İki Şehir Tek Ruh: Kudus Ve İstanbul Aşığı Halil Assali İle Söyleşi

Kudüs’ün beni bağrına bastığını, İstanbul’un ise sırtımı sıvazladığını görüyorum.


Edebiyat ve basın ile işgalci İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği suçların gelecek nesillere belgeli bir şekilde aktarılması hedefleniyor.

İlk görüşte aşık olduğum Kahramanmaraş’ta Nuri Pakdil’i anma törenine iştirak etmiştim.

Eski bir Kudüs ailesinden geldiğinizi biliyoruz. Hatta ailenizde Osmanlı döneminde bazı görevlerde bulunan önemli şahsiyetler vardı sanırım. Bize biraz Kudüs'teki çocukluk günlerinizi anlatır mısınız lütfen?

Ailemiz Kudüs’ün kadim Müslüman ailelerinden biri olarak bilinir. Büyük büyük dedemiz, onlarca yıllık acımasız işgali sona erdirmek için Kudüs'ü Haçlıların elinden çekip kurtaran Selahaddin Eyyubi zamanında kadıların da kadısı yani başyargıç idi.

Atalarımız Osmanlı döneminde de resmi görevlerde bulundu. Örneğin askeri kale komutanı Sinvan Ahmed Ağa el-Assali (Dizdar), şehirde tanınmış şahsiyetlerdendi.

Asıl soyadı er-Rabi olan ailemiz, daha sonraları resmi vazifelerini bir kenara bırakıp ticarete atılmaya karar veriyor. Ailenin büyüklerinden Şahbender’in Kudüs’te tüccarlık yaptığı biliniyor. Sonradan eklenen Assali (Arapçadaki asel, yani bal, kelimesinden türetilen bu kelime, balcı anlamına gelmekte) soyadı, ailenin balcılıkla uğraştığı anlamına geliyor. Ailenin bir kısmı ise görev aldıkları makam dolayısıyla dizdar (kale bekçisi) soyadını almıştır.

El-Beyk (saygı söylemi olan ‘bey’) unvanı ise ailenin asaleti ve şehre yönelik hizmetleri dolayısıyladır. Öyle ki, Kudüs’teki Eski Şehir’de kalenin karşısındaki Babu’l-Halil bölgesinde “Hakura el-Assali” (Assali’lerin küçük bahçesi anlamında) adını taşıyan bir mahalle bulunuyor.

Kudüs'te geçen çocukluk

O zamanlar Kudüs’te çocuk olmak, şehrin şimdiki çocuklarından daha iyi bir durumda olmak demek değildi. Babamın ve amcamım aynı gün, hatta aynı saat içerisinde evimizin yakınlarında canını alan İsrail işgali altında yetişmiş bir nesiliz biz de. Şehrin işgal edildiği 6 Haziran 1967 Salı gününden bahsediyorum. O zamanlar 20’li yaşlarında olan annem, bir anda dört çocuğu ve karnındaki bir diğeri ile yapayalnız kalmıştı. Hepsinin sorumluluğu onun omuzlarındaydı artık. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar yıl birlikte yaşama imkanı bulduğu, sevdiği o adam şehit olmuştu. Demem o ki, şehirde hayat o zamanlar da zordu.

Zor koşullara rağmen yine de sakin bir çocukluk geçirdim. Annem okuyup ilim sahibi olmamız için bize ortam sağlamaya çalışıyordu. Kitap okuyarak teneffüs ediyorduk âdeta. Kitaplar sayesinde bizim Kudüs’teki o çetin ve acı dolu dünyamız ile uzaktan yakından alakası olmayan başka dünyalara gidiyorduk sanki. Kudüs’te bugün dahi öyle bir dünya var. Anneannemin şöyle söylediğini hatırlıyorum: “Yavrucuğum bilesin ki Kudüs’te evden dışarı adımını atanlar bir daha geri gelemeyebilir, eve geri dönenler ise sanki yeni doğmuş gibidir.”

