Geçmişten Günümüze Doğu Türkistan’da Tarihi Süreç
Nureddin İzbasar


Çin Komünist Partisi, her türlü muhalif düşünce ve harekete terör adını vererek, bölgede uyguladığı baskı politikalarını gün geçtikçe hızlandırıyor

2005 yılından itibaren üniversitelerde, 2007’den itibaren ise ilkokullarda Türkçe eğitim dili olmaktan çıkartıldı

Çin, Doğu Türkistanlıların aleyhinde birçok yalan haber yayarak 2009’daki Urumçi katliamını örtbas etmeye çalıştı

Doğu Türkistan’ın kuzey sınırlarında yer alan Altay dağları birçok tarihçi tarafından Türklerin ilk ortaya çıktığı anavatan olarak nitelendirilmiştir. Yazılı kaynakların başladığı zamanlara geldiğimiz anda Hunların kurduğu devletin Doğu Türkistan topraklarını kapsadığını, Hunların Doğu Türkistan’a çok önem verdiğini görebiliriz, arkasından kurulan Türk devletlerinden Göktürkler ve Uygurlar da Doğu Türkistan’ı yönetmiştir. Tang Hanedanlığı döneminde yükselişe geçen Çinliler Batıya doğru genişleyerek kısa süreliğine Maveraünnehir’e kadar elinde tutsa da 752 senesi Türk-Arap ordusuna karşı yenik düşerek kendi ülkelerine çekilmiştir.  842’de kurulan Karahanlı Devleti ve 845’te kurulan Koçu Uygur Kağanlığı bilhassa Doğu Türkistan’da kurulan önemli Türk devletleridir. Doğu Türkistan tarih boyunca üç büyük işgal yaşamıştır Çinliler tarafından. Bu üç işgalin bugün hâlâ devam edeni ise Çin Komünist Partisi tarafından sistematik bir şekilde soykırım şekline bürünmüştür. ÇKP’nin son yıllarda gerçekleştirdiği soykırımlar 1991-2009 ve 5 Temmuz 2009 Urumçi Katliamı ile birlikte sonraki gelişmeler olarak iki başlıkta ele alınabilir.

1991-2009 Senesine Kadar Olan Gelişmeler

Sovyetlerin parçalanmasından sonra Doğu Türkistan’daki Türklerin bağımsızlık istekleri artmaya başladı. Ayrıca Sovyetlerin başarısız olması ÇKP’nin sürekli olarak kurguladığı dünyanın en adil düzeninin komünizm olduğu iddiasını çökertti. Sovyetlerde uygulanan ırkçılık, diktatörlük ve despotizm ve şovenizm gibi politikalar ÇKP’nin işgal ettiği Doğu Türkistan’da bire bir daha sert uygulanmaktaydı. Sovyetlerin başarısızlığından tedirgin olan ÇKP, Doğu Türkistan’a daha fazla askeri birliklerini taşımaya, demir yolu ağlarını genişleterek daha fazla Çinli göçmen taşımaya, sınır kontrolünü sıkılaştırmaya başladı. 1996 senesi kurulan Shanghai İşbirliği Örgütü de ÇKP’nin Doğu Türkistan’daki kaygılarını temel alarak kurulmuştur. 1990-2000 yılları arasında yüzlerce ayaklanma ve protesto meydana geldi. İçinde en meşhur olanı 1997 senesi Kulca şehrinde meydana gelen dini ibadetlerin serbest bırakılması ve doğum kontrol yasasının iptali için yapılan protesto olmuştur. Barışçıl bir şekilde yapılan bu gösteriyi Çin istihbaratı önce provoke etti ardından Çin askerleri ateş açtı, gösteri çatışmaya dönüştü ve binlerce genç öldürüldü. 2001 senesi meydana gelen 11 Eylül olayından sonra ÇKP her türlü muhalif düşünce ve harekete terör adını vererek, bölgede uyguladığı baskı politikalarını hızlandırdı. Git gide daha sert uygulanan doğum kontrol yasası ile her gün yüzlerce bebek anne karınlarından alınırken, köy ve kırsallarda yaşayan kadınlar dâhil olmak üzere bütün kadınların gebelik testi belli aralıklarla zorunlu bir şekilde yapıldı, doğum yapmamaları halinde para ödülü, vergi indirimi gibi politikaları yürürlüğe soktu. Kaçak olarak doğum yapanlara ise yüksek miktarda para cezası verilirken, devletten maaş alanları işten çıkartıldı ve doğan çocuklara vatandaşlık hakkı tanınmadı. Bölgede Çinliler ve Türkler ilkokuldan itibaren ayrı okullarda eğitim görürken, 2005 yılından itibaren üniversitelerde 2007’den itibaren ise ilkokullarda Türkçe eğitim dili olmaktan çıkartıldı

