde kendisini gösterdi. Bu patlama, özellikle Batı sürgünündeki Arap yazar ve şairlere vizyonlarını, yazma ve ifade mekanizmalarını geliştirmeleri için yeni meydan okumalar sundu. Ama aynı zamanda özellikle sosyal medyanın gelişen rolü ve Arap eleştirisinin bu deneyimlerle diyalog kurmadaki rolünü oynayamamasıyla birlikte yazmaya dair bir kaos durumu yarattı. Bu tarihî olayı, insanî ve varoluşsal boyutlarıyla farklı bir yaratıcılık düzeyine çıkaran çok az deneyim var, ancak ne yazık ki resmî Arap kültür kurumları bunları görmezden gelmeye çalışıyor.

Özellikle sürgündeki ve yeni kuşak Arap şairlerin yazdıkları şiirin başarısı hakkındaki değerlendirmeleriniz nelerdir?

Arap yazar ve şairler için yeni bir edebî fenomen yaratmada sürgünün rolünden bahsetmek için henüz çok erken, çünkü bu deneyimi insanî, varoluşsal ve kültürel boyutlarıyla anlamak, bu deneyimi özümseyip temsil edebilecek zaman ve farkındalık gerektirir. Kadın ve erkek birçok şair ve romancı arasında, Arap dilinin retorik ve şiirsel düzeyde ve bazen de gramer düzeyinde sahip olduğu potansiyellerin gerçek bilgisine ek olarak edebi deneyimin gerçekliğini bilmeme ve bu deneyimle iletişimini koparması olarak tecelli eden bir sorun vardır. Bu nedenle, yazılanların çoğu, bakış açısı, dil, şekil ve üslupta derinlik ve çeşitlilikten yoksun, taklit ve yüzeysellik ile ön plana çıkmaktadır. Sürgünler, özgün yaratıcılığın olduğu yöne doğru evrilebilirdi ama şiir, her şeyin birbirine karıştığı bir alana dönüşmesiyle okur kaybetti, böylece çoğu kadın ve erkek yazar görünür olmak için başka araçlara yöneldiler.

Arap Baharı, otoriter rejimler ve onların sponsorları tarafından ağır darbeler aldı ve yeni kuşağı sosyal ve politik değişim meydanlarına dökülmeye teşvik eden dünya tarafından gerçek bir ihmale uğradı. Arap dünyasında değişim fikrinin hayal olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa bu değişim fikri yeniden küllerinden doğar mı sizce?

Arap Baharı devrimlerinin zaferle sonuçlanması bölgesel ve uluslararası anlamda kimsenin menfaatine değildi. Herkes bu devrimlerle ilgili, Ortadoğu halklarının çıkarları pahasına, kendi siyasi çıkarlarına hizmet eden şahsi kararlar aldılar. Kanlı Arap Baharı’nın trajik sonuçlarla son bulması, bölgedeki güçlerin menfaat çatışmasına işaret etmektedir. Herkes çıkarlarını gerçekleştirmek için bu süreçte toplumsal ve mezhepsel çelişkileri istismar etmeye çalıştı. Bu gerçek, özgürlük sorunları ve tiranlığın devrilmesi pahasına, devrimleri savaş ve çatışmaların içine sürükledi. Özgürlük, adalet ve hak talebiyle başlayan bu devrimler, arkasında uluslararası, bölgesel ve yerel partilerin olduğu bir güç mücadelesine dönüştürülerek başarısızlığa uğratılmıştır.