Bir Alim ile Söyleşi
Eğitimci ve fakih Şeyh Muhammed Zekeriya el-Mesud ile bir söyleşi
Ümmetin endişeleri ve umutlarını dile getiren yüreği, onları başarı yolunda ilerleten, düşünen akla sahip alimler, insanları iyiliğe teşvik edip kötülüğe dair uyarır. Bu söyleşide ise Suriye'nin büyük alimlerinden örnek bir alimle beraberiz.
İslam'a ve bilince bağlı olan kardeşlerin Suriyeliler veyahut diğerlerine yönelik davranışları, örnek İslami davranışlardır. Bu, devletin dayandığı adalet ve insaf temellerinden kaynaklanır. Devlet ve hükümetler bu temelleri kaybederek aslında süreklilik ve kalıcılıklarını kaybetmiş olurlar.
Ey Suriyeliler, burası sizin anavatanınızmış gibi düşünene dek içinde yaşadığınız ülkenin dilini öğrenmeli, yasalarına, görgü kurallarına ve insanlar arasındaki mevcut ilişkilere saygı göstermeli, yaşadığınız çevreye uyum sağlamalısınız; farklılık ve yabancılaşmanın getirdiği engelleri kendiniz kaldırmalısınız. Nitekim Allah hakkınızda başka bir karar verene dek burası sizin ikinci vatanınızdır.
Öncelikle okuyucularımıza kendinizden bahsetmek ister misiniz, değerli hocam?
Bismillahirrahmanirrahim. Peygamber Efendimiz'e, evladu iyaline ve ashabına salât ve selam olsun. Ben Şeyh Muhammed Ali el-Mesud oğlu, 1940 El Bab şehri doğumlu, Hadidi aşireti, el-Huseyni soyu mensubu Muhammed Zekeriye bin Mesud. İlkokul eğitimimi El Bab, ortaokul eğitimimi ise Halep'te (Hüsreviye) aldım. 1967'de Şam Üniversitesi İslam Hukuku'ndan mezun oldum. 1959-1962 yılları arasında ilkokul öğretmenliğinde, 1976'ya kadar ise İçişleri Bakanlığı memurluğunda bulundum. Milli Eğitim Bakanlığında öğretmenlik yaptıktan sonra 1980 yılında Vakıflar Bakanlığı bünyesinde amcam Şeyh Muhammed Said el-Mesud'un halefi olarak El Bab şehri müftülüğünde bulundum. 1981'de El Bab'da Vakıflar ve Müftülüğün başına geçtim. O sırada imar, camiler, hukuk eğitimi ve vakıf hakları devletten, partiden ve halktan geri almayı kapsayan bir reforma öncülük ettim. Şeyh Mustafa el-Ahras'ın da teşvik ettiği Kutlu Doğum meclisine katılmak için her yıl El Bab'a gelen Vakıflar Bakanı da bu konuda yardımcı oldu. Bu meclislere değerli hocamız Muhammed el-Fatih el-Kattani, Doktor Muhammed el-Buti ve ilim ehlinden bazıları da katılmaktaydı.
Savaşın veya devrimin ardından ikamet etmek için Türkiye'yi seçme sebebiniz nedir?
Zalim Nusayri iktidarına karşı Suriye devrimi patlak verip tekfirciler bazı devrim gruplarına musallat olduğunda şehri terk etmek zorunda kaldım. Böylece şimdi söyleyeceklerim gibi çeşitli nedenler dolayısıyla Türkiye'yi seçtim. Daha önceden oğlum da Urfa'ya gelmiş, burada onu Hadidilerden akrabalarımız karşılamıştı. Ben de devrimden önce zaman zaman Urfa'yı ziyaret ediyor, buradaki akrabalarımıza konuk oluyordum. Nitekim devrime sempati duyan, dünyadaki mazlum ve savunmasızlara el uzatan ve onlarla güzel muamele eden tek ülke Türkiye'ydi. O dönemde zalim Suriye iktidarına Türk Dışişleri Bakanı'nı göndererek siyasi ve toplumsal durumu düzeltmek için çaba sarf eden Türk hükümeti, başarılı olamamıştı. Metotları arasında baskı, cinayet, insanları köleleştirmek, hayatlarına, paralarına ve kutsallıklarına tecavüz etmekten başka hiçbir şey olmayan rejime yönelik bu girişimler boşa gitmişti. Devrim öncesinde de Türkiye ile Suriye arasında yakın temaslar, kültürel ve ticari düzeyde iletişimler, karşılıklı turizm seyahatleri ve yetkililerin karşılıklı ziyaretleri kaydediliyordu. İki halk arasındaki, bir ilişkiden daha fazlasıydı; aralarındaki tarihi ve kültürel bağları yeniliyordu. Nitekim Suriye'deki durumun düzeleceği yönündeki umutları suya düşen Türk yetkililer, ülkenin kapılarını açarak bu mazlum halk için iltica imkanlarını sağladı. Böylece cinayet, hapis ve işkenceden kaçan milyonlarca Suriyeli, bu topraklara kabul edilmiş oldu.