5 Temmuz 2009 Urumçi Katliamı ve Sonraki Gelişmeler

2005 senesinden itibaren ÇKP yönetimi Doğu Türkistan’ın köylerinden genç kızları Çin’in iç bölgesindeki fabrikalara işçi olarak götürmeye başladı. Bu da Doğu Türkistan’daki ayaklanmaların en önemli sebeplerinden biri idi. Sadece 2006 senesi Yapurga Nahiyesinden yaklaşık 2500 Türk kızını Çin’in Shandong eyaletine taşımıştır. İlk başlarda aileleri kızlarını göndermeye ikna yöntemleri kullanılsa da, ailelerin bu teklifi kabul etmemesinin ardından köy ve kasaba bazında Çin’e götürülecek kızların yaş sınırlaması ve götürülmek istenen kontenjanlar zorunla kılındı. Her köy ve kasabadaki yerel yönetim ÇKP’nin bölge başkanlıklarına karşı bu kontenjanları doldurmak ve belirlenen süre içinde kızları ÇKP başkanlıklarına teslim etmekle yükümlü kılındı. Yerel yönetim ailelerin ektiği tarım arazilerine el koymak, tarlalarına su vermemek, siyasi şüpheli aile listesine almak, bölücülük ve ayrılıkçılık suçu ile yargılanmak gibi çeşitli tehdit yöntemleriyle kızları zorla alıyorlar ve kendi istekleri olmadan ailelerinde ayırıyorlardı. Sadece kızların götürülmesi çok fazla tepki çekince erkek gençlerden de götürmeye başladı. ÇKP’nin vaatleri ise fazla iş gücünü değerlendirmek, fakir aileleri zenginleştirmekti. Ancak götürülen kızlar hakkında cinsel köleliğe zorlandığı, ailelerine dönmek isteyenlere izin verilmemesi, gittiği fabrikalarda hapis hayatı yaşaması, maaşlarının ödenmemesi, taciz ve tecavüz olayları duyulmaya başladı.

