KUDÜS ARAŞTIRMALARI MERKEZİ DİREKTÖRÜ YUSUF SAİD EL NATŞA

“İstanbul, hem Doğu, hem de Batı dünyasında manevi açıdan önemli bir şehir”

İstanbul'un fethi ile bölgenin İslam dinine girişi tamamlanmıştır.


Müslümanların sürgün edildikleri, Hristiyan olmaya zorlandıkları, engizisyon mahkemesine sevk edildikleri, işkence gördükleri bir dönem. Fetih hiç şüphesiz böyle bir dönemde Arapların ve Müslümanların moralini yükseltmiştir.

Bu ülkeye olan sevgim ve köklü tarihine hayranlığım dolayısıyla Anadolu’da defalarca kez seyahat ettim.

Öncelikle bu güzel sohbet için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizin de bildiğiniz gibi İstanbul'un askeri ve stratejik açıdan önemi yüksek. Bunun yanısıra şehrin manevi açıdan taşıdığı anlam oldukça önemli. Peki İstanbul'un doğu ve batı dünyası için bu kadar özel bir anlam ifade etmesinin sebepleri neler? İstanbul ile Kudüs arasındaki bu güçlü manevi bağ nereden geliyor?

Evvelâ Allah’ın selamı üzerinize olsun Peren Hanım, size iyi çalışmalar dilerim. Ben Yusuf Said el Natşa. Osmanlı mimarisi uzmanıyım. Şuan Kudüs’teki Eski Şehir’deki bir üniversitenin Kudüs Araştırmaları Merkezi'nin direktörlüğünü yapmaktayım. Öncesinde ise 40 yıl boyunca İslami Vakıflar Dairesi’nde Turizm ve Mescid-i Aksa’daki Eski Eserler Müdürlüğü başkanlığını yürüttüm. İstanbul’u en az 20 kez ziyaret etmişimdir. Türkiye’nin kuzey ve güneyini, doğu ve batısını gezdim. Bu ülkeye olan sevgim ve köklü tarihine hayranlığım dolayısıyla Anadolu’da defalarca kez seyahat ettim.

İstanbul, hem Doğu, hem de Batı dünyasında manevi açıdan önemli bir şehir. Bu şehrin ihtişamı ve tarihine herkes şahit. Şehir aynı zamanda İslam’a davetin başlangıcı itibariyle ve İslami fetihler ile Arap-İslam mirası ile de bağlantı içerisinde. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) İstanbul’un fethi ile ilgili hadis-i şerifi bu açıdan örnek gösterilebilir. Bu şehre yönelik birçok Arap ve İslami fetih girişimleri kaydedilmiştir. Ancak erişilmezliği, Bizans İmparatorluğu’nun o zamanki gücü, çölden gelen Arapların buranın havasına uyum sağlamada yaşadığı zorluk gibi sebepler buranın fethedilememesine neden olmuştur. İstanbul aynı zamanda ulu isimlerle de ilişkili bir şehirdir. Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin Konstantinopolis surlarının yanıbaşında şehit oluşu, burada onun adında bir camii ve ilçenin kurulmasıyla hatırasının yaşatılmasını örnek verebiliriz. Emeviye döneminde Muaviye bin Ebî Süfyân ve Abdülmelik b. Mervân dönemlerinde fetih için Konstantinopolis’e seferler düzenlenmiştir. Bu şehir, gerek Arap ve İslam tarihi, gerek ise Osmanlı tarihi açısından önemlidir. Diğer yandan Büyük Konstantin’in kendi iktidarında yeni bir dönem başlatmak istediği, bu yüzden Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan fevkalade konuma sahip yeni bir başkent kurduğu biliniyor. Dolayısıyla Konstantin’in sahip olduğu Hristiyan inancı, burada Ayasofya kilisesinin bulunması, erken dönem Hristiyan mimarisinden örnekleri ihtiva etmesi dolayısıyla İstanbul, aynı zamanda Roma’ya rakip teşkil etmiştir. Nitekim İstanbul, biri Batılı Hristiyan, diğeri İslami, Arap ve Türk olmak üzere iki yönlü bir şehirdir.

