DOĞU VE BATI ARASINDA SANAT: GERÇEĞİ AŞMAK
ZEYNEP ÖZDEMİR
Doğu sanatına göre kâinatta yaratıcıdan başka varlık yoktur, görünen her şey odur. Bu nedenle gözler dış dünyaya değil iç dünyaya açılmalıdır.
Toplumun kültürü, dini, sosyal yaşamı, ekonomik durumu gibi birçok faktör sanatı şekillendirir. Bunlardan en önemli ve kapsayıcı olanı ise dindir.
Taklit, ideal olana yaklaşmanın tek aracıdır. Bu nedenle nesnellik Batı sanatına hâkim olmuştur.
Doğuya baktığımızda İnsan doğadan ayrı veya doğanın karşısında değildir. Varlık bir birlik ve bütünlük içindedir.
Doğu ve Batı iki ayrı dünya. İki ayrı medeniyet. Tarih boyunca bu iki medeniyetin kültür, sanat ve estetik duygularının birbirinden farklı olduğu bilinir. En büyük ortak noktaları ise sanatlarının din olgusu üzerine şekillenmesidir. Sanatlarının oluşumu ve ortaya çıkan sanat eserlerine etkileri düşünüldüğünde birçok toplumsal etken ortaya çıkar. Bu etkenlerin en başında ise şüphesiz eserin içinden çıktığı toplum gelir. Toplumun kültürü, dini, sosyal yaşamı, ekonomik durumu gibi birçok faktör sanatı şekillendirir. Bunlardan en önemli ve kapsayıcı olanı ise dindir. Çünkü kültür ve sosyal yaşam dine göre şekillenir. Mesela Eski Mısırlılar dini inançları neticesinde eserlerini perspektifi yok sayarak üretirler. Tam tersi bir durum Batı sanatında kendini gösterir; ışık-gölge, perspektif, boyutluluk önemli yer tutar. Batı, Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının varisi olarak görülür. Sanatları ise çoğu zaman simetri, formalizm ve mükemmeliyet saplantısıyla ilişkilendirilir. Antik Yunan heykellerine baktığımızda bu matematiği net olarak görürüz. Aslında buna taklit de denebilir. Aristo’nun düşüncesine göre sanat bir taklittir. Platon ise bütün sanatları üçüncü dereceden bir yansıma olarak görür. Batı sanatında düşsel bir dünya kurmak değil varlığı tüm ayrıntılarıyla aktarmak önemlidir. Orta Çağ’a gelindiğinde bu gerçeklik algısı değişim gösterir. Batılılar, Hristiyanlığın etkisiyle sanatlarında nesne ve evren arasındaki olağanüstü ilişkiyi ön plana çıkarmaya başlar. Artık her nesne, Tanrı’nın ontolojik bir yansımasıdır. Antik Çağ’da olduğu şekliyle doğanın bir taklidi değil, Tanrı’nın varlığını göstermenin bir aracıdır. Hristiyan bakış açısına göre Tanrı, kelimenin en yüce anlamıyla sanatçıdır. Bu yüzdendir ki Batı, özneye hayranlıkla yaklaşır ve onu kusursuz bir şekilde taklit etmek ister. Çünkü taklit, ideal olana yaklaşmanın tek aracıdır. Bu nedenle nesnellik Batı sanatına hâkim olmuştur.
Doğu medeniyetlerinde ise durum tam tersidir. Somut gerçekliğe güvenilmez, mümkün oldukça ondan uzaklaşılır. Bunun sebebi gerçeği bozarak altında yatan derin anlamı aramaktır. Çünkü asıl gerçek, derinde olan cevher, ancak gerçeklikten kurtularak yani onu yıkarak elde edilebilir. Batı sanatının tam tersi istikametinde ışığın yerini çizgi, formun yerini yüzeysellik alır. Öznel bir yaklaşımla, duyularla algılanan bu evrenin ötesinde bir boyuta ulaşılmaya çalışılır. Batı’da olduğu haliyle doğa, dış görünüş değildir. Aksine içi yani ruhu temsil eder. Özne tabiatın içinde eriyerek benliğinden sıyrılır ve tabiatla bütünleşir, onun bir nesnesi olur. Bu yüzdendir ki Doğu sanatının konusu hiçbir zaman doğrudan özne olmamıştır. Batı sanatında olduğu gibi insanın günlük yaşantısına dair görüntülerin taklidini göremeyiz ancak yansıtmalarını görebiliriz. Sanatçılar yine Batı sanatının aksine insan yüzlerini kopya etmezler çünkü onu aşmak zorundalardır. Doğu sanatına göre kâinatta yaratıcıdan başka varlık yoktur, görünen her şey odur. Bu nedenle gözler dış dünyaya değil iç dünyaya açılmalıdır.
Doğu medeniyetinin evrene bakışında birlik ve bütünlük vardır. Parçalar tek başına var olamaz ancak bir bütünün içinde anlam kazanırlar. Parçaların tümü birbiriyle ilintilidir. İnsan ise doğadan ayrı veya doğanın karşısında değildir. Kısacası varlığın birlik ve bütünlüğü bu sistemin temelini oluşturur. Güzellik de bu şekilde tek tek nesnelerde bulunmaz, bütünsel olarak algılanır.
Batı ve Doğu sanatını ayıran başka bir unsur da estetik algılarıdır. Doğu düşüncesinde estetik yalnızca varoluş biçimleriyle sınırlanmaz, estetik algıya içten katılır. Ancak Batı’ya göre sanat eserinin güzelliği karşısında yalnızca hayranlık duyulması yeterlidir. Doğu felsefesine göre duyulan bu hayranlığın ardında yatan ise yaratana duyulan aşk ve onun yarattıklarına duyulan hayranlıktır. Hayran olunan bir nesnedir fakat iç dünyasına yönelik deneyimlerde ise sevgi vardır.