Erva El-Ömer: Kabbani Meydan Okuyan Bir Şairdir
SÖYLEŞİ: ZEKERİYYA el-HAMED


Nizâr’ın şiirinde kadın ve vatan birbirine bağlı iki unsurdur ve bu ikisi arasında karmaşık bir ilişki vardır. Bunu kadın ve erkek arasındaki tamamlayıcı ilişkinin doğru bir şekilde kurulması için yapar.

Kabbani, zeki ve hırslı biriydi, istedi ve elde etti. O harflere hizmet etmiyordu, bilakis harfler onun hizmetindeydi.

Nizâr’ın siyasi şiiri halkın vicdanı ve diliydi. Yalnızca vatanperverlik için uğraşıyordu ve ona karşı tavır koyan kimse yoktu.

Erva Hanım öncelikle Nizâr’ı nasıl tanımlayabiliriz? Ya da “Okuyuculara göre Nizâr Kabbânî” olgusunu nasıl tanımlarız?

Onun hakkında şöyle söylenebilir: Asi şiirli, örflere, siyasete ve dile isyan eden biridir. Şam coğrafyasıyla tek vücut olması onun hem zayıf hem güçlü noktasıydı. Şam’dan vazgeçmesi için tehdit ve şantajlara uğramasına rağmen o Şam davasını yüklenmiştir. Nizâr, şiiri halkın ve aydın kesimin yiyebileceği bir ekmek haline getirmiş gerçek bir fenomendir.

     Belki de o kendisini şöyle tanımlar:

     Kederli… Evet
     Bezgin… Evet
     Narsist… Evet
     Sürgünler arasında dağılmış olan benim.
     Yokluk yollarında başıboş dolaşan benim.
     Evet, benim binlerce kadına âşık olan.
     Binlerce kadını aldatan, evet benim.
     Hepsine nezaketle veda ettim,
     Bıkkınlık gelip beni bulduğunda.
     Tüm aşk defterlerimi kapattım.
     Gerçek aşkım kalemdi benim.

Şiir bir çatışma durumu. Ve kılıç ehlinden korkarak yazılmış bir kaside için en iyisi uykusuna devam etmesidir. Orta yolu tutmayı hedefleyen bir şiirin hiç var olmaması onun için daha hayırlıdır. Bu kaide Nizâr’ın şiiriyle ne derece örtüşüyor?

En başından beri cüretkâr bir deneyime sahipti. Henüz hukuk fakültesinde öğrenciyken divanını bastırma cesaretini göstermiştir. Ona göre kaside, duyulması gereken bir çığlıktır.

Çok kez onun çığlıkları sorgulanmasına, cüreti de kınanmasına sebep olmuştur. er-Risâle dergisinde haber editörü olan Ahmed Hasen ez-Zeyyât, onun divanının “Tufûletu Nehd” yani “Göğsün Çocukluğu” olan adını “Tufûletu Nehr” yani “Nehrin Çocukluğu” olarak değiştirmek zorunda kalmıştır. Zira asıl ismi toplumun aşina olmadığı bir biçimdeydi. Meclis üyeleri onu, “Hubzun ve Haşîşun ve Kamer” yani “Ekmek, Esrar ve Ay” adlı kasidesinde Allah’a karşı haddini aştığı gerekçesiyle şikâyet etmişlerdir. O ise kültürel yaşamlarını, var olana itaat edip siyasi ve sosyal çöküntüden uzak durarak ve geçmişe takılıp günümüzde var olmayarak sürdürenlerle alay etmiştir.

Dolayısıyla şair her zaman topun ağzında olmuştur.

Nizâr’ın en çok dile getirdiği değer özgürlüktür. Hatta özgürlük, onun divanlarından biri olan “Seninle Evlendim Ey Özgürlük” kitabının adında yer almıştır. Bu ilişki onun için ne anlama gelir ve bu değerin Nizâr’ın şiirindeki konumu nedir?

