Didem Çatalkılıç: "Ağlamayacağız, Yılmayacağız, Unutmayacağız"
SÖYLEŞEN: AGAH TOSYALI
Elbette hiçbir şey unutulmadı. Savaş acemisine hoş gelir sözünden yola çıkarsak Çeçenler bugün gelinen noktada savaşı hatırlamak istemiyorlar
Kırım Savaşı, Osmanlı Devleti ve Şeyh Şâmil'in beraber hareket edebileceği uygun bir ortam yaratmıştı
Son dönemde yayımlanan Kuruluş Osman ve Diriliş Ertuğrul gibi Türk dizileri soft-power olarak Kafkasya'da oldukça etkili
Kafkasların tarihinde Rusların lehine kırılma ciddi anlamda ne zaman olmuştur?
Bunun için tek bir tarih söylemek yanlış olur. Kafkasya'da ilk Rus kalesi 1567'de Hazar Denizi kıyısında kurulan Terki Kalesi'dir. Ardından Moskova ile sorun yaşayan Rus Kazakları Terek boyuna inmeye başladılar. Bu kitle başlangıçta düzensiz bir şekilde meskundu. 1722'de I. Petro'nun İran Seferi Kafkasya için kırılma noktası oldu. Bu dönemde Kafkasya'nın kuzeydoğusunda önce Svyatoy Krest ardından Kızılyar'ın inşası I. Petro döneminde Rus Bilimler Akademisi'nin kurulması ve buraya bağlı bilim insanlarının Kafkasya'da yaptığı çalışmalar sayesinde bölgenin hem düşünsel hem de coğrafi haritasının çıkarılması en önemli adımdı. Bilim ve devlet aklının birleşmesi olarak adlandırdığımız durum sonucunda bilim bir coğrafyanın işgaline rehberlik etti. Rusya'nın Kafkasya'da nehir boylarında inşa ettiği hatlar (10 adet) bölgede işgalin omurgasını oluşturdu. Bu sistem Kafkasya'da 18. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar olan 100 yıllık dilimde inşa edildi. Böylelikle düzensiz yerleşen Rus Kazakları stanitsa adını verdiğimiz yerleşim birimlerini hat üzerine kurdular. Rus siyasetinin bölgedeki öncüsü olan bu hatlar hem ekonomik hem de askeri nitelik taşıyordu. Hatlar Kafkasya halklarının birbirleriyle bağlantısını hem askeri hem ekonomik olarak sekteye uğrattı. Bu noktada iskân kolonizasyon ve işgal manasına geldi. Yani bölgeye misyoner göndermek yerine iskân seçeneği tercih edildi. Bu yolla yerel kaynaklar da Rusların eline geçti. Örneğin batı tarafındaki Kislovodsk, Pyatigorsk, Yessentuki, Jeleznovodsk gibi yerleşim birimleri 1800'lü yılların başından itibaren Rus merceği altındaydı. Bahsi geçen bölge Ruslar tarafından sanatoryum, kaplıcalar ve otellerle kaplandı. Ruslara bu konudaki raporlar Fransız bilim insanları tarafından verildi. Terek bölgesindeyse I. Petro tarafından Dr. Gottlieb Schober görevlendirildi. Schober 1717-1720 yılları arasında bölgedeki sıcak su kaynaklarını tespit etti. Her iki bölgedeki su kaynaklarına ise Rus çarlarının, komutanlarının ya da Hristiyanlığın sembolü isimler verildi. Kuzeybatı Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerin köyleri toprak reformu adı altında birleştirildi. Orta Kafkasya halklarından Osetler ve Kuzeydoğu Kafkasya halkları olan İnguşlar ve Çeçenler ise dağ köylerinde yaşıyorlardı. Bu köylerden düzlüklerde kurulan yeni yerleşim birimlerine iskân oldular. Köyler için uygulanan tüm bu politikalar toponim, hidronim ve oronimlerden oluşan tarihi hafızanın silinmesine, yerine Rusça adlandırmaların gelmesine imkan sağladı. Bu metotlar sayesinde ilerleyen Ruslar, maalesef iskân yoluyla işgalin en başarılı örneklerinden birini verdiler. Bugün gündemden düşmeyen Grozni petrollerinin keşfiyse 1823'te Dubinin kardeşler tarafından yapıldı. Bana kalırsa bu da Kafkasya tarihinin kırılma noktalarından birisiydi.
Ruslar tarihte Kafkas haklarının asimilesine dair ne tür çalışmalar yaptılar?