Ortak noktaları açısından, Türkler ile Suriyeliler arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başta Suriyeliler olmak üzere, Araplar ile Türkiye'yi bir araya getiren birçok ilişki mevcut. Osmanlı Devleti, kendi topraklarında yer alan Suriye bölgesi ile büyük bir coğrafi uzantıya sahipti. Aralarında pek çok toplumsal ve aile ilişkileri mevcut olan iki halk arasında aynı zamanda dini bir ortaklık da bulunuyordu. Eskiden devletin parçalanması çağrısında bulunan milliyetçilik naraları atılmazken, İngilizler aracılığıyla bu yönde tohumlar serpildi. Aslında ne Türklerden ne de Araplardan kimsenin daha önce aklına gelmeyen bu ayrılıkçı ideoloji, cehaletleri dolayısıyla dini inançları zayıf insanların zihnine yanlış fikirler yerleştiren bazı taraflarca benimsenmişti. İslam'a karşı ideolojik fetih düşüncesi, İslam ve öğretilerinden uzakta duran, hayatları, davranışları ve sosyal ilişkilerinde seküler bir yaklaşım benimseyen, Batı'nın kültür ve medeniyeti karşısında gözleri kamaşan insanların benliklerinde meyvesini vermişti.
Suriyeliler ile Türkler arasındaki kardeşliği dini açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Masonik fikirler, milliyetçi yaklaşımlar henüz mevcut olmadığı sırada, dini açıdan bakıldığında iki halk arasında gerçek bir kardeşlik vardı; hükümdarlar, İslam Devleti toprakları kapsamındaki çeşitli milliyetlerden tebaa arasında ayrım yapmıyordu. Nitekim Hadis-i Şerif'te "Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap'a, takva dışında bir üstünlüğü yoktur"; ayet-i kerimede (Hucurât, 13) ise "Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır" buyuruluyor. Bu kardeşlik tıpkı nesebler arasındaki bağlantı gibiydi. Nitekim nesiller, ırk ve dilin değil; takva ve dinin üstünlük sağladığı yönündeki İslami öğretileri benimsemişti. Bir sahabenin annesi siyahı olduğu için Bilal Habeşi'yi kınaması üzerine Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mübarek ağzından çıkan bu Hadis-i Şerif; ırk, cinsiyet ve renk ayrımına karşı bir devrim sayılmış; İslam dünyası ve Müslümanlar arasındaki tüm ırksal ayrımları silmişti. Ardından Hucurât suresinde indirilen söz konusu ayet ise bu devrimi ilahi bir kural haline getirmişti.
Türkiye'ye geldiğinizde Türk kardeşlerimizden nasıl bir muamele ile karşılaştınız?
Türk kardeşler bu kardeşlik bağını, bilhassa bizim muhacir, kendilerinin ise ensar olduğunu söyleyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yetkilileri ile sağladı. Bu yöndeki söylemini sürdüren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, insanları da bu yönde teşvik ediyor. Aksine hareket edenleri ise, karşıt propaganda ve bazı yanlış tanıtmalar nedeniyle taşıdığı bazı fikirleri güdülüyor. İslama ve bilince bağlı olan kardeşlerin Suriyeliler veyahut diğerlerine yönelik davranışları ise tam anlamıyla örnek İslami davranışlar. Bu, devletin dayandığı adalet ve insaf temellerinden kaynaklanır. Devlet ve hükümetler bu temelleri kaybederek aslında süreklilik ve kalıcılıklarını kaybetmiş olurlar. Dolayısıyla hem kendimize hem de Türk kardeşlerimize bu prensibi göz önünde bulundurmayı tavsiye ederiz. Zirâ kimsenin başkasının rızkını elde edemeyeceği veya azaltmayacağı bilinmeli. Nitekim Allah-u Teâlâ, tüm mahlukatın kaderini, rızkını ve ecelini belirlemiştir. Bu nedenle aslında Allah'tan korkup en güzelini istemek gerekir.