Şair ezelden beri gurbette yaşamış ve parmaklıklarla çevrili olmuştur. Etrafındaki her şeyi kendisiyle yaratıcılık arasında bir engel olarak görmüştür. Fıtratı itibarıyla meydan okumaya ve maceraya yatkındır. Nizâr da bu türden bir şairin yaşayan bir örneğidir. Oysa meydan okuma ve özgürlük düşüncesinin ifade ettiği tehlikenin o da farkındadır. Kadınla temsil edilen toplumsal özgürlük olsun vatanla temsil edilen siyasi özgürlük olsun durum böyledir. Onun şiiri kendi deyimiyle çığlıklarla doludur; bu çığlıklarla mağara insanını uyandırmaya, özgürlüğe teşvik etmeye çağırır. Ona göre kelimelerle otorite arasındaki düşmanlık özellikle Doğu’da ebedidir:

     Hanımefendi, Batı ülkelerinde özgür doğar şair,
     Bizde ise doğduğunda bir toz torbasının içindedir.
     Şairin geceden gündüz çıkarması bir mucizedir.
     Biz yazamayız Batılı şair gibi; bizim yazdıklarımız
     Ancak bir intihar fermanıdır.

Nizâr, “Ben yazdıklarımı on kişi okusun diye değil, yüz elli milyon Arap okusun diye yazıyorum.” diyor. Nizâr’a göre şair halktan biri midir?

O zeki ve hırslı biriydi, istedi ve elde etti. O harflere hizmet etmiyordu, bilakis harfler onun hizmetindeydi. Bir röportajında kibirden uzak bir şekilde aydın kesim için yazmadığını, herkese ulaşmak istediğini açıkça ifade etmişti. Onun şiirini okumayan birini duysaydı gidip ondan özür dilerdi. Onu tüm insanlara bağlayan zor dengeyi bulabilmiş ve sonunda halkın onu garipsememesini, aydın kesimin de hafife almamasını sağlamıştı. Okuyucunun aklına hürmet etmiş, Arap halkının diğer halklardan farklı olarak şiirin yüksek değerinin farkına varmış olduğunu söylemiş ve üniversite öğrencilerinin Dicle kıyılarında onun şiiriyle mest olmalarından gurur duymuştur.

Nizâr’ın şiirinde Filistin’in, özellikle de taş atan çocukların ayaklanmasının yeri ayrıdır. Öyle ki o, “Bu ayaklanmayı tarihe geçirirsek taş atan çocukları milat kabul edebiliriz.” demiştir. Bunu Nizâr’ın eserlerinde nasıl görebiliriz?

Hüsâm el-Hatîb, Nizâr’ı dindar şairlerden saymamış ve onu özel günlerin şairi olarak görmüştür. Oysa hakikatte Nizâr’ın şairliği samimidir ve tekellüften de olup bitene kulak tıkamaktan da uzaktır. Ancak birtakım önemli durumlar onu durmaya zorlamıştır. Filistin de oraya mensubiyetinden itibaren onun şiirinde hep var olmuştur:

     Akka’yız biz, Kermil Dağı’yız
     Celile’nin, Latrun’un dağlarıyız.
     Her limon tanesi bir çocuk doğuracak
     Ve limonların tükenmesi imkânsız.

Bu dizeleri o, tüm dünyayı şaşırtan ve Nizâr’ın kalemini dehşete düşüren taş atan çocuklar için yazmıştır. O çocukların müzakere masalarını alt üst eden, İsrail’in kibriyle yöneticilerin vefasızlığını ezip geçen cesaretlerine duyduğu hayranlıkla bir ay içinde üç kaside yazmıştır:

     Ey Gazze’nin öğrencileri! Bildiklerinizi bize de öğretin, biz unuttuk zira.
     Biz hesap kitap, toplama çıkarma biliriz, bırakın bizi de girin savaşınıza.
     Biz bin asır küçüldük önünüzde, siz ise asırlarca büyüdünüz bir ayda.

Nizâr’ın babası Tevfîk Kabbânî’nin evi vatansever liderlerin bir araya geldiği bir evdi. Babası hem tatlı üretiyor hem de Fransızlara karşı bir devrim başlatıyordu. Nizâr’ın hayatında bunun nasıl bir etkisi olmuştur?

Vatansever liderlerin toplanıp tartıştığı bir ortamda bulunmasının, babasının ve diğerlerinin maruz kaldığı tevkif ve tutuklama kararlarına hâkim olmasının onda bir siyasi bilinç meydana getirmesi beklenmektedir. Bu siyasi bilinç Arap dünyasında daha da kötüye giden durumu görmesini, kimilerinin onu karamsarlık ve kendisinin kabul etmediği inançsızlıkla suçlamasına neden olan; vatanın temizlenmesi için tüm pislikleri süpürüp atacak bir buldozere ihtiyaç duyduğu ve daha sonra buğday ve çiçekler ekmenin mümkün olduğu görüşüne yol açmıştır.