2009 senesi 26 Haziran’da Çin’in Guangdong Eyaletine bağlı Shaoguan Nahiyesinde oyuncak fabrikasında zorla çalıştırılmakta olan 800’den fazla Doğu Türkistanlı gence Çinli işçiler saldırdı. Gece saat iki civarında başlayan olaylara polisler sabah 6 sularında müdahile etti. Bu olaya fabrika dışındaki ırkçı Çin mafyaları da destek verdi. 100’den fazla genç yaralandı ve onlarcası öldürüldü. Bu olaydan sonra Çin resmi medyaları Doğu Türkistanlıların aleyhinde birçok yalan haber yayarak olayı örtbas etmeye çalıştı. Shaoguan’deki bu oyuncak fabrikasına getirilen işçiler Doğu Türkistan’ın Tokuzak Nahiyesinden zorla Çin’e getirilmişti ve bu olay vuku bulana kadar adı geçen nahiyeden 10 binden fazla kişiyi Çin’e getirilmişti. Olay hızla sosyal medyada geniş yankı uyandırdı, zaten yıllardır ÇKP hükümetinin Doğu Türkistanlıları Çin’e götürmesi yüzünden büyük bir rahatsızlık vardı, bu olaydan sonra hükümetin yine Doğu Türkistanlıları suçlayan tavırları ve Çinlilerin sosyal medya platformlarındaki ırkçı tavırları Doğu Türkistanlılar için bardağı dolduran son damla oldu. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen, olayın faillerinin cezalandırılmaması, öfkeyi daha da arttırdı. Doğu Türkistan’ın Urumçi şehrinde yaşayan çoğu üniversite öğrencisi gençler sosyal medyada örgütlenerek, olayda vefat edenlerin haklarının korunması, insanların zorla Çin’e götürülmemesi, artan baskı ve ayrımcılık politikalarından vazgeçilmesini talep ederek sokaklara döküldü. Protestolar kısa sürede çatışmaya dönüştü. Görgü tanıklarının ifadesine göre Urumçi’deki Müslüman Türklerin yaşadığı mahallerde silahlı kuvvetler önüne çıkana ateş açmıştır ve aynı günden itibaren Doğu Türkistan’ın 6 ay boyunca internet erişimi kapatılmıştır. Tutuklamalar devam ederken 7 Temmuz günü Urumçi’de yaşayan Han Çinlileri intikam için sokaklara dökülmüş ve Müslüman Türk avına başlamıştır. Ancak görgü tanıkları ve yayılan videolar vasıtasıyla anlaşıldığı gibi, Çin polisleri intikam için sokaklara dökülen Han Çinlilerine hiçbir müdahile etmemiştir, hatta bazı videolarda Çin askerlerinin Çinlilere sopa ve diğer kesici aletleri dağıttığı ortaya çıkmıştır. Bu olaylardan sonra Doğu Türkistan genelinde 2 milyon 805 bin kişinin göç ettirilerek istihdam edildiğini yazmaktadır.

Çin resmi haber ajansına göre çıkan çatışmada 137'si Han, 46'sı Uygur Türkü, 1'i Hui olmak üzere 184 kişi hayatını kaybetmiş 1.680 kişi yaralanmış, 1.434 kişi tutuklanmıştır. Ancak dünya Uygur Kongresinin o dönemki başkanı Rabia Kadir ise Washington’da yaptığı açıklamada en az 1000 Uygur Türkünün öldürüldüğünü, bazı kişilerin ise 3000 rakamını telaffuz ettiğini bildirmiştir

5 Temmuz Urumçi katliamı Doğu Türkistan’ın modern tarihi açısından oldukça öneme sahiptir. ÇKP yönetimi Doğu Türkistan’ı ele geçirdiği tarihten buyana sürekli olarak yapageldiği ulusların barışı, sosyalist milliyetler politikası, azınlıkların hak ve hukukunun korunması, hukukun üstünlüğü ilkesi propagandalarının çökmüş olduğu ortaya çıktı. Doğu Türkistanlılarda meselenin temelinde topraklarının işgal edilmesinin yattığı hakkında genel kanaat meydana geldi. Çin devleti ve Çin ulusunun düşmanca tavrının tarih boyunca devam ettiği gerçeği bir kez daha ortaya çıktı. Bu tarihten sonra Çin’in bütün yumuşak söylemleri inandırıcılığını tamamen kaybetmiş ve Çin yönetimi de bu söylemlerinin yerine sert uygulamalar getirmeye başladı. Ağustos ayında Çin Polis Kuvvetlerinin tutuklama, yargılama, idam konusunda daha serbest hareket edebilmesini sağlayan Çin Halk Cumhuriyeti Terörle Mücadele Yasasını ilan etti. Böylelikle Doğu Türkistan’daki her olay daha önce de olduğu gibi terörle irtibatlandırılarak cezalandırılabilir, olaylara müdahale sırasında polisler serbestçe ateş edebilir, gece baskınlarıyla tutuklayabilir, mahkeme kararı olmadan hapis edebilir, istediği şekilde işkence edebilir ve bunu yaparken de yasaya dayanmış olur. Böylece Çin Halk Cumhuriyeti devleti Doğu Türkistanlıları açık hedef haline getirdi ve topyekun terörist muamelesi uygulamaya başladı. Olaydan sonraki beş ay içinde Uygur Türkçesindeki çeşitli internet formaları ve sayfalarının 80%’i kapatıldı. Çin genelindeki televizyon ve medya kuruluşları da sürekli olarak Doğu Türkistanlıların ayrılıkçı, Terörist, radikal düşünceye sahip olan insanlar olduğu propagandasını yoğunlaştırdı. 2010 senesi mayıs ayında Pekin’de 5 Temmuz’u konu eden Xinjiang Çalışma Formu yapıldı. Toplantıda Doğu Türkistan’daki meselelerin temelinde ekonomik geri kalmışlığın yattığı, ekonominin kalkınması halinde her şeyin çözüleceği, ortada hiçbir etnik mesele ya da politik hata olmadığı ortaya konularak, Kaşgar ve Korgas’ı ekonomik serbest bölge ilan etti.

