NECMİ KÜÇÜK - Mehcer Edebiyatı: Doğuşu, Gelişimi ve Öncüleri

Mehcer edebiyatı yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkmış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren adından söz ettirmeye başlamıştır. Biri Kuzeyde diğeri Güneyde olmak üzere iki edebi ekol ortaya çıkarmış ve Cibrân'ı bir kenara bırakırsak, hayat ve medeniyetle uyum içerisinde gelişmiştir.

Mehcer edebiyatı şairlerinde, vatan özlemini ve gurbeti dile getiren şiirlere çokça rastlamaktayız. Hatta diyebiliriz ki, bu konudaki şiirler, Mehcer edebiyatı ile özdeşleşmiştir

Göç edilen ülkelerdeki baskılar, edebiyatçıları bu dinamik toplumun özelliklerinden nefret etmeye ve onları insani duyguya ve duru vicdana yönelmeye sevk etti

            Doğuşu

            On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren merkezi Osmanlı idaresinin zayıflaması, Mâruniler ve Dürzîler arasında süregelen güç mücadelesinin giderek şiddetlenmesi, Fransa ve İngiltere gibi bölge dışı güçlerin emperyalist amaçları doğrultusunda bölgeye müdahil olmaları neticesinde oluşan siyasi ve ekonomik istikrarsızlık neticesinde, Bilâdu'ş-Şâm'dan yani Suriye, Lübnan ve Filistin havalisinden toplu göçler başlamış ve bu göçler dalgalar halinde yüz yıl boyunca devam etmiştir. Ne var ki önce Kuzey Amerika'ya daha sonra Güney Amerika'ya göç eden insanlar buralarda hayal ettikleri tozpembe hayatı bulamamışlar ve geçici gurbet hayalinin daimî ikamete dönüştüğünün farkına varmışlardı.

            Arap mültecilerin Amerika Kıtası'na gelişlerinin üzerinden yarım asrı aşkın bir zaman geçmişti. İlk dönemdeki sıkıntılar azalmış, mülteciler nispeten daha rahat bir hayat sürmeye başlamışlardı. İçinde bulundukları hürriyet vasatında kurdukları dernekler ve çıkardıkları gazete ve dergilerle dili ve kültürü muhafaza etmeye gayret etmişlerse de yeni yetişen nesil arasında Arapçaya olan ilginin azalmaya başlaması dilin ve kültürün giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun nişanesiydi.

            Bu tehlikeye karşı Emin er-Reyhâni'nin New York' da başlattığı çalışma Cibran Halil Cibran ve Mihail Nuayme gibi önemli edebiyatçıların da katkılarıyla farklı bir merhaleye taşındı. Nihayet 1920 Nisan’ında gazeteci Abdulmesih Hadda'ın New York’taki evinde bir araya gelen edebiyatçılar -er-Reyhani hariç- Arap edebiyatında, düşünce ve ifade bakımından kendine has üslubu olan Arap edebiyatçıları aynı çatı altında toplayabilen ilk düzenli ekol olan Kalem Birliğini (er-Râbıta el- kalemiyye) kurdular. 1931 yılında müdürü Cibran'ın ölümüyle birlikte faaliyetleri sona eren Kalem Birliği, kısa faaliyet döneminde çok önemli çalışmalara imza atmıştır. Kalem Birliği'nin faaliyetlerinin sona ermesinin akabinde Brezilya'nın Sao Paolo şehrinde 1932 yılında Endülüs Grubu (el-Usbetü'l-Endelüsiyye) kuruldu. Bu iki grup Mehcer ekolünün en önemli iki şubesini oluşturmaktadır.

            Mehcer Ekolünün Ortaya Çıkaran Sebepler

            Mehcer Ekolü oluşumunun arkasında pek çok sebep vardır. Bu sebeplerin en önemlileri şunlardır:

            Hürriyet: Edebiyatçıların gerek Kuzey Amerika'da gerekse Güney Amerika'da hesaba çekilme korkusu olmadan düşüncelerini tam anlamıyla ifade edebilme ve hünerlerini ortaya koyabilme hürriyetine sahip olmaları.