Ruslar Kafkasya'daki her bölge için farklı metotlar uyguladılar. Örneğin Osetya'da, Ortodoks misyonerlerin zaman zaman bölgeyi ziyaret etme metodu yerine Gürcü din adamlarının görev yaptığı Oset Ruhanî Komisyonu, Orta Kafkasya olarak tabir ettiğimiz bölgede meskûn Osetlerin ve bugün Mozdok bölgesinde meskûn Kabardey Çerkeslerinin Hristiyanlaşmasında rol oynadı. Bölgede tam olarak yerleşmeseler de İskoç Misyoner grubu 1802-1835 yılları arasında Kabardey Çerkesleri, Nogay Türkleri ve Abazaların yaşadığı Maşuk Tepesi yakınlarındaki Karass kasabasına yerleştiler. Ancak çok kısa süre sonra bölgeye Almanlar yerleşti. İskoç misyonerler bölgeden ayrılmak zorunda kaldılar. Mozdok bölgesiyse Fransız misyonerlerin istasyonu oldu. Yine Terek bölgesinde Mennonitler vardı. Kısacası Ruslar bölgeye farklı Hristiyan grupların yerleşmesini engellemediler. Yerleşen bu İskoç, Fransız ve Alman gruplar yerli halkları Hristiyanlaştırmasa da bölgenin çehresini değiştirdi. Bilinçli iskân politikasıyla bölgeye yerleştirilen Gürcü ve Ermeniler dini ve ekonomik olarak bölgenin kolonize edilmesini sağladı. Tüm bunlar bölge tarihinde farklı bir sayfa açtı. Bu dönemde Ruslar amanat sistemini kurdular. Emanet kelimesinden gelen bu sisteme göre bölgedeki yerli toprak sahibi ailelerin çocukları küçük yaşta alınıp St. Petersburg, Astrahan, Vladikafkas, Nalçik, Kızılyar, Yekaterinodar ve Stavropol’daki askerî okullarda eğitildiler. Yani Rusça öğrendiler ve hatta bazıları birer salon beyefendisine dönüştürüldüler. Rus ordusunda görev yapan Kafkasyalı subaylar, aldıkları eğitimden sonra Kafkasya'da görev yaptılar ve yerli halkla Rus yönetimi arasındaki bağlantıyı sağladılar. Zamanla bölgede açılan okullar Rusça konuşan bireyler yetiştirdi. Bu konuya değinen “Maden” isimli bir film var. Filmde dedesi torununu yarı Rusça yarı Osetçe konuştuğu için azarlıyordu. İki dili de tam bilmiyorsun diyordu. Kafkasyalılar dillerini o dönemde kaybetmeye başladılar. Günümüzde Kafkasya'daki cumhuriyetlerde yerel diller okullarda seçmeli ders ve dersler Rusça veriliyor. Artık pek çok Kafkas dili için tehlike çanları çalıyor.
Türklerin tarihte Kafkaslarda Rus yayılmacılığına karşı yaptığı faaliyetler var mı?
Moskova’nın hâkimiyetinin Kafkasya ve Karadeniz’e kadar uzanmasıyla, Osmanlı Devleti için Rus meselesi başlamış oldu. Başlangıçta Rusya’nın gücünün Kuzey Kafkasya’ya yansıması Osmanlı ve Kırım üzerinde hak iddialarıyla sınırlı kaldı. 1569’da Astrahan’a birkaç başarısız sefer düzenlemiş olan Osmanlı Devleti de Moskova gibi yerel halkla bağ kurmanın yollarını aradı. Her iki taraf da Osmanlı ve Moskova yanlısı olarak ikiye ayrılan Kabardey Çerkesi toprak sahiplerine odaklandı. İşin aslı her iki tarafın da topraklarında söz sahibi olmasını istemiyorlardı. Osmanlı Kafkasya'da kurulan ilk Rus kalesi olan Terki Kalesi'nin yıkılması için girişimlerde bulunduysa da Ruslar dikkate almadılar.
Az önce bahsettiğim Hat sisteminin amaçlarından birisi Osmanlı ile Kırım’a karşı set oluşturmaktı. Osmanlı, İstanbul Antlaşması (1736) ve Belgrad Antlaşması (1739) ile hamle yapmaya kalktıysa da istenilen sonuçlar elde edilemedi.