O zamanlar (1970’lerden bahsediyorum) evdeki bir odayı yaşlı bir çifte kiraya vermiştik. Aşık oldukları Kudüs şehrine buraya yerleşmek niyetiyle Türkiye’den geldiklerini söylemişlerdi. Kırmızı fesi ve müthiş derecede düzenli olduğunu gördüğümüz odasından her çıkışında üstünde gördüğümüz o şık takım elbisesiyle kendisine Ebu Kamil dedikleri adam, asıl adı Fatma olup Ümmü Halil lakabını kullanan eşinin mütebessim yüzü hala gözlerimin önünde. Arapçası pek iyi olmasa da kendisi bize karşı ikinci bir anne gibi şefkatliydi. Onunla konuşmak için dile ihtiyaç duymuyor gibiydik. Öyle şefkatliydi ki. Portakal kabuklarından leziz mi leziz reçeller yapardı. Allah ikisine de rahmet eylesin. Hacı Ebu Kamil, bizi her Cuma evimizin yakınlarındaki Mescid-i Aksa’ya götürürdü. Bir eliyle bastonunu tutup bir diğer eliyle ise benim elimi tuttuğu an gururlanırdım.

Daha sonra aralarına Ümmü Halil’in kızkardeşi Bedriye de katıldı. Oldukça mütedeyyin bu hanım, yüzünü kapatır, biz yüzünü her görmeye çalıştığımızda bize Türkçe kelimelerle bağırırdı. Ancak bize karşı çok nazikti. Ardından diğer kız kardeşleri Suad bizim yakınlarımızdaki bir evde oda kiralamıştı. Yanında sonradan mahalle sakinlerinden biriyle evlenen kızı Aydın’ı da getirmişti.

Ümmü Halil ve eşi Ebu Kamil’in vefatının ardından Bedriye Hanım da oralardan ayrıldı, Suad teyze ise kayıplara karıştı. Böylece evimizdeki gülüşler soldu. Ebu Kamil Osmanlı ordusundaki kahramanlıklarını, Türkiye’nin kurtuluşundaki rolünü anlatırdı bize. Kendisini hevesle dinlerdik. O bizim gözümüzde zaten bir kahraman idi. Ümmü Halil ise bizi çokça şımartan şefkatli bir kucaktı bizim için. Odamıza gitmektense o küçücük odada yanlarında kalmayı tercih ederdik, zirâ savaşta kaybettiklerimizin yerini dolduruyorlardı…

İşte bunlar fikirlerimi şekillendiren çocukluğumdan parçalar. İstanbul’u ne zaman ziyaret etsem Ebu Kamil’i ve Ümmü Halil’in o güzel yüzlerini ararım. Bize çok şey kattılar, Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun.

Gazetecilik ve yazarlık kariyeriniz ne zaman başladı?

Gazetecilik mesleğinin bendeki hikayesi uzun. Ortaokul öğrencilerine yönelik bir dergiye kendi derlediğim atasözleri ve hikayelerden oluşan bir makale göndermiştim. Yazımın yayınlanması gurur vermişti. Dergiye materyal göndermeye devam ettim, dergi ise yazılarımı yayımlamayı sürdürdü. Böylece bendeki yazma ve yayınlama sevgisi derinleşmiş oldu.

Amman'da lisans eğitimi gördüğüm sırada yerel gazetelerde edebi ve toplumsal alanlara yönelik yazılarım yayınlandı. Kudüs’e döndükten sonra 1987’de bazı Amerikan gazetelerinde, ardından ise Amerika’nın Sesi (VOA) radyosunda muhabirlik yaparak profesyonel gazetecilik kariyerinde ilerleme kararı aldım. Bir ara BBC’de çalıştım, ancak sonrasında VOA’ya geri döndüm. 1990’ların sonlarında Kudüs’te yayınlanan en-Nahar gazetesinin Ekonomi Gazeteciliği Bölümünü kurdum. İşgalin ardından Filistin'deki ilk ekonomik makaleyi yazarak ekonomik basının başlangıcını teşvik etmiş oldum.

