Kazım Rahman’la Röportaj
Peren Birsaygılı Mut



Kazım Rahman Kimdir?
Hint asıllı Kanadalı yönetmen, İslami sanatlar uzmanı, ressam ve yazar. Çalışmaları, İslam sanatı ve kültürle ilgilidir.

Kanada'da büyüdükten sonra Ontario'da York Üniversitesi'nde (BFA) Görsel Sanatlar, Newcastle'da (İngiltere) Northumbria Üniversitesi'nde resim / fotoğraf ve daha sonra New York'ta City College'da (CUNY) Medya Sanatları eğitimi alan Kazım Rahman’ın dünyanın çeşitli ülkelerinde vizyona girmiş, 3 uzun metrajlı filmi vardır. Türkiye’de de bazı film festivallerinde jüri üyeliği yapan Kazım Rahman, City College'dan (CUNY), New York City'den ve Hindistan, ABD, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde ve kolejlerde sinema ve İslam sanatı üzerine ders vermeye devam ediyor.

Sevgili Kazım, İslam'la ilgili temelsiz korkular, takıntılar, dünya çapında milyonlarca insanı etkiliyor. Müslümanlara karşı duyulan bu hınca dair sanat nasıl bir rol oynayabilir?
Sanat ve para, insanların diğer kültürleri nasıl algıladıklarını şekillendiren iki güçlü şeydir. Örneğin benim 1970’li ve 1980’li yıllar boyunca Kanada’da geçirdiğim yetişme dönemim boyunca, Avrupa'nın (yani  İtalya, Fransa, Almanya'daki sanat sinemasının),sanata, sinemaya ve sanat hareketlerine ev sahipliği yaptığı algısı vardı. Japonlar ise işkolikti. Çin fakir ve az gelişmiş bir ülkeydi. Oysa şimdi Çin ile ilgili algılar tamamen tersine döndü, Avrupa ekonomik ve kültürel olarak durgun bir dönemden geçiyor. Ve Japonya büyük bir sıçrama yaşıyor. Yenilikçi animasyon, filmler, oyunlar, moda ve popüler kültür konusunda. Küçük ülkeler (hem coğrafi hem de nüfus olarak) derin ve önemli işler ortaya koyabiliyor. Tıpkı Sovyet sinemasının devrimden sonraki on yılda (1919-1929) ve İran sinemasının özellikle 1980'ler-90'lar boyunca gösterdiği sıçrama gibi…

İslam sanatlarının ve sinemasının, son 150 yılda gerçekten önemli hareketler arasına girdiğine inanıyorum.  İran sinemasının doğuşu; belgesel ve anlatıyı birleştirerek ve Fars şiiri geleneklerinin yanı sıra İran minyatür resim geleneklerine referans veren hikaye anlatmanın yeni bir yolu olarak ortaya çıktı. Buradaki rehber, tabii ki Kiarostami ama onun dışında çok güçlü başka yönetmenler de var. Bu durum, İran'ın ve İslam dünyasının, onların bakış açısına göre sosyal, kültürel ve dini açıdan sahip olduğu karmaşık konum nedeniyle bazı Avrupalı ve Amerikalı eleştirmenler nazarında sorun olabilir ancak ortaya çıkardığu olumlu etkiyle de, sanatın temsilin önemini vurguluyor bir yandan.

Bazı karikatür dergilerinde gördüğümüz, Müslümanlara yönelik hınç neden düşünce özgürlüğü kapsamı içinde değerlendiriliyor? Düşünce özgürlüğü konusunda Batı'nın sınırları nerede başlıyor ve nerede bitiyor?
İslam ve Müslümanlara düşman olanlar her zaman olacaktır. Hz Peygamber (sav) zamanından itibaren ve İslam İmparatorluklarının altın çağları ya da talihsiz dönemleri boyunca böylelerini görüyoruz. 19.yüzyıldan itibaren, Hristiyan ahlak yasaları ile çelişmesine rağmen batı emperyalizmi ve sömürgeciliğini temsil eden ve Darwin’in sözde bilimsel bulgularına atıf yapan, ırkçı ve aşağılık çok sayıda klişe karikatür yayınlandı. Tabii ki, gerçeklik, Batı kültüründe "norm" olarak kabul edilen şeydir. Bu, son zamanlarda, Son bir buçuk asır ve hatta son birkaç on yılda, büyük ölçüde değişti. Şunu da belirtmekte fayda var ki, artık birçok Müslüman Avrupa ve Kuzey Amerika'da yaşıyor ve bu, bazı şeylerin seyrini değiştirdi. 19. yüzyılın sonlarında biri için hayal bile edilemez bir durumla karşı karşıyayız. Mesela Amerika’nın hemen hemen her şehrinde artık camiler var. Bunun yanı sıra okullar, sosyal ve kültürel programlar mevcut. Bazı yerlerde Hristiyan kültürü ve Müslüman kültürü beklenmedik şekillerde birbiriyle bağlantılı. Batı toplumunun neo-liberal kesimi, İslam kültürünü post-modern çeşitliliğin bir parçası olarak savunuyor. Batı’da yaşayan bir Müslüman olarak, böylesi kışkırtmalara karşı ortak bir dil oluşturulabileceğine inanıyorum.

Üç uzun metralı filmin var. Salaat, Deccani Souls ve Dead Body ? İslam kültürü ve sanatından yola çıkan bu filmleri geçerken temel amacın neydi?
Bu filmlerim, hem 1960’ların Avrupa’sının, hem de 1990’ların İran’ının sanat sineması geleneğinden besleniyor. 

Dead Body, karakterlerin çeşitliliği ile (hem etnik, hem de kültürel olarak) sahip olduğum ve hala sahip olmaya devam ettiğim deneyimin bir parçasıydı ve zıt mimari ortamlara sahipti. Baş karakter, gerçekte New York'ta yaşayan bir Pakistanlı (yazar H.M. Naqvi) ama sinematik dünya o, kentsel rotalar ve rastgele karakterler arasında gezinen Hasan karakteri.

Salaat adlı uzun metrajlı diğer filmimdeki hikâyeler, tamamen beş vakit namaz etrafında dönüyor. Hikâyeler, beş vakit namaz saatlerine göre biçimleniyor. Coğrafi konumlar, mevsimler/hava durumları, iklimler ve şehir-köy ayrımı üzerinde ilerliyor. Deneysel bir film olarak adlandırılabilir.  Zira bu filmin bir tarafı aslında namazı gerçek zamanlı olarak gösterirken, filmin geri kalanında zaman ve boşluk ağır basıyor.

Deccani Souls ise, belirli bir bağlamı olan uzun metrajlı bir filmdir  ve açık bir şekilde, bir zamanlar Hindistan’ın Haydarabad eyaletindeki işgale atıfta bulunur. Haydarabad Nizamlığı olarak adlandırdığımız bu devlet, aynı zamanda bölgedeki son İslam imparatorluğudur. Film şuna atıfta bulunur; Şu anda Hindistan'ın bir parçası olan bu yerde Müslümanlara yönelik adaletsizliğin yanı sıra kayıpların ve ölümlerin trajedisi. Ve aynı zamanda çoğu zaman yaşadığı çelişkili duygularını ve varlığı anlamlandırmaya çalışan bir şairin hikayesi. Bazı ilginç karakterlerin yer aldığu bu filmimde, melankolik hatıralar, mizah ve romantik çürümenin de izini sürdüm.