İslamci Bir Türk:İsmail Gaspirali 
İsmail Küçükkılınç


Gaspıralı’da Türklük, İslam’ın kuvvetli de olsa bir unsur değil, esas olduğu bir mefhum ve telakkidir. 

Gaspıralı Kırımlıdır ancak o Kazan'a öncelik verir. Çünkü Kazan, süreç içinde bilhassa ticaret ve ilmi kaynaştırarak Osmanlı harici Müslüman Türk dünyasının entelektüel merkezi haline gelmiştir.   

İslamcılık, İttihad-ı İslam ve İstanbul lehçesi İsmail Gaspıralı'da bir bütündür

Ne acıdır ki hâlâ ülkemizde Namık Kemal'in laik ve Türkçü, Gaspıralı İsmail'in de Türkçülüğün babası olduğu yaygın yanlış bir bilgi ve görüş olarak varlığını devam ettirmektedir. Son dönemlerde her iki isim hakkında da doğru bilgi ve tespite ulaşacak ciddî-ilmî pek çok eser ve kaynağa tesadüf edilmesine rağmen bunların tesirinin hemen hiç mesabesinde oluşu da yerleşik-yaygın yanlışların kolay kolay hakimiyetinin sarsılmadığının delaleti olmalıdır. Yine de literatürde  bu iki ismin esaslı birer İslamcı olarak kayda geçmesi az bir şey değildir. 

Namık Kemal meğerse “Şeriat da Şeriat” diyen, kapitalizme, kapitülasyonlara, Babıâli istibdadına, elçilerin müdahalesine, İslam Hukuku dururken Batılı kanunların alınmasına şiddetle karşı çıkan biriymiş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında ona düşmanlığın sebebi de İslamcı oluşuymuş.  

İsmail Gaspıralı ismi belki de Namık Kemal’den daha çok duyulurdu ama çoğu kişi ona ait tek satır okumadan bir zaman yanlış şekilde tedavüle sokulmuş bilgiler ve önyargılar ile onu tanır ve kabul ederdi. Oysa kaynaklık vasfı çok yüksek bazı eserlerden öğrenildiğine göre  meğerse Kırım’da Tatar-Türkçü gençlerin Türkçü bulmadığı biriymiş İsmail Gaspıralı. Onun "dilde-işde-fikirde birlik" sloganı Müslümanların İslam temelinde birliği imiş. 

Ben şahsen Gaspıralı'nın İslamcı olduğunu ilk defa Kırım davasının en mühim simalarından biri olan  Cafer Seydamet Kırımer'in 1934'te yayınlanan "Gaspıralı İsmail Bey" adlı kitabında görmüştüm. Gaspıralı'nın yanında yer alan biri bu tabiri kullanıyorsa bir bildiği olmalıydı.   

Türkçülüğün babasının İsmail Gaspıralı olmadığı artık tartışmasızdır. Merhum, Türkçü de değildi.
Türkleri üstelik çok yoğun bulundukları bölgelerde merkeze almak, onları bir kılmak için çalışmak
Türkçülük değildir. Türkçülük daha farklı birşeydir. Mesela Yusuf Akçura hem Türkçü hem de
Türkçülüğün babasıdır. Çünkü Akçura çok rafine şekilde artık gelecekte devlet ve memleket için
Türkçülüğü esas kabul edilecek bir ilkeler manzumesi olarak formüle ediyordu.  

Akçura'nın Türkçülüğünde -Ziya Gökalp'te olduğu gibi Osmanlı tecrübesinin amil/müessir olduğu sosyolojik vurgu yerine- Türkî coğrafya ve etnisite daha baskınsa da ondaki Türkçülük hem entelektüeldir hem de diğer kavimlere düşmanlık değildir. Ancak Akçura seküler-laik biridir. Bu bakımdan Türkçülüğün diğer tüm etnisiteyi-kavmi merkeze alan ideolojiler gibi  laik-seküler bir mahiyeti haiz olduğu tartışmasızdır. Ancak tarihî-siyasî-sosyolojik şartlar gereği bir unsurun üstelik İslam merkezli bir birlik ve dayanışma ruhu meydana getirmesini talep ve arzu elbette başka bir telakkinin tezahürü olarak mütalaa edilecektir.    

Yusuf Akçura'nın deha derecesindeki zekâsı, tedbirli oluşu, İslam'a bir medrese hocasından daha vakıf oluşu, Kazan'daki ulema ve İslamî yenileşme ile alakası onun Türklüğü, Türkçü ve seküler açıdan ele alış özelliğini herkesin aynı kuvvette anlamasına mani olmuştur. 

Ziya Gökalp'in Akçura'ya düşman oluşunun esas sebebi Akçura'nın İTC'ye muhalif hatta kibirli oluşudur. Yahya Kemal Beyatlı da Akçura'yı Osmanlı'ya "düşman olduğu" için düşman görür. Aslında Gökalp de Beyatlı da Akçura'nın Osmanlı Türklerini küçümsediğine inanır. Bu, tartışmalı bir husustur. 