Kudüs Üniversitesi'ne geçtim. Birkaç yıl AQTV’nin (Al-Quds Educational TV) idaresini ele aldım, sonrasında üniversitede bir yıl boyunca medya bölümünün başkanlığını yürüttüm. Ardından ise kendimi elektronik gazeteciliğe ve kitap yayınlamaya adamaya karar verdim.

Bir süre sonra, ilk olarak ünlü gazeteci ve yazar rahmetli Nasıriddin en-Neşaşibi’nin kağıt dergi olarak çıkardığı “Akhbar albalad” (memleketten haberler) ağını kurdum. Kendisi Filistin Otoritesi’nin baskıları nedeniyle dergiyi durdurmak zorunda kalmıştı. Son 20 yıldır Kudüs'te kendisine en yakın kişi olmam dolayısıyla, ona dergiyi internet üzerinden yayınlamaya devam edeceğime söz verdim.

Söz konusu haber ağı, kültür ve medeniyet alanında büyük başarılar elde etti. Kudüs aşığı büyük şair rahmetli Nuri Pakdil ile yapılan söyleyişinin, Sayın Prens Hasan bin Talal dahil olmak üzere birçok özel isimle yaptığımız röportajlar ve değerli makalelerin bu kapsamda olduğunu söylemeliyim.

İşte benim basınla olan ilişkimin hikayesi bu şekilde.

Filistin halkı, tarihin en büyük trajedilerinden birinin kurbanı oldu. Filistin edebiyatının Filistin trajedisini duyuracak gücü olduğunu düşünüyor musunuz?

Filistin edebiyatı, süregelen Filistin trajedisini tüm yönleriyle gururlu bir şekilde belgelemeyi başardı. Hapishane edebiyatı dünya çapında emsalsizdir, direniş edebiyatı da öyle. Edebiyat ve basın ile işgalci İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği suçların gelecek nesillere belgeli bir şekilde aktarılması hedefleniyor. Biz de “Akhbar albalad” ağında bunu hedefliyoruz. Kudüs'ün medeni, tarihi, kültürel, edebi ve sanatsal yönüne, burada yaşayan halka ve ailelere odaklanıyoruz. Şehrin boş olmadığını, burada önceden de yaşayan insanların bulunduğunu, bu insanların bir medeniyet sahipleri olduğunu, o dönemde dünyadaki onlarca ülkedeki gelişimini aşan bir gelişmişlik seviyesinde yaşadıklarını vurgulamaya çalışıyoruz.

Kudüs'teki ve Filistin'deki savaş hafızalarda kazılı, dilden dile anlatılıyor. Filistin, Arap, İslam ve hatta Avrupa edebi söyleminde bu yönlere odaklanmak elbette önemli. Zirâ çatışma medeni ve varoluşsaldır.

Türkiye'yi çok sevdiğinizi ve sık sık ziyaret ettiğinizi biliyorum. Türkiye'de en sevdiğiniz şeyler neler?

Türkiye, bilhassa İstanbul… Aramızdaki aşk hikayesi ben daha bu topraklara ayak basmadan çok önce, Hacı Ebu Kamil ve Ümmü Halil Anadolu’dan barış ve sevgi arayışı içerisinde şehrimiz Kudüs’e gelip de Akdeniz'de geride bıraktıkları ülkelerini anlattıklarında başladı.

Bu nadide ülkeyi ilk olarak 2005 yılında ziyaret ettim. Kudüs’te kaybettiklerimizi bu şehirde bulmuş gibiydim. Özgünlük, asalet, buram buram tarih kokusu… Eski Kudüs'ün ara sokaklarında yitip gidenler ile İstanbul sokaklarında karşılaştım. Bir de Kudüs'te hissedemediğimiz güvenlik duygusu, hareket ve düşünce özgürlüğü.