18. yüzyılın ikinci yarısında Kafkasya Osmanlı Devleti'nin ciddi şekilde gündemini işgal etmeye başladı. Osmanlı Devleti Batı Çerkesya olarak tanımladığımız bölgeye yakın yerlerde görev yapan paşaları yoluyla olan bitenden haberdar oldu. Ayrıca bu dönemde Çeçenistan'da ortaya çıkan Şeyh Mansur Osmanlı'nın ilgisine mazhar oldu. Osmanlı bölgeye gönderdiği ajanlarıyla Şeyh Mansur hakkında bilgi edindi. Aynı dönemde Ferah Ali Paşa bölgede yaşaması vesilesiyle hem Batı Çerkesleri hem de İmam Mansur hakkında bilgi akışı sağladı. Osmanlı, 1763'te Mozdok kurulurken cılız tepkiler verebildi. Osetya'dan bahsedecek olursak Osmanlı'nın Osetya ile neredeyse hiçbir diyaloğu olmadı.
19. yüzyıla geldiğimizde Kuzeydoğu Kafkasya'da kök salan müridizm hareketi üzerinden konuşacak olursak Çeçenistan'da Şeyh Kunta Hacı liderliğinde pasif müridizim hareketi söz konusuydu. Osmanlı, Kadiri tarikatı lideri Şeyh Kunta Hacı ile bir diyalog geliştirmedi. Dağıstan ve yine Çeçenistan topraklarında Nakşibendi tarikatı İmamet dönemi dediğimiz (1828-1859) dönemde Osmanlı ile ilişkiler geliştirdi. Ancak bu ilişkilerdeki belirleyici unsur Çarlık Rusya ile olan durum oldu. Osmanlı Devleti, Çarlık Rusya ile barış zamanlarında Şeyh Şâmil'e açıktan destek vermedi. Ancak savaş halinde durum değişti. Çünkü bu direniş, Osmanlı Devleti'nin isteğine uygun olarak Çarlık Rusya'nın ilerleyişini engelleyecekti. Şeyh Şâmil her daim Osmanlı Devleti'yle ilişkileri sıcak tutmaya çalıştı. Çarlık Rusya ile Osmanlı Devleti'nin karşıt noktalarda durduğu Kırım Savaşı, Osmanlı Devleti ve Şeyh Şâmil'in beraber hareket edebileceği bir ortam yarattı. Ancak Osmanlı Devleti'nin asker göndermekte geç kalması ve savaş sonunda imzalanan Paris Antlaşması'nda Şeyh Şâmil'e yer verilmemesi bu birlikteliği akamete uğrattı. Yani Osmanlı Devleti ve Şeyh Şâmil arasında tam bir koordinasyon söz konusu değildi. Bu hem resmî hem de gayr-i resmî bir ilişkiydi.
Günümüzde Rusların Kafkasya hakimiyeti çekiç bir güç mü yoksa tarihi- kültürel bir hakimiyetin sonucu mu? Bir üst kimlik olarak “Rusluk” diye bir şeyden bahsedebilir miyiz?
Aslında çekiç güçle gelen tarihi bir hâkimiyet bu. Kültürel olarak tam manasıyla bir hâkimiyetten bahsetmek zor. Üst kimlik olaraksa Rusluktan bahsedemeyiz. Ancak Sovyet dönemi için Sovyet kimliğinden bahsedebiliriz. Hatta yakın zamanı konuşacak olursak Kafkasya'da yaşayan Rusların, Merkezi Rusya olarak adlandırılan bölgeye gittiklerinde yaşayamayıp Kafkasya'ya geri geldiklerini biliyorum. İlginç bir anekdot olarak Mozdok'ta tanıştığım Rusların bana: “biz Kafkasya Rusuyuz” dediklerini aktarabilirim.