            Arapçanın unutulması kaygısı: Muhacirlerin içinde yaşadıkları toplum içerisinde kaybolmaları ve bunun neticesinde Arap dili ve kültürünün yok olamaya yüz tutması, mehcer ekolünün ortaya çıkmasındaki önemli etkenlerden birisidir.

            Arap kimliği ve Arap edebiyatının muhafaza edilmesi: Arap edebiyatçıların gurbet diyarında bir araya gelmelerini sağlayan esas sebep budur.

            Yenilikçilik: Özellikle Kalem Birliği edebiyatçılarının modern Arap şiirinin şekil ve muhteva bakımından yenilenmesi, modern çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyen ve babadan oğula intikal eden klasik yöntemden uzaklaşma konusundaki arzuları.

            Mehcer Edebiyatının Özellikleri

            Mehcer edebiyatı yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkmış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren adından söz ettirmeye başlamıştır. Biri kuzeyde diğeri güneyde olmak üzere iki edebi ekol ortaya çıkarmıştır. Cibrân'ın kitaplarını ve mistik şiirlerini bir kenara bırakırsak, mehcer edebiyatı hayat ve medeniyetle uyum içerisinde gelişmiştir. Bununla birlikte bu edebiyatta romantizmin, sembolizmin, sürrealizmin ve klasizmin etkileri de görülmektedir. Mehcer edebiyatının özellikleri, nesnel özellikler ve sanatsal özellikler olmak üzere iki ana başlık altında ele alınabilir. Nesnel özellikler şunlardır:

            Duygusallık ve vatan özlemi

            Duygudaki günden güne artan incelik, uzaktaki vatana duyulan hasret, özlem ve tesirli nağmelerde ortaya çıkmaktadır ki, Arap dili tını olarak bunlardan daha ritmik, içerik olarak bunlardan daha hislisini tanımamıştır. Duygusallıkta yenilikçiler ve gurbet hayatında başarısız olanlar eşittiler. Başarılı olanlara sahip oldukları, anavatanlarını unutturmuyor, başarısız olanlar ise, hayatın zorlukları onların ana kucağına, terk ettikleri evlerine, yeşil bağlara ve okul bahçesine olan özlemlerini daha da artırıyordu. Bu nedenle Mehcer edebiyatı şairlerinde, vatan özlemini ve gurbeti dile getiren şiirlere çokça rastlamaktayız. Hatta diyebiliriz ki, bu konudaki şiirler, Mehcer edebiyatı ile özdeşleşmiştir.

            Derin düşünme

            Genellikle Kalem Grubu edebiyatçılarının en belirgin özelliklerinden biri olan Derin Düşünme konusuna, güney grubundan pek az edebiyatçı alaka duymuştur. Gerek klasik gerek modern Arap edebiyatında örneğine birkaç istisna dışında rastlanmayan Derin Düşünme'de mehcer edebiyatçıları, filozoflar misali, etraflarındaki varlıkları ve onları var eden hakkında mütemadiyen tefekkür etmişler, insan nefsinin derinliklerinde gizli olanlarla meşgul olmuşlar, varlığın sorunları, yok oluş ve sonsuzluk konularıyla ilgilenmişler ve sanatlarıyla onların esrar perdesini aralamaya yönelmişlerdir.                      

            Ruh'un inşası

            İsviçreli Doktor Jung, insanları mizaçları bakımından ikiye ayırır, sosyal ve pratik olanlar, içine kapanık ve düşünceli olanlar. Birinci gruba mensup olanlar faaliyet göstermeye, çalışmaya meyilli olurlar. İsteklerini gerçekleştirmedikçe huzur bulmazlar. İkinci gruba mensup olanlar ise, içlerine kapanmayı tercih ederler. Düşünme, araştırma, ilim irfan tahsil etmek, eser telif etmek ve ders vermekle yetinirler. Hayatta bir lokma bir hırka görüşünü kendilerine rehber edinirler.