Sizce mevcut koşulların getirdiği bu bütünleşme ve bir arada yaşamanın ardından iki halk arasındaki ilişkinin geleceği ne olacak?
Müslümanlar bir İslam ahlakı oluşturup bu ahlakı yaşamaya devam ettiği, insanlar vatanı, ailesi, komşularından ve akrabalarından uzak olduğunu hissetmediği, İslam ahlakından beri bazı tarafların görmek istediği ayrılıkçılık ile karşılaşmadığı sürece, Müslümanlar arasındaki ilişki fevkalade olacaktır. Birçok toplantıda, İslam ahlakından beri olan bazı kişilerin teşvik ettiği nefret uçurumunu kapatma yönünde yetkililerimize fikirler sunuldu. Milli Eğitim Bakanlığı, İletişim Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığının desteğiyle okullar, medya ve camiler kapsamında bu yönde yürütülen uzun vadeli planda, Müslümanlar ve komşular arasındaki kardeşlik ve şefkate dair farkındalık oluşturulması üzerine duruluyor. Allah'ın izniyle bu yönde başarıya ulaşıldığı takdirde, insanların ve şeytanların zarar veremeyeceği bir kardeşlik peydah olacaktır. Karar vericilere kulak verilmesi, Müslümanlar ve anavatanlarında barış ve güvenlik içerisinde bir arada yaşamak isteyen tüm insanlar için son derece faydalı olacak olan bu uygulamanın hayırla sonlandırılmasını temenni ediyorum. İnsanların birbirlerine duydukları nefrete son vermek epey hayırlı olacaktır. Nitekim günümüz ülkeleri bu prensibe dayanarak her yıl binlerce göçmen almaktadır.
Suriyelilere ve Türklere hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Sığındıkları ülkelerde yaşayan Suriyeli kardeşlerimize, yüzlerini dünya ve ahiretteki refah ve başarı yönünde pek çok faktörü kendi içerisinde barındıran dinimize ve inanç ahlakımıza dönmelerini tavsiye ediyoruz. Zirâ İslam bize inanç, medeniyet, iyi komşuluk, iyi ilişkiler ve düşmanlarla bile bir arada yaşamayı gerektiren görgü kurallarını sunuyor. Bize ev sahipliği yapan Türk kardeşlerimize ise şunları söylemek istiyorum: Bize güvenlik ve sıhhat verdiği, savaştan, yerinden edilmeden, ulus ve ülkelerin yok edilmesinden sağ salim korunmamızı sağladığı için Allah'a şükredin. Şükürler olsun ki Allah-u Teâlâ sizi açlıktan ve korkudan sakındı; bunlar kıymetini ancak kaybedenlerin bilebileceği nimetlerdir. Bunlar için Allah'a şükürler olsun. Bizim yaşadıklarımızı yaşamamanız için Allah'a dua ediyorum. Sizlere bu ülkenin değerini yükseltecek kişiler sunan, birçok insanın imreneceği güvenlik, gıda ve sağlık nimetlerini veren Allah'a şükredin. Zirâ Peygamber Efendimiz şu sözleri söylemiştir: "Sizden kim canı ve malı emniyette, vücudu sıhhat ve afiyette, günlük azığı da yanında bir halde sabahlarsa, bütün dünya nimetleri ona sunulmuş gibidir."
Despotizmden uzakta özgür bir şekilde, ancak dilsel engeller gibi yeni engellerle büyüyen nesle neler söylemek istersiniz?
Özgürlük, güvenlik, emniyet ve istikrar içinde doğup büyüyen genç nesillerimize şunları söylemek isteriz: Ailelerinizin yaşadıklarını yaşamadınız. Burası sizin anavatanınızmış gibi düşünene dek içinde yaşadığınız ülkenin dilini öğrenmeli, yasalarına, görgü kurallarına ve insanlar arasındaki mevcut ilişkilere saygı göstermeli, yaşadığınız çevreye uyum sağlamalısınız; farklılık ve yabancılaşmanın getirdiği engelleri kendiniz kaldırmalısınız. Biliniz ki topraklar fethedip İslam'ı, adaleti, sevgiyi ve kardeşliği bu topraklardaki insanlar arasında yayan Ashâb-ı Kirâm, o ülkelerin halklarından, dini ve hukuku gözetenlerden olmuşlardı. Ahlakları ve davranışları bakımından sakin ve sakinleştirici, yol göstericiydiler; ışık ve muhabbet saçarlar, hayra davet ederlerdi. Nitekim Allah-u Teâlâ yardımcı olur, ona güvenmek gerekir.