Medeniyetlerin Ortak Ruhu: Müzik
YAZAN: ABDULAZİZ el-HÂMİDÎ


Türkiye ve Suriye halkının fikri ve sanatsal birlikteliğini, kültürel kaynaşmasını tarihsel olarak ele alacak olursak müzik sanatını kuzeyde ve güneyde oldukça zenginleştiren muhteşem örneklerle karşılaşırız

Şarkının sözleri her insanın ve halkın içinden geçtiği içtimai bir duygusal hali ifade etmektedir.

Şarkının namesinin kolaylığı, yakın ve sevimli kabul edilmesi nedeniyle birçok farklı milletten şarkıcı şarkıyı kendi dillerinde söylemişlerdir.

     Müzik yüksek bir sanat olup bir halktan diğerine aktarılırken tercüme edilmesine ihtiyaç duyulmayan evrensel bir dildir; nitekim ortak insani duygular karşısında beşerin duyduğu his tektir.

     Müzik tabiatları ve gelenekleri farklı olan halklar arasında kucaklaşmanın ve el ele olmanın mesajlarını taşır, beşerî bağları güçlendirir.

     Özel olarak Türkiye ve Suriye halkının fikri ve sanatsal birlikteliğini, kültürel kaynaşmasını tarihsel olarak ele alacak olursak müzik sanatını kuzeyde ve güneyde oldukça zenginleştiren muhteşem örneklerle karşılaşırız.

     Bunun basit örneklerinden biri 1933 yılında doğan ve doğu müziğinin en meşhur simalarından olup muvaşşahat ve Halep türküleriyle meşhur olan müzisyen Sabâh el-Fahrî (gerçek adı Sabâhuddîn Ebû Kavs’tır.)’nin el-Azûbiyye Tâlet Aleyye (العزوبية طالت عليه) yani “bekârlık canıma yetti” şarkısıdır. Şarkıya https://youtu.be/-qhAMSAuZuklinkinden ulaşılabilir. Şarkı, halk dilindeki lirik cümleleriyle oldukça basittir. Sözleri şu şekildedir:

Bekârlık… Canıma yetti.

Kalk nişanla beni ana

Genç bir kızla

Nişanlım olacak bir kız… Çok talepleri olmayan…

Hadi bana bir gelin getir ana

Hediyeleri de al

Allah tecelli eder ana

Bana tecelli eder

     Bu sözler folklorik olup kime ait olduğu bilinmemektedir. Çeşitlendirilmesi ya da arttırılması mümkündür. Ancak bu sözler her insanın ve halkın içinden geçtiği içtimai bir duygusal hali ifade etmektedir.

     Bu şarkının bestekârı Dâvûd Hasenî’dir. 1870 yılında dünyaya gelmiştir. Mısırlı müzisyen ve beste yazarıdır. Karayit Yahudilerinden olup ilk Arapça operayı yazan, İran namelerini Türk ve Endülüs nameleriyle bir araya getiren kişidir. Dolayısıyla Mısırlılar tarafından bilinmeyen zenceran, nikriz, kürdili hicazkâr gibi makamları ilk kez kullanan kişi sayılır. Müziği hem zengine hem fakire hitap eder.

     Şarkı Batı’da minör derecesine tekabül eden nihavent makamında ve tekrar eden cümleler şeklinde takatukausulüyle yazılmıştır.

     Takatuka halk Arapçasındaki şarkı çeşitlerinden olup beste, güfte ve name biçimi bakımından muvaşşah, nakarat ve ilahi gibi diğer kalıplardan farklıdır. Bu türden şarkılar bir nakarat ve kuple denen birkaç kıtadan meydana gelir. Her kuplenin ardından nakarat tekrar edilir ve şarkı yine nakaratla sona erer. Bunu Arapçaya Yûnus el-Kadî, Bedî Hayrî, Ahmed Râmî ve Bayram et-Tûnusî gibi halk şiirleri 20. yüz yılın başında dahil etmişlerdir.

     “Böyle Gelmiş Böyle Geçer Dünya”

     Şarkının namesinin kolaylığı, yakın ve sevimli kabul edilmesi nedeniyle birçok farklı milletten şarkıcı şarkıyı kendi dillerinde söylemişlerdir. Bunlardan biri de Türk şarkıcı Gönül Akkor olup şarkıyı “Böyle gelmiş böyle geçer dünya” olarak Türkçe eda etmiştir. Şarkıya https://youtu.be/zXsJMffjSUE linkinden ulaşılabilir. Ancak şarkının Türkçe hali, Feyruz’un (البنت الشلبية) adındaki meşhur şarkısında Rahbânî kardeşlerin yaptığı birtakım değişiklerden sonraki formuna daha çok benzemektedir. Şarkının Halepli aslından alındığı da söylenmiştir.

     Araştırmacılar bestenin 1950li yıllarda çıkarılan Hintçe şarkının bestesiyle örtüştüğünü söylemişlerdir.

     Muteber kaynaklarda Feyruz’un el-Bintu’ş-Şelebiyye şarkısının Iraklı şeyh el-Melâ Osman el-Mevsılî’ye ait olduğu da zikredilmektedir.

     Bu bestenin ve aynı dönemdeki diğer bestelerin aslı hakkındaki tartışmaların olması doğaldır. Nitekim bu dönem şifâhî ve semâi olup sanatsal haklar da gelişmiş değildir. Hızlı iletişim araçları, belgelerin ve yazımın doğrulanabilirliği gibi hususlar da özellikle doğu Arap dünyasında netleşmiş değildir.

     Ancak ben bunu dünyanın doğu ve batısındaki insanlar arasında iletişimi, kirli güçlerin halklar arası kültürel ve sanatsal birlikteliği bozmaya çalıştığı bir dönemde milli ve insani barışı sağlayan olumlu bir yön olarak görüyorum.

     Bu beste de Irak, Suriye, Mısır, Hindistan ve Suriye gibi farklı milletler arasında kendi dil ve lehçelerinde yayılan ilk yüz evrensel çalışma arasında sayılmaktadır.

     Yüksek ve kalıcı sanatın rolü işte budur. Tüm köklülüğüne ve yerelliğine rağmen evrenselliğe ulaşır ve değerleriyle sanatsal yaratıcılığını gürültü, aşırılık ve tecrit olmaksızın yansıtır.