Nizâr halkın siyasi bir canavara dönüştüğünü, ona siyasi eserler vermeyen edebiyatçıyı yiyeceğini söylüyor. Nizâr’ın siyasi şiiri hakkındaki görüşünüz nedir?

Nizâr’ın siyasi şiiri halkın vicdanı ve diliydi. Yalnızca vatanperverlik için uğraşıyordu ve ona karşı tavır koyan kimse yoktu. O, kendisinin de söylediği üzere, altıncı hissiyle halkın artık Marrons Glacés edebiyatıyla ya da hitâbet ve salon edebiyatıyla artık mutlu olmadığını anlamıştı. Halk yanarken onun da kalbi yanıyordu; bu nedenle günümüzde dahi en güzel ve en doğru siyasi şiir olan “Belkıs” kasidesini yazmıştı:

     Seni öldürdüler Belkıs.
     Hangi Arap topluluğu ki
     Bülbüllerin seslerini öldürür.
     Sorguda söyleyeceğim:
     Hırsız artık savaşçı kisvesi altındadır.
     Sorguda söyleyeceğim:
     Yetenekli komutanlar müteahhitler gibi oldular.
     Diyeceğim ki bizim mücadelemiz yalandır.
     Ve hiçbir fark yoktur
     Siyasetle fuhuş arasında.
     Sorguda söyleyeceğim:
     Ben tanıdım katilleri.
     Ve diyeceğim:
     Biz Arapların bu dönemi yalnızca yaseminleri kurban ediyor.

Şairin döneminde gerçekleşen büyük olayları takip etmesi ve halkının yaşadığı hayat hakkındaki sorularına cevap vermesi gerekir. Bu nedenle de Nizâr, “Filistin’de çocuklar işgal kurşunlarıyla öldürülürken ben kuaförde oturan kadın hakkında yazamam.” diyor. Bu konuya Nizâr Kabbânî üzerinden nasıl yaklaşırsınız?

Nizâr’ın şiirinde kadın ve vatan birbirine bağlı iki unsurdur ve bu ikisi arasında karmaşık bir ilişki vardır. O varlıkları dişil hale getirmek ister. Belki de bunu kadın ve erkek arasındaki tamamlayıcı ilişkinin doğru bir şekilde kurulması için yapar. Vatanı bir kadın gibi resmettiği muhteşem şiirler yazmıştır. Vatan hasta hale geldiğinde kaside de kusurlu duruma evrilmiştir.

Ey hüzünlü vatanım
Beni bir anda aşk ve özlem için yazan bir şairden
Bıçakla yazan bir şaire çevirdin.
Zira hissettiklerimiz kağıtlarımızdan daha fazla
Ve utanmamız gerek şiirlerimizden.

Dilimizdeki kasideler buruk, kadınların örgüleri buruk.
Gece, perdeler, koltuklar, önümüzdeki her şey buruk.

Nizâr, “Bestelenmiş şiirlerim beni insanlara kitaplarımdan daha fazla ulaştırdı. Kitaplarımı okumayanlar bestelenmiş şiirlerimi dinledi.” diyor. Sanat devleriyle Nizâr arasındaki ilişkinin sırrı nedir ve şarkı sizce şiirin yardımcısı mıdır?

Bunun sırrı sanat devlerinin Nizâr’ın şiirinde yüksek mertebedeki şarkıların ölçütlerine uygunluk gösteren en büyük kaynağı bulmuş olmalarıdır. Aynı şekilde Nizâr da bu yolun şiirlerinin yayılması için en başarılı yol olduğunu görmüştür. Şiirlerinin yayılması da onun daha önce ifade ettiği hedefidir. Nitekim şarkıları dinleyen kişiler divanları okuyanların sayıca kat kat fazlasıdır. Zannedersem Abdulvehhâb’ı, Necât’ı, Abdulhalîm’i ve Kâzım’ı dinleyenler Nizâr’ın divanları hakkında araştırma yapmışlardır. Ancak divanları okuyanlar şarkıları aramamışlardır. Nizâr; sıradan bir dinleyicinin gurur duymasını sağlayan, yazılı kültürün kaynaklarından uzak olmasından ötürü duyduğu suçluluk duygusundan onu kurtaran bir yüksek duygusal kültür inşası oluşturacak zevkle yükselmiştir. Ve zannediyorum ki onun siyasi şiirlerine, bu alanda gazel şiirleri gibi ilgi bulamamış olması nedeniyle haksızlık edilmiştir.