Hepsinden ziyade, Türklerin Kudüs’e ve halkına o koşulsuz sevgisi ne güzel! Öyle alelade değil, içten bir sevgi. Türkiye'de Kudüslü olmaktan gurur duyuyoruz. Türklerin bu topraklara Kudüs'ten gelenlere duyduğu saygı, bu halkın size diğer halklardan çok daha yakın olduğu hissini veriyor.

Türk edebiyatına da büyük bir ilginiz var. Türk ve Filistin halkları arasındaki etkileşimi teşvik etmek için birçok kültürel proje üzerinde çalışıyorsunuz.

Hatta Kahramanmaraş'ı ziyaret ettiğinizi bile biliyorum. Kahramanmaraş'ın simgesi olan büyük Türk şairleri hakkında da çalışmalarınız var. Bize bundan biraz bahseder misiniz?

İlk görüşte aşık olduğum Kahramanmaraş’ta Nuri Pakdil’i anma törenine iştirak etmiştim. Kahramanmaraş halkının kahramanlık ve şeref hikayelerini dinledikten sonra bu şehre olan sevgim katlandı. Yazarlar ve şairler şehri olduğunu da sonradan öğrendim. Söz konusu ziyaretimde Türkiye Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Dr. Serdar Çam tanışarak kendime bir arkadaş edinmiş oldum. Diplomasiyi bir kenara bırakarak uzunca sohbet etmiştik. Nitekim kendisini tanıyarak birinci sınıf büyük bir aydın ve diplomatla tanışma fırsatı buldum. Bu şehirde Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Akif İnan, Nuri Pakdil, Abdurrahim Karakoç gibi isimlerin dünyasına aşina hale geldim. Bir gün gelecek, bu isimlerin Arap edebi ve kültürel dünyasında da tanınmasını sağlayacağız. Zaten bu yönde bazı ailelerle temas halindeyiz.

Bu harika şehir Kahramanmaraş’ta yürütülen bu değerli kültürel projenin Arap dünyasına bir Türk penceresi, Türk dünyasına ise Arap penceresi açacağı inancındayız. Birbirimizi tanımamızı, anlamamızı, edebiyat, kültür, sanat ve toplumsal alanlarda buluşmamızı sağlayacak bu proje. Çünkü birbirimizi gerçekten de tanımıyoruz. Birbirimiz hakkında bildiklerimiz de güvensizlik ve şüphe ile lekeleniyor.

Bu bağlamda Evliya Çelebi’nin Kudüs yolculuğunu Türkçeden Arapçaya, benim Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Arap-Türk ilişkilerini anlatan ‘Türk Müşaviri’ adlı kitabım ise Türkçeye çevrildi. Çeviri ve basıma hazır birçok kitap var. Türk resmî makamlarından çeviriye yardımcı ilgili kişilerle karşılaşmayı umuyorum. Konuştuğumuz edipler, yazarlar ve uzmanlar bu proje çerçevesinde işbirliği yapmaya hazır. Filistin’den birçok önemli eseri Arapçadan Türkçeye çevirerek halklar arası diyaloga katkı sağlayan yaratıcı yazar ve yayıncı Peren Birsaygılı Mut hanım da bu kişilerden biridir.

Son söz olarak şunu söylemek isterim, geriye dönüp baktığımda Kudüs’ün beni bağrına bastığını, İstanbul’un ise sırtımı sıvazladığını görüyorum. Kudüs’ü tutkuyla severken İstanbul ve Türk halkına ise Kudüs sevdalıları gözüyle bakıyorum. Saygı ve hayranlık dolu bir bakış. Bizim Kudüs’ü, mahallelerini, kahramanlıklarını, hatta gözyaşlarını sevdiğimiz gibi onlar da kendi vatanlarını gönüllerinde taşıyorlar.