Doğru Bilinen Yanlış
Hasan Kontar Suriye

Bir insan yalnızca duyduğuna itimat eder de duyduğu haberin gerçekliğini araştırmazsa; bunun belli bir propagandaya hizmet eden başka bir amacın ilanı, bir yanılsama yahut kurgu değil de gerçeklik olduğundan emin olmazsa yanlışa maruz kalır. Bu sebeple bir topluluk içerisinde, sokakta ya da sosyal ağ sitelerinde duyduğumuz bilgilerin doğruluğundan emin olmamız gerekir.

Bu minvalde Türk vatandaşının da emtia fiyatlarını, ev ve dükkan kiralarını, aldığı düşük gelire uygun bir fiyata sığınacak yer arayan yoksul mülteciye bağlaması trajikomiktir.

Bir Türk arkadaşım şaka yollu şöyle sormuştu:

"Suriye'de ellerinizle yemek yediğiniz, kaşık ve çatalı bilmediğiniz doğru mu?"

Ben de "Hayır dostum, öyle bir şey bilmiyoruz. Hatta bazen yemek yerken ağaç dallarını kullandığımız bile oluyor" diyerek cevaplayınca gülüştük.

Bu komik soru aklına nasıl geldi bilmiyorum, belki de köylerine yakın sınır toplulukları onunla kafa bulmuştu. Fakat bende Türk toplumunun 10 yıldır misafirperverlik yaptığı Suriyeli kardeşlerine dair tasavvur ve ilişkilerini araştırmaya iten bir merak uyandırdı.

Dostlarımızın misafirperverliği dahilindeyken Türk halkının, Suriyeli mülteciler ve devletin onlara yönelik politikalarına dair -gerek idari gerek sosyal, gerekse başka türlü bir tasavvur olsun- söylemleri kulağımıza hep geliyor. Burada, mülteci yaşamında bir yafta ya da geçici olabilen birkaç örnek vereceğim:

“Suriyeliler elektrik ve su faturalarını ödemiyor”:

Bu, özellikle de Suriyelilerle tanıştıkları ilk yıllarda Türk vatandaşının zihninde yaygın olan bir düşünceydi. Zirâ devletin önceden belirlediği fiyatlar ikiye katlanmış, belki daha da artmıştı.

Vatandaş belki de küresel ticaret hareketlerinin, bazı ülkelere uygulanan ambargoların, statüsünü ve konumunu arayan her ülkeye karşı kurulan oyunların farkında olmayabilir. Nitekim Türkiye de konumunun, güvenliğinin ve dostlarını desteklemenin peşinden koşan o ülkelerden biridir. Bu veya başka sebeplerle kişisel algımızla bunu anlayamayabiliriz; fakat devletin aklı, bizim farkında olamadığımız şeyleri algılar. Bireysel algının sorunu dar sınırlarıyla kısıtlaması; Suriyelilerin varlığının elektrik, petrol ve hatta su gibi enerji kaynaklarının fiyatlarının artmasına sebep olduğunu, Suriyelilerin özel yatırımların bir parçası olarak devlet hazinesine aktarılan faturaları ödemediklerini ve bu yüzden ilave vergilerin Türk vatandaşlarına dağıtıldığı söylemine yol açar.

Bu, Türk toplumunun önemli bir kesiminin hâlâ aklına takılan bir yanlıştır. Gariptir ki kurumlar tüm sistemlerinde ve hizmetlerinde Suriyelilerle doludur, öyleyse elektrik ve su kurumlarındaki varlıkları nasıl görmezden gelinebilir?  Gerçekten bilmiyorum.

Türkiye'deki Arap ve Suriyeli varlığından kaynaklanan güvenlik zafiyeti ve sebepleri:

Ölçeğin kendisi, yine yanlış bir algı içinde bireyseldir. Türk toplumu tüm yelpazelerinde azimdir ve Türkiye Cumhuriyeti, engin halkıyla dünya için son derece önemli olan kara parçası üzerinde uzanan geniş bir bütündür. Bu sebeple güvenliği konusunda bile ülkede kötü niyetli oyunlarını gerçekleştiren dış müdahaleler düzeyinde hedef alınması doğaldır. Güvenlik zafiyeti ya da halk içinde işlenenlere kıyasla suç oranlarındaki bu yaygın artışı bilhassa Arap veya Suriyeli mültecilerin kaydetmediğinden bahsetmiyorum bile. Bu oranlara göz atacak olursak aşağıdaki bilgileri verebiliriz:

Türkiye İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 2014-2020 yılları arasında Suriyelilerin genel yüzdeye kıyasla işledikleri suç oranı yüzde 1,32'dir.

