Maraş Kurtuluş Savaşı Kahramanı ve Halepli Mücahitlerin Şeyhi
Maraş Milli Mücadelesi Kahramanı Arslan Toğuzata

Dr. Abdülcevad Hardan

Hayattayken vatanına aşık olan Arslan, ölürken de delicesine aşıktı. Tahrir mahallesinde bulunan, öğrenciler, hastalar, yolcular ve misafirler için bir sığınak haline gelen evinin kapıları herkese açıktı. Bu onun hayattayken taşıyıp ölümü ardından ailesine aktardığı mirası ve mesajıdır.

Kahramanmaraşın kurtuluşundan ne zaman bahsedilse onun ismi de zikredilir. Zirâ bu lider, cesaret ve mücadelenin kanlı canlı örneğidir. Dördüncü eşi Nazmiye Hanım'dan olan, yaşayan tek oğlu konumundaki Mahmut Toğuzata'nın Arslan Bey hakkındaki şu sözleriyle başlamak güzel olabilir: Arslanbey toprak gibi bir insandı. Arslanbey çok cesur, yiğit, alçak gönüllü, insanların hepsini seven bir Osmanlı Beyefendisiydi. Bir milletin yaşaması için hayatını feda eden Arslanbey, Allah’ın onu dünyaya gönderme amacını yerine getirmeyi başarmış, hayatını bütünlüğe erdirmiş, iman sahibi bir kul ve tekâmüle ermiş bir ruhtur.

22 gece süren savaşta şehri işgalci düşmanların elinden alan Maraş komutanlarından Abdullah oğlu Arslan Bey, 1883 yılında Maraş’a bağlı Göksun ilçesi Fındık köyünde dünyaya geldi. Babasının vefatıyla genç yaşta okulu bırakmak zorunda kalan Arslan Bey, bir müddet çiftlikte çalışması ardından Göksun'da kısa süreliğine ilkokul öğretmenliğinde bulundu. Ardından dini eğitimini tamamlamak için Halep'e giden Arslan Bey, burada Halep valisi ve Osmanlı döneminde hakimlik yapan kuzeni İsmail Bey'in din eğitim alması yerine, polis olmasını önermeleri sonucunda Halep'te polisliğe başladı. Sınavlara girerek Osmanlı polis teşkilatında en üst rütbelere yükselen Arslan Bey, İngiliz istihbaratına karşı Trablusgarp'ta istihbarat görevi almıştı. O sırada Kahramanmaraş'ın önce İngilizler sonra Fransızlar tarafından işgali ve Mondros Mütarekesi'nin imzalaması üzerine daha önce Kur'an-ı Kerim, bayrak ve silah üzerine ettiği yemine uyarak hiç kimseden emir almadan Kahramanmaraş'a doğru yola koyuldu.

Müdafaa-İ Hukuk Cemiyeti'nin kuruluşu ve seçilmiş ilk reisi Arslan Bey

Arslan Bey Kahramanmaraş'ta ilk olarak Yüzbaşı Mahmut ile irtibata geçti. Ülkenin durumunu değerlendirmeleri ardından neler yapılması gerektiğine dair anlaştılar. Ardından görüştükleri diğer şahsiyetlerle beraber, vaziyeti ele alacak bir teşkilat kurulması ve örgütlenmesi gerektiği üzerinde karar kıldılar. Söz konusu meclista Fransız ve İngilizlerin Şam'da gerçekleştirdiği vahşetler üzerine duruldu. Ardından daha kötü hadiselerin gerçekleşebileceği korkusuyla bu teşkilatı kurmaya oybirliğiyle karar verdiler.

28 Kasım 1919'da Fransızların Maraş Kalesi'ndeki bayrağı indirmesi ve Fransızların şehre geldiği ikinci gün sokaktaki kadınları yüzlerini açmaya silahla zorladıkları sırada onlarla mücadele eden Sütçü İmam olayının yaşanması, bu teşkilatın kurulmasını daha da gerekli hale getirdi. 

Bu şekilde kurulan Müdafaa-İ Hukuk Cemiyeti'nin başına Arslan Bey getirildi. 