İsmail Gaspıralı artık hemen hepsi ülkemizde yayınlanmış makale, risale ve kitaplarından  da anlaşılacağı üzere İslamcılığı, Rus idaresini uyandırmayacak şekilde tatbik etmek istemiştir. İttihad-ı İslam'ı evvela birbirini asan-kesen Türkler arasında hayata geçirmek arzulamıştır. Çünkü iki Türk’ün kanı birbirine haramdır; o iki Türk herşeyden evvel  Müslümandır. Türkler, evvela Müslüman olmak hasebiyle aralarındaki niza ve ihtilafı nifak ve iftirak boyutuna vardırmamalı ve birbirine kılıç çekmemelidir. Bunu temin için onun merkeze aldığı iki değer vardır: İslam ve İstanbul Türkçesi.  

Gaspıralı Kırımlıdır ancak o Kazan'a öncelik verir. Çünkü Kazan, süreç içinde bilhassa ticaret ve ilmi kaynaştırarak Osmanlı harici Müslüman Türk dünyasının entelektüel merkezi haline gelmiştir.   

Diyalekt farkı çok derin olmasa da yine süreç içinde matbu eserlerin yayılması ve yaygınlaşması ile Kazan'da da İstanbul Türkçesi revaç bulmuştur. Hatta ilginçtir bugünkü ifade ettikleri manadan çok farklı olarak İstanbul Türkçesini merkeze alanlara Türkçü, Kazan lehçesini savunanlara Tatarcı denilmiştir. Mesela şair Abdullah Tukay önceleri Türkçü yani İstanbul Türkçesi ile eserler verir iken sonradan Tatarcı olur yani Kazan Tatar lehçesi üzre şiirler yazar. 

İsmail Gaspıralı'nın yazdıkları bugün de anlaşılıyor ancak Tukay'ın eserleri (şiirleri) Kazan lehçesi üzre yazıldığı için herkes tarafından çok kolay anlaşılmıyor. Kırımlılar İstanbul'a yakınlığı sebebiyle de bu lehçeye daha aşina olsalar da şayet Gaspıralı bunu bir prensip haline getirmese Kırım dilayeği daha farklı yani anlaşılması güç olabilirdi. Dünyaca ünlü bir Kırım Tatar-Türk romancısı olan Cengiz Dağcı da önce Kırım Tatar lehçesi üzre yazmış ancak hatasını anlayıp İstanbul lehçesine dönmüştür.  

İslamcılık, İttihad-ı İslam ve İstanbul lehçesi İsmail Gaspıralı'da bir bütündür. Rusya'nın Türkleri kabilelere ayırıp onları birer millet, lehçeleri de birer dil sayıp ayrılığı körüklemesine ve kökleştirmesine rafine bir şekilde çare bulmuş ancak kabileciler (Kazan Tatarları, Kırım Tatarları, Başkurtlar vb)  gibi kavimciler de onu anlamamıştır. 

Gaspıralı’da Türk dünyasının birliği ülküsü, İttihad-ı İslam'ın Türkler arasında hayat bulması davasıydı. Gaspıralı İtihad-ı İslam’ı evvela daha kolay ulaşabileceği ve lisanen anlaştığı Türkler arasında temine çalışıyordu. Ancak bu tamamen pratik bir usul ve hayatın ibramı-icbarı idi. Lisan dinî birliğin ve İslam’ı doğru anlayıp yaşamanın en mühim vasıtasıydı. Birbirinin dilini anlayan insanlar nasihatlere, tavsiyelere ve doğrulara kulak verebilirlerdi. Dil ortaklığı ile dinî yenileşmeyi en izah eden mefhum Ceditçilikti. Yenilenme bir anlama işi, anlama da bir eğitim işiydi. Eğitim ile yenilenmenin eş anlamlı olduğu bir mefhumdu da Ceditçilik.    

Gaspıralının Mısır’da bir İslam Kongresi toplanması için yaptığı gayretler son senelerde daha çok ele alınmış ve onun İttihad-ı İslam telakkisinin delili olarak gösterilmiştir.  Bunun yanında Hindistan seyahati, oradaki eğitim faaliyetleri onun hem içi (Türkleri) hem de dışı  (Tüm Müslümanları) aynı anda mesele edindiğini gösterir.   

Gaspıralı’da, Semerkant, Buhara, Hive, Kazan, Kırım, Tirmiz, Zemahşer, Merv, Horasan, İsfahan, Yesi, Tebriz, Bakü hep İslam'la anılan yerlerdir. Gaspıralı’da Türklük, İslam’ın kuvvetli de olsa bir unsur değil, esas olduğu bir mefhum ve telakkidir.