Caner Erzincan: Birlikte Hareket Edersek Barışı Sağlayabiliriz
Ülkemizdeki Türkî cumhuriyetlerden, Ortadoğu’dan, Afrika’dan gelen göçmenlerin sayısı gözle görülür şekilde artıyor. Birlikte yaşayabilmemiz için ise göç konusunu ele alan filmlerin de sayısının artması gerekiyor.
Sanatçıların göç meselesine epey ilgileri var ve ben şuna inanıyorum ki bu göç hareketi insanların ilgisini çekmeye daha çok başlayacak ve daha çok film yapılacak.
Sinemamızda göç her zaman geçerliliğini koruduğu için Muhsin Ertuğrul’dan beri devam eden bir süreçtir. Şerif Gören ve Lütfi Akad gibi isimlerin de göç olgusuyla ilgilendiğini görüyoruz.
SÖYLEŞİ: ERAY SARIÇAM
Öncelikle şunu sormak istiyorum, Suriye meselesini merkeze alan bir film yapmaya ne zaman karar verdiniz? Sizi mültecileri merkeze alan bir film yapmaya iten saiklar nelerdi ve nasıl bir bağlam üzerine kuruldu “Hayat Çizgisi Suriye”
Öncelikle derginize yayın hayatında başarılar diliyorum. Yeni sayınızda mülteci meselesine ve yaşanılan trajediye yer verdiğiniz için de sizi tebrik ederim ve bu konuda bana iki kelam etmeme de vesile olduğunuz için de teşekkür ediyorum. Ki bence dünya Suriye meselesine yeteri kadar önem göstermedi ve sırtını döndü. Bu anlamda size bir kez daha teşekkür ediyorum. Sorunuza gelince 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı hala süregelen sonuçları itibariyle insanlık tarihinin gördüğü en büyük zulümlerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Hemen yanı başımızdaki komşumuz zulüm ve işkence gördü, öldürüldü. Yaşlı, genç, çocuk demeden herkes bu şiddetten bir şekilde nasibini de aldı. 2015 yılında kıyıya vuran Aylan bebeğin görüntüsü hala benim zihnimde kazılı. Eminim ki yüzlerce insanın zihninde de aynı görüntü canlılığını koruyordur. Şiddetin bir parçası olmak istemeyen komşularımızın yaşadığı bu trajedi de beni böyle bir film yapmaya yöneltti. Hayat çizgisi Suriye filmi TRT kurumunun TRT filmleri kapsamında bir projeydi. Filmin yapımcısı ve senaristi aracılığıyla ben bu filme dahil oldum ve olduğum için de çok mutluyum. Film aynı coğrafyada benzer kaderleri yaşamak ve yaşayabilme ihtimali üzerine birlikte yaşayabilme ve birbirine yardım etmek bağlamında kuruldu bana göre. Ben o düzlemde kurdum filmi. Bu coğrafya savaşların hüküm sürdüğü bir coğrafya ve birlikte hareket edebilirsek tek bir kurşunun atılmadığı bir barış sağlayabiliriz. Suriye savaşı insanlığa “benim meselem değil” diyerek sırt dönemeyeceğimizi göstermiştir sanırım. Bombalar sadece oraya düşmedi. Oradan çıkarak dünyanın dört bir yanında patlayan bombalarla ölen masum insanları da unutmayalım
Gözlemleriniz kadarıyla başta Türk sineması olmak üzere bütün bir Avrupa coğrafyasında ve hatta dünyada göç/sürgün/iltica hikayeleri nasıl ele alınıyor? Yapılan filmler küresel mülteci trajedisine olan ilgisi yeterli mi? Bu anlamda hangi yönetmenlerin, filmlerin ve ülkelerin öne çıktığını düşünüyorsunuz?