Kuşatmaların önemi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Aslında tarihsel açıdan başarılı bir kuşatma, ayrıntılara, eylemlere ve inceliklere bakılmaksızın taçlandırılır. Zirâ kuşatanlar, belli bir iradeyi kırmayı başarır. Elbette ki bunun için sabır ve sebat, psikolojik açıdan hazırlıklı olma, seferberlik ve askeri hazırlık gerektirir. En önemlisi ise askeri stratejidir. Bu husus, karşı konulamayacak bir kilit unsurdur. Osmanlının bu konudaki uzmanların yardımıyla döktürdüğü devasa toplar bu konuda önemli bir etken sayılabilir. Belki de bardağı taşıran son damla; İtalya, Venedik ve diğer Avrupa şehirlerinin de yardımıyla kaydedilen direnişe rağmen bu etkiyi hafifletmiş olabilir. Gemilerin bin bir zorlukla karadan yürütülmesi ve Bizanslıların bu şekilde şaşırtılması da önemli bir etkendir. Bu askeri stratejiler, herkes gibi Sicilya’nın güneyinden değil de İspanya ve Fransa, ardından Alpler ve İsviçre üzerinden kuzey tarafından gelerek Romalıları şaşırtan Kartacalı Hannibal’ın kurduğu plan ile yarışır.

İstanbul'un fethinin Arap dünyası ve Filistin açısından öneminden bahseder misiniz?

Bu konuya birkaç nokta üzerinden değinmek mümkün. İslam inancı açısından bakacak olursak İstanbul’un fethi ile Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hadis-i şerifi vücut bulmuş oldu. Böylece İslam inancının manevi gücünün artmış olduğu düşüncesindeyim. Zamanlaması da önemli. Zirâ Endülüs’teki Araplar ve Müslümanların burada ağır bir darbe aldığı, sekiz asrın ardından Endülüs’ten kovuldukları, İspanyolların Reconquista (İspanya'yı geri alma) hareketinde başarı elde ettikleri kritik döneme denk geliyor. Müslümanların sürgün edildikleri, Hristiyan olmaya zorlandıkları, engizisyon mahkemesine sevk edildikleri, işkence gördükleri bir dönem. Fetih hiç şüphesiz böyle bir dönemde Arapların ve Müslümanların moralini yükseltmiştir. Bunu Güney Akdeniz ile Kuzey Akdeniz arasında kaydedilen, aynı zamanda şuan Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’nın temsil ettiği Arap bölgesi ile İspanya, İtalya, Yunanistan ve Bizans devleti topraklarının temsil ettiği Avrupa’nın Akdeniz tarafları arasında yaşanan tarihi çatışma bağlamında değerlendirebiliriz. Bu, milattan önceki ilk çağlara uzanan, Pers İmparatorluğu ile Roma İmparatorluğu, Roma Devleti ile Mısır arasındaki çatışma gibi birkaç farklı aşamayı içerisinde barındıran tarihi bir çatışma.

İstanbul'un fethi ile bölgenin İslam dinine girişi tamamlanmıştır. Avrupa'daki dini sınırlar belirlenmiştir. Dolayısıyla İslami açıdan, kültürel ve coğrafi açıdan çok büyük bir zafer elde edilmiştir. Daha geniş bir açıdan bakmak gerekirse İstanbul’un fethi, Kanuni Sultan Süleyman’ın gelip de topraklarını daha da kapsamlı hale getirmesi öncesinde Avrupa için ciddi bir tehdit teşkil etmiştir. Öncesinde Endülüs’e yönelik fetihleri, Haçlı Seferleri ve Frankları, ardından coğrafi hareketleri, Rönesans’ı ve Sanayi Devrimi’ni, Arap-İslam dünyası ve Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesini de hesaba katarsak Avrupa’nın yeni bir strateji geliştirmesi gerekti. Zirâ gelecekte herhangi bir İslami hareket veya ulu bir lider tarafından tekrar tehdit altına girmek istemeyen Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu'nu nasıl ortadan kaldıracağını, Arap dünyasını nasıl parçalanacağını, çeşitli ırksal ve bölgesel meselelerle nasıl meşgul edeceğini düşünmeye başladı. Bugün tanık olduğumuz, İranlılar, Araplar ve Türkler arasındaki çatışmalar gibi.