Herhangi bir savaşın patlak vereceği düşüncesiyle şehri 10 mahalleye bölen Arslan Bey, her mahalle için bir komutan ve 200 silahlı örgütledi. Nitekim savaş ilan edildiğinde 2 bin kişilik bir kuvvet birliği hazır hale geldi. Arslan Bey'in oğlu Mahmut Toğuz, şöyle diyor: 

"Söylendiği gibi kazma kürekle savaşmadık. Elimizdeki cephane ve mühimmat hiç bitmedi. Savaşboyu harcadığımız mühimmat ve cephane kadar 11 Şubat günü harcadık. Nitekim biz şehir içinde 22 gün 22 gece çok büyük bir mücadeleyle Kahramanmaraş'ı düşmandan temizledik. Türkoğlu ve Gaziantep üzerinden gelen düşman kuvvetlerini kuşatma altına alarak 22 Gün 22 gece düşmana dışarıdan hiçbir lojistik destek girmesini önledik. Ermeni evleri ve 7-8 tane kilise vardı ve hepsi müstahkem binalardı. Bunlara kurşunla etki edilemiyordu. Arslan Beye biz bunlarla nasıl mücadele edeceğiz hepsi taş binalar diyince Arslan Beyin cevabı yakacağız oldu. Kahramanmaraş'ın büyük bir kısmı bu komşusu olduğu müstahkem evlerin çatısını yakarak onların dışarı çıkmasını sağlayarak ortadan kaldırdılar. Hiçbir yerde düşman bize üstünlük sağlayamadı. Biz 22 gün 22 gece bunları aç susuz bıraktığımız gibi her yerde de üstünlük sağladık."

Söz konusu savaşta Arslan Bey'in istihbarat yeteneği sayesinde, çeşitli yerlerde gömülerek gizlenmiş silahlara ulaşılarak 2 bin asker silahlandırılmış oldu. Kahramanmaraş'taki savaşta doğu ve batı cephesi olmak üzere iki farklı cephe oluştu: Batı cephesi Arslan Bey cephesiydi. Doğu cephesi ise Mustafa Kemal'in Sivas'tan gönderdiği Kılıç Ali cephesiydi. Arslanbey'in öneri talebine cevap veren Mustafa Kemal, her dört yazışmada da durumun idare edilmesi, herhangi bir savaşa meydan verilmemesini istedi. Belli bir süre bu emre uyan Arslan Bey, düşmanın bedbaht girişimlerine dur demek için bir Cuma günü savaş ilan etti. Olan oldu, savaşın nihayetinde Maraş'tan sürülen Fransızlar, 12 Şubat'ta karargahlarını teslim ederek beyaz bayrak kaldırdı. Kendisine geride kalan Ermeni ailelerin öldürülmemesi talebinde bulunulan Arslanbey ise “Onlar bizim vatandaşımız. Onların can güvenliği bizim güvencemiz altındadır. Silahlarını bıraktıkları sürece kendilerine bir şey olmayacaktır” ifadelerini kullandı.

Cesur yürekli Arslanbey, askerleri ile birlikte Maraş’tan Antep’e doğru savunmaya katılmak için yola çıktı. Daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğine seçilip bu görev için Ankara’ya gitti. Maraş mutasarrıflığı ve Adana Askeri Komutanlığı’nın kendisine ihtiyaç olduğunu söylemesi üzerine görevini bırakarak yeniden cepheye döndü. Düşman güney cephesinin tamamından çekilinceye dek cephede kaldı ve ardından TBMM’ye geri döndü. Bu esnada Ali Fuat Cebesoy liderliğindeki Terakkiperver Partisine bağlıydı. Partiye mensup tüm üyelerin bir suikast girişimiyle tutuklanmasıyla Arslanbey de tutuklandı ve 15 yıl boyunca göz hapsinde kaldı. 1944 yılında fakirleşip tüm varlığını kaybetmesi için bir vergiye tabi tutuldu. Elinde Pazarcık’taki toprak parçasından başka bir şey kalmayan Arslanbey, buradan elde ettiği mahsulün yarısını ihtiyaç sahiplerine sadaka olarak verip yarısını ailesi için harcadı.

Hayattayken vatanına aşık olan Arslanbey, ölürken de delicesine aşıktı. Tahrir mahallesinde bulunan evinin kapıları herkese açıktı ve öğrenciler, hastalar, yolcular, misafirler için bir sığınak haline gelmişti. Bu, onun hayattayken taşıyıp ölümü ardından ailesine aktardığı mirası ve mesajıdır. Allah ona rahmet eylesin, şehitler ve mücahitler arasına kabul etsin.