Gözlemlediğime kadar bugüne kadar yapılan filmlerde ve hikayelerin ana eksenini trajediler oluşturuyordu ancak bu modern dünyada küreselleşme ve ulaşım imkanlarının kolaylaşmasına bağlı olarak tüm dünyada göç hareketleri hızlandı. Bunun yanı sıra çıkan savaşlar iktidar baskıları mülteci ve iltica hareketlerini de hızlandırıyor. Özellikle batıya doğru hızlı bir göç hareketi var. Örneğin ülkemizdeki Türkî cumhuriyetlerden, Ortadoğu’dan, Afrika’dan gelen göçmenlerin sayısı gözle görülür şekilde artıyor. Bu da farklı kültürel kodlara inanışlara ait insanlarla oradaki insanlar arasında sorunlar çıkmasına ve kültürel çatışmaların ortaya çıkmasına sebep oluyor ve bu daha da ortaya çıkacak. Buna paralel olarak da sanatçıların bu konuyu ele aldığı hikayeler daha çok kültürel çatışmalar eksenine kayacağına inanıyorum birlikte yaşayabilmemiz için de bu tür filmlerin sayısının artması gerekiyor. Bence ülkemizde dünyada mülteci göç meselesini de yeterli sayıda film yapılmıyor. Sanatçıların bu meseleye ilgisi var elbette üretmek te istiyorlar ancak yapılan filmler izleyicinin ilgisi düşük olması sebebiyle sanatçılar daha fazla üretmekte sorun yaşıyorlar. Bence ana mesele bu. Şuna inanıyorum ki bu göç hareketi insanların ilgisini çekmeye daha çok başlayacak ve daha çok film yapılacak. Diğer sorunuza gelirsek savaşı yaşamış ülkeler ve göçmen meselesiyle yüzleşen ülkelerde elbette daha çok bu konuyla ilgili filmler üretiliyor. Bosnalı yönetmen Aida Begic'in Kar filmi Çocuklar filmi oldukça etkileyici bence. Yine Bosnalı Danis Tanovic’in Tarafsız Bölge filmi bence tüm insanlığa ders verir nitelikteydi. Bahman Gobadi’nin Kaplumbağalar Da Uçar filmi keza bence tüm insanlığa izletilmeli. Philippe Lioret’in Hoşgeldiniz filmi farklı bir film ve benzer kültürel çatışmaları da ele alan bir film. Çarpıcı bir bakış açısı var bana göre. Yine Emir Kusturica’nın Yeraltı filmi de öne çıkan filmlerden bazılarıdır.
Sizin dışınızda Suriye meselesini ele alan -en azından benim bildiğim- 5-6 tane film yapıldı. Bunun dışında Türk sinemasında daha önce de pek çok “savaş” ve “göç” temalı filmler izledik. Bosna savaşını anlatan, Türklerin Almanya’ya göçünü anlatan vs. Mevzubahis savaş ve göç olduğunda -farklı coğrafyaları da düşünerek- acının ortak olarak yaşandığı noktalar veya ayrıştığı noktalar nelerdir?
Her film kendisiyle birlikte yolculuğa çıkan seyirciye bir söz söyler ve onu etkisi altına alır. Biliyorsunuz tarihte sinemanın devletler tarafından propaganda amaçlı bir silah olarak kullanıldığını gördük ve hala da görmekteyiz. Yani sinema kitleleri etkileyecek ve harekete geçirecek büyük bir etkiye sahip. Hele ki bu küresel dünyada ve hızlı erişim çağında bir film milyonlarca insana ulaşıp onları etkisi altına da alabilir. Yani mülteci ve göç meselesi ile ilgili ne kadar çok film yapıp ne kadar çok söz söylersek seyirciyi de o kadar etkide bulunur ve empati yapmalarını sağlayabiliriz. Böylece küresel boyutta bir duyarlılık da oluşturabiliriz.
Türk sinemasında iç ve dış göç üzerinde duralım istiyorum. Sinemamızda göç meselesine ilgi daha çok hangi yıllarda, dönemlerde yoğunlaşmıştır ve göç nasıl ele alınmıştır? Hangi yönetmenler daha çok eğilmiştir bu konuya? Mesela iç göçte modernleşme ve kentleşme söz konusu…
İnsanın ruhundan ve hayattan beslenen sinema toplum içerisinde daha çok popülariteden etkilenerek eserler üretmiştir. Buna paralel olarak da iç ve dış göçün yoğunlaştığı dönemlerde konuyla ilgilenen eserler daha çok üretilmiştir. Ancak bu eserler göç hareketinin sebeplerinden ziyade bence sonuçlarıyla ilgilenmiştir. Göç hareketi araştırdığım kadarıyla ikinci dünya savaşı sonrasında hızla kentleşme hareketiyle beraber hızını artırmış ve köyden kente ciddi bir iç göç hareketi gözlemlenmiştir. O tarihten itibaren de bu konu sinemamızda yer almaya başlamıştır. Özellikle 60-70 yıllarında iç göçün iyice artmasıyla beraber bu sefer filmlerin ana hikayesini sınıfsal farklılıklar oluşturmaya başlıyor. Sınıfsal farklılıklar ise daha çok köylü-şehirli, zengin-fakir olarak karşımıza