Gerçek Bir Ütopya Arayışı; İbrahim al Jabin’in AlJamiado romanı üzerine
Alaaddin Hüsso


Yakın geleceği konu alan AlJamiado romanı okuyucuya şöyle fısıldar: Gelenek ve formaliteleri bir kenara bırak. Gel, seni roman alemiyle tanıştırayım. Peki bu teklifi kabul edersek İbrahim Al Jabin bize ne diyecek? Nereye varacağız?

İlk izlenimler, yıkımı inşanın bir koşulu olarak gören, mahiyetin varoluştan önce geldiğini düşündüren bir roman olduğu yönünde. AlJamiado romanı, bize baskının bastırılmışlar arasındaki iletişimi engellemediğini, bir iletişim dilinin illa ki bulunacağını ve bunu başarmanın sanattan geçtiğini anlatıyor. 

Romanı geleneksel bir okuma ile ele almak mümkün, ancak geleneksel bir şekilde yaşamak mümkün değil. Zirâ oturup patlamış mısır ve kola ile izlenebilecek bir film değil bu.

Metni yaşamak derken, onu idrak etmekten ve yorumlamaktan, dilsel çağrışımlarını ve sembollerini anlamaktan bahsediyorum. Nitekim çağımızda okumak gittikçe zorlaşıyor. Sosyolog Zygmunt Bauman, zamanın akışkan olduğunu, değişmez değil, hareketli kütlelerin bulunduğunu söylüyor. Bu bize, sürrealizm, gerçekçilik, sembolizm, romantizm ve klasikleri tek bir bütün içerisinde bulduğumuz belirli bir ekolü ele almanın zorluğunu açıklayabilir.

Jabin, Aden Cennet Bahçesi gibi hayali veya bulunması zor bir ütopya değil, gerçekçi bir ütopya seçiyor. Ancak nerede bu ütopya? Danimarka Kültür Merkezi yakınlarında, üzerine Şam evlerinin inşa edildiği Roma Amfi tiyatrosu üzerinden bahsedilen bu mekân, Şam’da bir yerlerde. Roman, Nazi döneminde etkin olan ve sonra terk edilmiş bir Alman fabrikasındaki amfitiyatro modelinin inşasıyla başlıyor. İnşa aşaması ile geçmiş, şimdi ve gelecekteki olaylar arasında tarihsel bir karşılaştırma yapıyor.

Mekan, romandaki asıl kahraman konumunda. Marjinal karakterler, Doğu’da medeniyetin merkezi noktasındaki Şam çevresinde dönüyor. Bunlar kenara itilmiş değil, esas karakterler. Ancak alanları dar ve sınırlı; asıl kahramana hizmet etmekteler. Romanda Kopenhag, Dubai, Tunus, Amman, Paris, Kahire, İstanbul gibi şehirlere de değiniliyor.

Romanını yazdığı sırada çizim tekniğine başvuran Jabin, Şam’daki Roma tiyatrosunu ikon olarak ele alıyor ve romanını bunun üzerine kuruyor. Yani Şam esas alınıyor. Mekan sabit olduğu gibi karakterler de sabit. Kararlar, mücadeleler ve aydınlanmadan, dahilik, şüphe, sevgi, pişmanlık, eziyet, elem ve kararlılıktan bahsediliyor. Zamandaki hareketlilik, bizi romanının dünyası ile tanıştırıyor: Uzak geçmişten yakın geçmişe, yakın geleceğe ve şimdiki zamana...

Anlatım teknikleri ustaca kullanılıyor. Kısa sürede pek çok olay anlatılıyor. Bazen monotonluğu kırmak için zamana ara veriliyor ve bu anlarda romanda nelerin anlatılmak istendiğinden bahsediliyor. Böylece farklı anlatım tekniklerine başvurulmuş, olay akışında yazarın kurduğu özel düzen takip edilmiş olunuyor.

Şam’ın kahraman olarak seçilmesi, yazarı aslında kurgusal ve gerçek karakterlerle meşgul olmaktan kurtarmış oluyor. Şam'da Roma döneminden kalma bir binanın vücuda getirilmesindeki çalışma ekibinde beş kurgusal karakter bulunuyor: Araştırmacı mimar Ânn Rinisi, Profesör Dohring, internet üzerinden iletişim kuran tarihçi İmad el-Armaşi, üzerinde çalışmaların yapıldığı alana komşu Hişam er-Rifai ve anlatıcı. Bu karakterler hakkında bildiklerimiz, anlatıcının bize sunduklarıyla sınırlı. Karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerinden (Hişam ile Ânn arasında bir ilişki olduğuna dair ipucu mevcut) de pek haberdar değiliz. Zirâ burada önemli olan, bu kişilerin projeye yaptıkları hizmetler.

Öte yandan romanda adı geçen gerçek karakterler de mevcut: Neron, Hafız Esed, Kemal Canpolat, Ernest Hemingway, Hamza el-Hatip, Nazi subayı Alois Brunner, Soren Kierkegaard, Hannah Arendt gibi…

Romandaki paradokslar önemli. Terk edilmiş bir Alman fabrikasından, romancının fikrinin destekçisi olarak benimsediği hususlardan, Nazilerin Arap ülkelerinin baskı ve işkence konusunda neden uzman olduklarına cevap niteliğinde Şam ve Arap ülkelerindeki hayat hikayelerinden bahsediliyor.

Zalimler arasındaki karşılaştırma ise Neron ile Beşşar Esed arasındaki, aynı şekilde 80’lerin başlarında Mekke'de olup bitenler ile Dera’daki camide kaydedilenler arasındaki farkın ne olduğunu sorgulamamızı sağlıyor.

Benim kanaatimce, metnin anlamı görmezden gelindiği, yalnızca dilsel biçime, cümle yapılarına, yani şekilciliğe dikkat edildiği taktirde metne haksızlık olur.

Kutsal Babun ve el-Hamyadu gibi kelimeler, tarihsel, entelektüel, politik ve diyalektik şahsiyetler ve olaylar üzerinde çok fazla durmak, uzun uzadıya bir inceleme gerektirir; bu da elimizdeki zamana sığmaz. Bence anlamlara odaklanmak, İbrahim el-Cabin ile çıkılan gezide bize sunmak istediği zihinsel görüntüyü oluşturmada esneklik sağlayacaktır.

Endülüs Müslümanları, nasıl ki kimlikleri ve miraslarını koruyabilmek için Hamyadu dilini oluşturduysa, Endülüs'ün maruz kaldığına maruz kalan Şam da kendi mirası ve kimliğini koruyabilmek için kendi dilini üretme kabiliyetine sahiptir. Zirâ Şam, zalimler bu şehri yerle bir etmeye çalışsa da gerçek bir ütopyadır; bâkidir, kendisini er ya da geç gösterecektir.