BİR ŞAİR KAHRAMAN: AKİF
RAMAZAN CEYHAN

SPOT: Millet olarak zillete karşı büyük bir destan yazdığımız ve Şam’dan Yemen’den ve nicesinden de şehitlerimizin olduğu Çanakkale Zaferi için yazdığı şiirle de gönüllerimizi fethetmiştir

PATLAK: kurtulmanın tek yolu; bir mucizesi de her asrın idrakine ilham vermek olan Kuran ile İslam’a tutunmaktı.

     
Şair, hafız, muallim, vaiz, baytar, istihbaratçı, Kuran mütercimi, okul birincisi, teşkilatçı, milletvekili, sporcu, sadık bir dost, vefalı bir evlat, sözünün eri; vatanının, ümmetinin aşık bir neferi ve daha nicesi

     Allah bir kulunu kendisine Akif edecekse Arnavut babasını; hiçbir hamisi olmadan Kosova’nın İpek kentinden getirtir de Buhara’dan Tokat’a gelen ve evlenip İstanbul’a taşınan nihayetinde de eşi vefat eden bir hanım ile evlendirip Fatih’te müderris eder.

     “Hem babam hem hocamdır, ne öğrendimse ondan öğrendim.”  Diye başlar babasından bahsederken. 8 yaşında babasından Arapça dersleri almaya başlar. Rüştiyeye devam ederken bir yandan Gülistan, Hafız Divanı ve Mesnevi dersleri alır. En çok lisan derslerine temayülü olan Akif; Arapça, Fransızca, Farsça ve Türkçe derslerinde hep birinci olmaktadır. Mülkiye İdadisini kazandı ancak babasının vefatı ve ardından evlerinin yanması üzerine daha çabuk para kazanabilmek için yeni açılan Ziraat ve Baytar Mektebine girdi. Her gün Fatih’ten Halkalı’ya yürüyerek gittiği okulunu birincilikle bitirdi.

Öyleyse bir işi bitirdiğinde diğerine koyul. Ve yalnız Rabbine yönel. Duha 7-8;

     Akif’e hem öğrenim hem memuriyet hayatında tek bir işle uğraşmak iktifa etmezdi. Tercümeler yapar, edebiyatla ve neşriyat ile iştigal eder, mektep ve medreselerde öğretmenlik yapardı.  “Öyleyse bir işi bitirdiğinde diğerine koyul. Ve yalnız Rabbine yönel” (Duha, 7-8) ayetindeki gibi çalışkandı. Evlendikten sonra ailesi genişledikçe “İstanbul’da ikamet etmediğim bir semt kalmadı.” diyerek sık sık ev değiştirdiğini anlatmaktadır. Öyle olsa gerek ki Akif’in dertleri, vatan sevdası, ümmete umut ve deva olabilme fikirleri de doğdukça ve büyüdükçe ne Anadolu’da ne Arabistan’da ne de Rumeli’de gezmediği yer kalmamıştır.

     Teşkilat-ı Mahsusa’da birçok vazifeler üstlenmiş buna binaen de birçok faaliyetlerde bulunmuştur. Umumi harbin neticesinden sonra Anadolu da milli mücadelenin yayılması için gezmiş camilerde vaazlar irat etmiştir. Kastamonu’da irat ettiği bir vaazı Diyarbakır’da basılıp memleketin dört bir yanına gönderilmiştir.

     Millet olarak zillete karşı büyük bir destan yazdığımız ve Şam’dan Yemen’den ve nicesinden de şehitlerimizin olduğu Çanakkale Zaferi için yazdığı şiirle de gönüllerimizi fethetmiştir.  

     Mehmet Akif ilk mecliste Burdur Milletvekili olmuştur. Kendisine Ulusal Marş yazma müsabakası hususunda ısrar edilmesi üzerine İstiklal Marşını yazmış, nitekim mecliste ayakta alkışlanmış ve yarışmadan kazandığı 500 lirayı durumu iyi olmamasına rağmen orduya bağışlamıştır.

     Akif; azimliydi bir kere kafasına bir şeyi koyduğu zaman kesinlikle sebat eder ve ulaşırdı. Vefakardı, onun için vefasızlık namertlik demekti. Öyle ki sözünü tutmayanlara insan nazarıyla dahi bakmazdı. Güçlü ve faziletli insanları milletine hizmet etmeleri için yönlendirirdi. Yalanı sevmez, güçlüye boyun eğmezdi.
Ona göre: “Eski; eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. Yeni; yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.
 

          “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
            Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”


Dedemizden böyle gördük diyenlere de yeni akımlara kapılanlara da karşıydı ona göre geri kalmaktan kurtulmanın tek yolu; bir mucizesi de her asrın idrakine ilham vermek olan Kuran ile İslam’a tutunmaktı.

Cumhuriyetin ilanından sonra siyasi ortamın getirdiği karışıklıklar sebebiyle Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşanın davetine icabet etmiş. Orada da eğitim ve yazın faaliyetlerine devam etmiştir. Ömrünün son demlerinde İstanbul’a dönmüş ve burada vefat etmiştir. Devlet erkanının pek rağbet etmediği bir cenaze töreniyle üniversite gençlerinin omuzlarında taşınarak Edirnekapı’da defnedilmiştir.