çıkıyor. Seksenli yıllardan sonra ise çarpık kentleşme iyice ayyuka çıkıp gecekondular doğmuş ve zengin fakir arasındaki makasın da iyice artmasıyla bu sorunla farklı bir boyutta ilgilenen filmler ortaya çıkmıştır. Fikirsel akımların ve sendikal yapılanmaların da etkisiyle göç olgusuyla ilgilenen filmler daha çok toplumsal gerçekçi türe ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda dönemin yetmişli yıllardan itibaren gelen siyasi atmosferinden dolayı da göç olgusu daha politik sinemayla da kendine yer bulmuştur. Tabii ki aralıksız bir köyden kente göç hareketi devam etmekte ve bu olgu da hala geçerliliğini korumakta. Günümüzde de bu olguyu irdeleyen filmler yapılmakta. Kendim de bu konuyla ilgilenen Yeni Dünya isimli bir film çektim. Göç olgusu hala günümüzde toplum içerisindeki yerini koruyor. Dış göçü konu edinen filmler ise daha çok Almanya ve Avrupa’da yaşayan yönetmenler tarafından çekiliyor. Yaşadıkları ülkede kültürel ve toplumsal farklılıklar içinde aidiyet kuramayan aileyi, yalnızlaştırılan ve yabancılaştırılan bireyi daha çok bu filmler konu ediniyor. Tabii ki Almanya’ya olan dış göç ve Avrupa’ya olan dış göç ikinci dünya savaşı sonrası Almanya’nın işçi alımıyla artış gösteriyor ve o günden bugüne bu sorunlar geçerliliğini korumakta. Bu tarz filmler günümüze kadar yapılmaktadır. Şu anda en önemli temsilcisi de bence Fatih Akın’dır. Fatih Akın bu konuya değinen, göç konusunu irdeleyen filmler aralıksız yapmaya devam ediyor. Bizim sinemamızda ise iç göç her zaman geçerliliğini koruduğu için Muhsin Ertuğrul’dan beri devam eden bir süreçtir. Hani filmlerimizde gerek ana hikayesini gerekse alt metnini filmlerin çoğunda göç olgusu oluşturuyor. Özellikle konuya değinen yani göç olgusu üzerine filmler yapan yönetmenler olarak isim vermemi isterseniz de Yılmaz Güney, Şerif Gören, Lütfi Akad sinemasının ağırlıklı olarak göç olgusuyla ilgilendiğini görüyoruz.
“Hayat Çizgisi Suriye” filmine başlarken bölgemizdeki çatışmalara, mültecilere veya mültecilerin Türkiye’de yaşadıklarına nasıl bir bakış açısıyla yaklaştınız? Yani malzemenizi nasıl topladınız?
Onlara sadece insan olarak baktım. Onlar da bu dünyada bizler gibi yaşayan birer insandılar. Savaştan zulümden kaçarak bize sığınan birer misafirdiler. Bu insanlara mülteci, ilticacı, Suriyeli, Arap gibi herhangi bir sıfatla isimle bakmanın da doğru olduğunu düşünmüyorum. Yaşadıkları onlar için çok zor şeylerdi. Bir insanın toprağını, vatanını, doğduğu toprağı bırakıp başka bir ülkeye gitmesi, başka bir coğrafyada yeniden yaşama tutunması çok zor bir şey. Buna tanıklık da ettim onlarla beraber. Film sürecinde Suriyeli lehçe danışmanlarımızla beraber bir çalışma süreci geçirdik. O süreçte hem onların yaşam tarzlarına kültürlerine tanıklık etmeye çalıştım. Beraber kaldıkları yerlere gittim, kampları gezdim. Nasıl bir kültüre, nasıl bir dünya görüşüne sahip olduklarını öğrenmeye çalıştım. Bu şekilde onların yaşamlarını, kültürlerini, geçirdikleri süreci, savaşın etkilerini ve sonrasını, geleceklerine dair düşüncelerini bu filmde bir şekilde anlatmaya çalıştım. Onlardan beslenerek onlar gibi olmayı öğrenerek o kültürü tanımaya çalışarak bu filmi oluşturmaya çalıştım.
Son olarak, filminizi çekmeden önce Suriye ve iltica konusuyla ilgili mutlaka bir ön hazırlığınız, araştırmanız oldu. Tüm bu araştırma süresince size en çok acı veren, asla unutamayacağız şeyler nelerdir?
Aylan bebeğin kıyıya vuran görüntüsünü ömrüm boyu unutamam. O olay yıllardır zihnimde ve bu konuyu hiç unutamayacağımı düşünüyorum ve insanlık için de bunun kolay kolay unutulacağını düşünmüyorum. Diğer bir şey ise filmin çekimlerinde yaptığımız mülteci kampı ziyareti ve oradaki çocukların bize tel örgünün arkasından bakışı aklımdan çıkmıyor. Biz orada çekim yaparken onlar tel örgünün arkasından bizi izliyorlardı ve o çocukların yüzündeki ifadeyi hiçbir zaman unutamam. Son olarak da yine mülteci kampında yaşadıkları çadırın yanındaki iki metrelik alana çocukları için domates fidesi eken annenin umudunu asla unutmayacağım.