Günümüzde Kafkas milletlerinin genel anlamda acı ve kederlerini anlatabilecekleri bir edebiyat veya kültür faaliyetleri var mı? Kör bir nokta olarak duruyor önümüzde…
Tam manasıyla bence de bir kör nokta. Çerkeslerin yaşadıklarını (hem Kafkasya'da hem burada yaşadıklarından yola çıkarak) anlattıkları Çerkesçe ğıbze adını verdikleri ağıtları, vored adını verdikleri şarkıları var. Kafkasya'da Kardengush Ziramuk eski şarkıları (voredij) derledi. Bu konudaki şüphesiz en önemli isim. Yine Kafkasya'da Şegem Psıgelhe grubu bu konuda etkin. Hatta 21 Mayıs 1864 törenlerinde 20 Mayıs'ta Kabardey Balkar Cumhuriyeti başkenti Nalçik'teki Hayat Ağacı anıtı önünde 1.5-2 saat bu ağıtları söylüyorlar. 21 Mayıs'ta ise Nalçik tren istasyonu önünden başlayıp Lenin Caddesi boyunca yapılan yürüyüşte cadde boyunca bulunan hoparlörlerden bu ağıtlar çalınıyor. Yürüyüş Hayat Ağacı anıtı önünde bitiyor ve farklı kişiler burada yine bu ağıtları seslendiriyor. Bu şarkılar Türkiye'nin farklı illerinde meskûn Çerkesler tarafından yıllarca derlendi ve söylendi. Örneğin Duman Kemal Duman tarafından seslendirildi, Kilar Bayar Şırayder tarafından derlendi, Kuşha Doğan Özden tarafından yıllarca derlendi ve söylendi. 2000'li yılların başında 2-2.5 yıl boyunca İKKD'de (İstanbul Kafkas Kültür Derneği) Kuşha Doğan Özden'in hocalığında kora çalışması yapıldı. Koro, ekip gösterilerinde ve farklı platformlarda sahne aldı. Kuşha Doğan Özden iki albüm yaptı ve şu sıralar üçüncü albümünü yapıyor. Bu ağıt ve şarkılar STK'lar tarafından düzenlenen gecelerde ve festivallerde (Balıkesir Orhanlı'da, Kahramanmaraş Göksun'da ve Kayseri Uzunyayla'da geniş katılımlı festivaller düzenleniyor) seslendiriliyor. Bu ağıt ve şarkılar hem kendi dillerinde yazılı tarihleri olmayan Çerkesler için tarihi kayıt işlevi görüyor hem de günümüz Çerkeslerinin kolektif hafızasını güçlendirerek etnik kimlik bilincini geliştiriyor. Ama bu faaliyetlerin pek dışarıya açılmış olduğunu söyleyemeyiz. Türkiye'deki nüfuslarını düşünecek olursak ulusal medyada yeteri kadar yer almıyorlar. Bu da görünürlüklerine gölge düşürüyor.
Kafkaslarda uzun süredir bir sessizlik hâkim. Bu sessizlik yapay bir sessizlik mi yoksa bölge halklarının huzur içinde yaşamasından mı?
Artık Kuzey Kafkasya'da yüzyılların sonunda kurulmuş bir düzen var diyebiliriz. Rusya tam manasıyla bölgeye hâkim. Yani güçlü bir iktidar var. Her cumhuriyette belirli aktivist isimler dışında çok da herhangi bir şeye tepki gösteren birilerini görmek mümkün değil. Ayrıca bu sessizliği bozulması için reel politikte başlamış bir süreç (Sovyetlerin kuruluşu veya yıkılışı gibi) yok. Bu zorunlu bir sessizlik.
Özellikle Çeçenler bağlamında, kitle iletişim araçları yaygın olsa da bölgeye dair haber anlamında bilgimiz kısıtlı. Çeçenlerin halk olarak psikolojisi ne durumda? Yirmi senede her şey unutuldu mu?
Aslında sosyal medyanın bu kadar iyi kullanıldığı bir ortamda bilgilerimiz kısıtlı değil. Çok ciddi bir haber akışı var. Haberler Türkiye'de yaşayan Çeçen, Çerkes, Oset ve Abhaz aktivistler tarafından sosyal medya platformlarında paylaşılıyor. Ancak bu haberler Türkiye gündemine giremiyor. Yani çemberin dışına çıkabilmiş değiller. Şu an Çeçenistan'da Kadiri tarikatı devletle iç içe geçmiş durumda. Şeyh Kunta Hacı 1848-1849 yılları esnasında yaptığı hac esnasında intisap ettiği Kadirî tarikatını Çeçenistan’da aktif hale getirdi. Günümüzde Çeçenlerin % 80'i Kadiri tarikatına mensup, geri kalanlar da Nakşibendi tarikatına mensup. Sistem Çeçenistan'da tarikatlar üzerine kurulmuş. Meseleyi sadece tarikatlar üzerinden de okumamak gerek. Ayrıca etnik kimliğin önemli bir unsuru olan dil, Çeçenler için hassas nokta. Elbette dilin kaybı kimliğin kaybı manasına gelmiyor. Ancak dil kültürel hafızanın aktarımındaki kilit nokta. Örneğin Kafkasya'da diğer cumhuriyetleri gezdiğinizde sokakta pek çok yerlinin Rusça konuştuğuna şahit olursunuz. Ancak Çeçenistan'da durum böyle değil. Çeçenistan'da kırsal kent merkezi fark etmeksizin hiçbir Çeçen bilmesine rağmen asla Rusça konuşmaz. Çünkü bir Çeçenin Rusça konuşması ayıplanan bir durumdur. Elbette hiçbir şey unutulmadı. Savaş acemisine hoş gelir sözünden yola çıkarsak Çeçenler savaşı hatırlamak istemiyorlar. Zaten "Ağlamayacağız, Yılmayacağız, Unutmayacağız" diyorlar. Yani mevcut ortamda sadece konjonktür gereği sessiz kalıyorlar.