            Mehcer edebiyatına mensup edebiyatçıların hayatları incelendiğinde onların ikinci gruba dâhil oldukları görülür. Buna örnek olarak Cibrân'ın şehrin kalabalıklarından kaçıp bir ormanda hayatını idame ettirmek istemesi ve Ebû Mâdî'nin saraydan kulübeye kaçışı ve Fevzî Ma'lûf'un Uçan Halısına binip maddi âlemden kopma arzusu gösterilebilir. Önde gelen mehcer edebiyatçılarından Mîhâîl Nu'ayme'de, ifrit olarak vasıflandırdığı New York'tan kaçıp Lübnan'da bir dağın bağrındaki mağarada uzlete çekilmiştir

            Maddi ve manevi prangalardan azat olma özlemi ve gurbet

            Göçmenler kendilerine çok yabancı bir muhitte yaşıyorlardı. Makinelerin ve maddenin hüküm sürdüğü bu iklimde kendilerini boğulacakmış gibi hissediyorlar ve kendi ideal manevi dünyalarına kavuşmak istiyorlardı. Makine gürültüleri ve koşuşturmanın hâkim olduğu bu yeni toplum insanlara insani değerlerini unutturuyordu. Bütün bu baskılar, edebiyatçıları bu dinamik toplumun özelliklerinden nefret etmeye ve onları insani duyguya ve duru vicdana yönelmeye sevk etti. Nitekim Cibrân madde toplumundan duyduğu rahatsızlığı şu şekilde ifade etmektedir: "Burada hayat gizli ellerin gece gündüz çarkını döndürdüğü bir değirmen gibidir."

            Şark mantalitesi

         Göçmen edebiyatçılarını Derin Düşünme'ye sevk eden bir diğer husus ta onların mayalarında var olan ve onlarla birlikte büyüyüp gelişen şarklılara ait özelliklerdir. Şurası bir gerçek ki, doğulu toplumlar batılılara göre Derin Düşünme'ye daha yatkındırlar. Bu onların ruhlarında var olan köylülük ve geniş fıtri şuur sebebiyledir. Ne makineler ne de şehrin gürültüsü onları hoşnut edemez. Bu sebeple göçmenler bu özelliklerini muhafaza etmiş ve şarklı olarak kalmayı sürdürmüşlerdir. Bu da bizi, Kur'an tilavet ederken ağlayan Karevî'nin gözyaşlarına, bu şark fıtratının kaynağına götürüyor. Nitekim bir Hristiyan olan Karevî, Kur'an-ı Kerim tilavet ederken gözyaşlarına boğuluyor ve şöyle diyor: "Müslümanlar, size yazıklar olsun!.. Elinde böyle kıymetli bir hazine olan ümmet zelil olur mu hiç? Böyle muazzam bir kuvvete sahip olan halk sömürülebilir mi hiç?"

            Özlerinde kökleşmiş dini inançları

            Derin Düşünme, esas itibariyle insanın zekâ ve kabiliyetlerinin en üstününe işaret eden bir göstergedir. Nitekim gördüklerini olduğu gibi resimleyip nakleden bir fotoğraf makinesi değildir. Din ise insanları eşyanın cevherine ulaşmaları için devamlı düşünmeye teşvik etmektedir. Mesela Kur'ân-ı Kerim insanları etraflarında olan biteni, eşyaları, göklerde ve yeryüzünde olanları, kendi yaratılışlarını ve geçmiş ümmetlerin akıbetini düşünmeye davet etmektedir.  

            Maruz kaldıkları trajik hadiseler

            Muhacirler olsun mehcer edebiyatçıları olsun göç etmeden önce ülkelerinde, yolculuk esnasında limanlarda, gemilerde ve nihayet vardıkları ülkelerde çekilebilecek sıkıntıların hepsini çekmişlerdi. Hüzün onlara şartların dayattığı ortak kaderleriydi. Mesela Cibrân, Paris'ten dönüş yolunda iken kız kardeşi Sultana vefat etti. Bu vefatın üzerinden on ay geçmişti ki, kardeşi Butros hayata gözlerini yumdu. Cibrân kendini toparlamaya yarasının kanını durdurmaya gayret ediyordu ki, ölüm biricik annesini hayattan kopardı.