Devam eden süreçte esas amacın Uygur Türklerinin yoğun yaşadığı geleneksel Türk-İslam mimari yapıların yıkılması olduğu ortaya çıktı. Yüzlerce yıllık tarihi dokuya sahip Kaşgar’daki mahalleler zorla yıkılmaya başladı. Bir taraftan artan tutuklamalar, diğer taraftan inanç özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, özellikle erkeklerde sakal bırakma ve kadınlarda İslami kurallara uygun giyinmelerin dahi suç ilan edilmesi, çift dilde eğitim adı altında bütün köy, kasaba ve kırsal alanlar dahil olmak üzere Çince eğitimin zorunlu kılınması, kreşlerde Uygur Türkçesinin yasaklanması, evlere baskın yapılarak Kur’an-ı Kerimin toplatılması, ardı arkası kesilmeyen keyfi tutuklamalar, çok sayıda çatışmanın meydana gelmesine sebep oldu.

ÇKP yönetimi Bütün olaylarda olduğunu gibi meselenin altında yatan tarihi, politik, etnik, siyasi ve ekonomik nedenleri görmezden geliyordu. Bunlar bir tür Çin ulusunun devlet anlayışı ve bu anlayışın komünist otoriter rejimin birleştirilmesi ile ilgiliydi. Çin ulusunun milli devlet düşüncesine hâkim olan “benden olmayanın niyeti kötüdür” anlamına gelen 非我族类、其心必以 deyimi, hem derin devlet aklını hem Çinlilerin ötekine bakışını izah etmektedir. Buna ilaveten komünizm ve Çin tarzı demokrasi anlayışındaki otoriter yapı, ülkede yaşayanları halk ve düşman olarak ikiye ayırmaktadır. ÇKP’nin politika ve düşüncesine aykırı her düşünce ve hareket bu bağlamda doğal olarak düşman ilan edilip yok edilebilirdi. ÇKP’nin ileri sürdüğü Marksist devlet anlayışı ve ulus düşüncesi teorisinde de komünizmin insanlığın geldiği en adil ve son düzen olduğu, sosyalist bir ülkenin komünizme kavuşmasının önce farklı etnik grupların yok olması ve bütünleşmesi, farklılıkların ortadan kalkması ile mümkün olduğu, ulus kavramının ve düşüncesinin yok olacağını ileri sürüyordu. Bütün bunları bir arada ele aldığımız zaman Çin ulusunun devlet düşüncesi ve ötekine bakışındaki tahammülsüzlük Çin’deki etnik toplulukların Han Çinlisi ile bütünleşmesi halinde tezahür ederken, Siyasi bakımdan ise komünizme kavuşmanın şartlarından biri olan ulusların yok olmasına dayanan bir devlet rejimi gözümüze çarpıyor.