Bölge haklarının Türkiye’yle ilişkisi ne durumda? Orta Doğu ile Türkiye’nin ilgisi senelerdir malum. Kafkasya ile ne durumda?
Biz bu süreci Sovyet öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayırıyoruz. Sovyetler yıkılana kadar çok az sayıda kişi Kafkasya'ya gidebildi. 1970'lerde Osetlerden Mamşıratı Murat Temurlenk ve Zoloyti Ali İhsan Aydoğan gibi isimler Kuzey Osetya'ya ziyarete gitti. Çeçenlerden Salih Genel ve Refik Özdemir gibi isimler Sovyet döneminde Çeçenistan'a yerleştiler. Çerkeslerden Tuma Rahmi Tuna ve Abhazlardan eşi Papapha Mahinur Tuna 1973'te Abhazya'ya ve Kabardey Balkar Cumhuriyeti'ne ziyarete gittiler. Blanamıh Fehmi Polat, Ünal Nartok gibi Çerkesler daha Sovyet döneminde Kafkasya'ya döndüler ve yerleştiler. Ancak 1980 darbesi elçiliğe başvuru yapıp gitmek isteyenleri engelledi. Sovyet döneminde İstanbul'a gelen gemiler içerisinde Çerkes var mıdır diye Türkiye’deki Çerkesler bekliyorlardı. Özellikle Kafkasya'ya dönüş meselesinde 21 Mayıs 1864'ü hatırlamak için 1989'da düzenlenen 125. yıl etkinliği etkili oldu. Ardından Sovyetlerin yıkılması yani kapıların açılmasıyla Türkiye'de yaşayan pek çok Kafkasyalı, Kafkasya'ya gidip gelmeye başladı. Türkiye’de yaşayan Kafkasyalılardan ilk öğrenciler de bu dönemde gitmeye başladı. Orada yaşayan kendi sülalelerine mensup akrabalarını buldular. Kişiler geçmişlerine dair bilgi edindiler. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle Facebook ve WhatsApp gibi platformlarda gruplar oluşturuldu. Bu süreç Türkiye'deki Kafkasyalıların etnik kimlik bilinçlerini geliştirdi ve STK'laşma süreçlerini doğrudan etkiledi. Günümüzde STK'lar tarafından düzenlenen gençlik kampları da var.
Aslında Sovyetlerin yıkılmasıyla pek çok iş adamı bölgeye yatırım yaptı. Ayrıca Kafkasyalıların ekonomik ilişkiler için kurduğu KAFİAD var. Pandemi dönemindeyse Türkiye'den Kafkasyalı STK'lar sağlık diplomasisiyle bölgeye yardım gönderdi, yine aynı dönemde Kafkasya'dan hocalarla STK'larca Çerkesçe online dersler verildi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Hatta bu başlı başına bir konu. Yani Türkiye diasporası kendi imkanlarıyla Kafkasyayla ilişkilenmeye çalışıyor. Özellikle Rusya-Türkiye arasında 14 Kasım 2015 tarihinde yaşanan uçak krizine bağlı olaylar sonucunda vizenin geri gelmesinden önceki süreçte geliş gidişler çok rahattı. Günümüzde pandemi ve doların artması sürece ket vurdu.
Son dönemde Türk dizileri (Diriliş Ertuğrul, Kara Sevda, Kuruluş Osman vb.) soft power olarak Kafkasya'da oldukça etkili. Şu an yaşanan Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle pek çok Kafkasyalı, Rus pasaportu taşıdıkları için ABD'ye ve AB ülkelerine gidemiyorlar. Bu nedenle eğitim için Türkiye'yi tercih etmeye başladılar. Ama devletin politikasını soracak olursanız, Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte ilişkiler gelişmeye başladı. Ancak Putin iktidarıyla birlikte Türkiye Rusya ile olan ilişkilerinin zarar görmemesi ve NATO üyesi olduğunu unutmama bağlamında bir ilişki kurdu. Yani mesafeli duruyor.