            Dini hoşgörü

            Göçmenler Allah’a tasavvuf derecesinde kuvvetli bir iman ile inanıyorlardı. Akidelerinin özü hoşgörü, rehberleri ise her alanda ve her kulüpte dini özgürlüktü. Allah’a inanıyorlar ve insanları Allah’a inanmaya davet ediyorlardı. Fakat onlar Allah’ı, çocukluklarında öğrendikleri ve Nu'aymeʼnin Cibrân isimli kitabında belirttiği gibi, Katolik birinin Ortodoks kardeşinden yağ satın almasını yasaklayan dini inançların gözüyle görmüyorlardı. Oʼnun, bütün yarattıklarının Rabbi olduğuna inanıyorlardı. Dini, mezhebi, kavmi ne olursa olsun herkesin Allah’ı o şekilde görmesini istiyorlardı. Zira Allah katında bir milletin diğerine üstünlüğü yoktu.

            Kavmiyetçilik

            Mehcer edebiyatı, amaç birliği, tarih birliği, dil birliği gibi sabit temeller üzerinde yoğunlaşmış, gerçek manada milli bir edebiyattır. Bu coğrafi anlamda bir millilik değildir, çünkü coğrafi sınırların değişmesi mümkündür. Dini anlamda bir millilik de değildir. Zira din farklı milletler arasında yayılmış olabileceği gibi, bir milletin bütün fertlerini de kapsamayabilir. Mehcer edebiyatı, kendisini doğuran millete ve doğduğu topraklara samimi bir şekilde bağlıydı. Arap topraklarında meydana gelen en küçük hadiseyi bile yakından takip ediyor, bu ülkelerde oluşan herhangi sıkıntının acısını yüreklerinde hissediyor yazılarında dile getiriyorlardı.

            Sanatsal Özellikler  

            Mehcer edebiyatında üslup/ sanat bakımından öne çıkan özellikler şunlardır:

            İfadelerdeki basitlik: Mehcer edebiyatını diğerlerinden ayıran en büyük özellik ifadelerin basit olması, zamana hitap etmeyen garip kelimelerin kullanımından kaçınılması ve konunun anlatımında akıcı bir üslubun kullanımının tercih edilmesidir.

            Konu bütünlüğü: Mehcer edebiyatçıları bu özelliği batılı şairlerden almışlardır. Bir kasidenin tamamında aynı konuyu ele alıyorlar, anlamının bozulmaması için, kasideyi farklı bölümlere ayırmıyorlardı

            Tasvire özen gösterme: Şüphesiz ki tasvir şairin amacını ifade etmekte ve kasideye bir canlılık kazandırmaktadır. Bu da mehcer edebiyatçılarını hem şiirlerinde hem de mensur eserlerinde tasvir sanatına büyük özen göstermeye sevk etmiştir.

            Aruz veznine duyulan tepki: Bilindiği gibi Arap şiiri el-Halil b. Ahmed el-Farahidi'nin tespit ettiği şiir ölçülerine göre ve aynı kafiye ile yazılmaktaydı. Mehcer şairlerinin yaptığı en önemli şey, Endülüs ezgilerinde olduğu gibi, aruz ölçülerine karşı çıkmak ve kafiyeyi zenginleştirmek olmuştur

            Öyküleme yöntemi: Mehcer şairlerinin öyküyü bir ifade biçimi olarak kullanmalarıdır. Zira öykü özünde, birbirleriyle mücadele eden ve iç dünyalarını anlatan pek çok karakter barındırmaktadır.

            Sonuç olarak Mehcer edebiyatçıları, kendine has özellikleri ve disiplini ile "Mehcer Edebiyatı" kavramını literatüre kazandırmışlardır. Doğunun ruhaniyeti ile batının disiplinini mezc ederek insanlığa farklı bir lezzet sunan Mehcer edebiyatının ömrü kısa fakat gölgesi uzun olmuştur.