Arap olsun ya da olmasın herhangi bir insanın varlığının, toplumun kötülüğe veya iyiliğe meyletmesini gerektirdiği herkes için açıktır. Bu noktada insan hata yapmaktan muaf değildir. Nitekim hata yüzdesi olduğu gibi sayıya dayanır. Sayı artarsa suç oranı da artar, bunun tersi de geçerlidir. Bu bağlamda güvenlik zafiyeti nedenlerinin yalnızca Arapların Türkiye'ye girişine dayandırılması veya bununla sınırlandırılması makul değildir. Trafik dahi olsa herhangi bir olayda "Bunun asıl sebebi Suriyelilerin varlığı" sözünü çokça duyar olduk. Resmi Türk medyası ve diğerleri bu gerçekleri her zaman belli bir tarafsızlıkla izlemiş olsalar da, bu durum yazımızı ve açıklamamızı güçlendirir nitelikte.

“Kiraların ve ürün fiyatlarının yüksek olmasının sebebi, Suriyelilerin Türkiye'ye akın etmesidir”:

Bu minvalde Türk vatandaşının da emtia fiyatlarını, ev ve dükkan kiralarını, aldığı düşük gelire uygun bir fiyata sığınacak yer arayan yoksul mülteciye bağlaması trajikomiktir. Oysa asıl sebep; para kazanma hevesiyle fakir vatandaşın veya savunmasız mültecinin başına gelenlere kayıtsız kalan tüccarların ve ev sahiplerinin açgözlülüğüdür.

Şu örneği ele alalım:

Urfa ilinin, geçimin çoğunlukla tarıma dayalı olduğu Ceylanpınar ilçesinde yaşıyorum. Suriyeliler işlerine ve tarlalara gittiği vakitlerde kira oranları otomatik olarak eski fiyatına dönüyor; çünkü Türk işçiler yüksek fiyatlara itiraz ediyor. Aylar sonra Suriyeliler bölgeye döndüklerinde ise aşırı fahiş fiyatlar karşısında şaşırıp kalıyorlar. Muhtaçlık, onları tartışmaya girmeden gerekli meblağı ödemek zorunda bırakıyor. Zirâ kendine saygı duyan gurbetçi, onurunu parasıyla koruyor. Öyleyse, sizce asıl sebep nedir?

“Suriyeli öğrenciler istedikleri üniversiteye sınavsız giriyor”:

Doğrusu; Suriyeli öğrencilerin yabancı öğrencilerle aynı durumda olduğu ve yabancılar için düzenlenen sınava girmeden üniversitelere giremeyecekleridir. Bu sınavlar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirli sayı ve tarihlerle duyurulur, ayrıca bir şeye gerek yoktur. Gelişigüzel konuşmadığımızdan emin olmak için yalnızca bakanlığın web sitesine bakmak yeterlidir.

Sonuç olarak:

Ev sahipliği bakımından dünyada ön sırada bulunan Türkiye, kendi iç krizini ve komşu ülkelerdeki krizi deneyimi ve zekice siyasi idrakiyle yöneten bir ülkedir; bu onun meşru hakkıdır.

Bilgisine güvendiğimiz birinin şöyle dediğini duymuştum: "Türkiye'den iki şeyi çok ciddi bir şekilde öğrenin: İdari zeka ile siyasi zeka."

Bununla birlikte Türkiye, çok sayıda mülteciye bıkkınlık göstermeden destek oluyor. Bu hem yaşanmış hem de gözlenmiştir.

Son olarak, başladığım gibi bir nükte ve tebessümle bitirmek istiyorum:

Bizler; hayat oyununda ve iniş çıkışlarında iyi olan, toplumların gelişimine ve geleneklerinin çeşitliliğine akıllıca ayak uyduran bir halkız. Bir de ellerimizle ya da başka şeylerle değil, kaşık ve çatallarla yiyoruz... Bu noktada yalnızca şaka yapıyorum.

Herkes için barış istiyor, Türkiye'yi bu yüzden seviyoruz.