Baybars: Müslüman Şark’ın Kalkanı
Ali Emre


Baybars, neredeyse acılardan yapılma bir adam ve hayatı boyunca kendisine tebelleş olan acılara sabrederek ayakta kalıyor. Kale gibi bir tahammül bağrıyla karşılaşan keder ve ıstıraplar onu eğitiyor, arındırıp yüceltiyor. Çalışkanlığı, azmi, sorumluluk duygusu çok yüksek. İskenderiye’deki su kanallarıyla da ilgileniyor, Şam’daki şehid anlarıyla da. Mekke emîrini de izliyor, Alman imparatorunu da.

Baybars; Haşhaşileri püskürtüyor ve onları tükenmenin eşiğine getiriyor. Ayrıca, Müslüman Şark’taki Frenklerin önlerinde büyük bir set gibi duruyor. Birçok şehri onlardan geri alıyor. Dahası, dört büyük Frenk devletinden biri olan ve yaklaşık iki asır hüküm süren Antakya Haçlı Devletine son veriyor

Baybars’ın mücadelesi gerçekten topyekûn ve kesintisiz. İlmî birikiminin zayıflığını, iyi insanların katılımıyla pekişen çok yönlü çabalarıyla telafi ediyor. Milyonlarca insanın can ve mal güvenliğini sağlıyor ve Müslüman dünyanın önüne kendisini geriyor âdeta. “Şark’ın Kalkanı” diye nitelememiz de bu yüzden

1223 - 1277 yılları arasında yaşayan, Kıpçak Türklerinin Ulubarlı zümresinin Borçalı kabilesine mensup olan Rükneddin Baybars, sadece XIII. yüzyılın değil, bütün bir insanlık tarihinin en önemli yükseltilerinden biri. Bu sıra dışı kahramanın hayatı; zafer ve fetihlerin yanında büyük acılarla, çırpınışlarla, dostlarını ve düşmanlarını sürekli şaşırtan hamlelerle dolu.

Kıpçak bozkırından Kahire’ye, kölelikten sultanlığa uzanan bu çarpıcı ve öğretici biyografi, Mısır’ı hedef alan VII. Haçlı Seferindeki yiğitlik ve başarılarla dikkatimizi çekiyor evvela. Ardından tarihteki en büyük, en önemli savaşlardan biri kabul edilen Aynicâlût’ta görüyoruz onun parlayan kılıcını. Ardından, 17 yıllık hükümdarlığı boyunca çıktığı 40 seferin hiçbirinde yenilmediğini görüyoruz. Disiplinli, cevval, dur durak dinlemeyen bir önder. Bir gün İskenderiye’de validen yakınan kadınların hakkını arıyor, başka bir gün Kudüs’ün surlarına koymak için sırtında taş taşıyor. Bir gün Medine’de saf tuttuğu gariplerle bir aşevini teftişe gidiyor, başka bir gün Halep’in bir köyünde kadidi çıkmış çobanlarla dertleşiyor.

O günkü dünyanın neredeyse yarısıyla teması olan bu emsalsiz hayat hikâyesinde, Haçlı seferleriyle birlikte yeni bir yıkım harekâtı olan Moğol istilası da ağırlıklı bir yer tutuyor. Yalnızca sarayları ve savaş meydanlarını değil; Kartaca’dan Kayseri’ye, Aragon’dan Çin’e kadar bütün bir yeryüzünü nasıl titreştirdiğine tanıklık ediyoruz. Batı’da “Aziz” ilan edilen tek hükümdar olan Kral Louis ve İskoç önder William Vallace’ı astıran İngiltere Kralı Uzun Bacaklı Edward da söz alıyor bu toplamın içinde, Hülâgû ve Abaka Han da. Eyyubilerin son sultanları Necmeddin Eyyub ve Turanşah’ı, güzel ve hırslı Şecerüddür’ü unutmuyoruz şüphesiz. Diğer taraftan Bizans imparatorları da ses veriyor bize, İlhanlılara karşı Baybars’la iş birliği yapan Altın Orda hükümdarı Berke Han da. Son Abbasi Halifesi Müstasım ile Selçuklu veziri Muîneddin Pervane’nin kasılmış çehresi de geçiyor gözlerimizin önünden, henüz çocuk yaştaki İbn Teymiyye’nin çatık kaşları da. Hem onlarca, yüzlerce beldeyi hem de devasa bir şahıs kadrosunu çağırıyor yanına Baybars’ın mücadelesi.

Baybars, neredeyse acılardan yapılma bir adam ve hayatı boyunca kendisine tebelleş olan acılara sabrederek ayakta kalıyor. Kale gibi bir tahammül bağrıyla karşılaşan keder ve ıstıraplar onu eğitiyor, arındırıp yüceltiyor. Çalışkanlığı, azmi, sorumluluk duygusu çok yüksek. İskenderiye’deki su kanallarıyla da ilgileniyor, Şam’daki şehid anlarıyla da. Mekke emîrini de izliyor, Alman imparatorunu da. Muhacir ve mülteciler için de koşturuyor, Anadolu’daki Selçuklular ve Türkmen beyleri için de. Kadın satan iblislerin ensesine de iniyor sert yumruğu, yolları tutan ve Moğol devriyelerini evlerinde, hanlarında saklayan hayın Ermenilerin suratlarına da. Kahire’de, Konya’da, Kartaca’da olup bitenlere de dikkat kesiliyor; Kayseri’de, Tebriz’de, Konstantiniyye’de yaşananlara da. Cehdi, mücadelesi gerçekten de topyekûn ve kesintisiz. Arapçasının ve ilmî birikiminin zayıflığını, iyi insanların katılımıyla pekişen çok yönlü çabalarıyla telafi ediyor. Eyyubî sultanı Turanşah’ın ve kendisinden önceki Memlûk önderi Kutuz’un öldürülmesinde parmağının olmasına yönelik eleştirilere, milyonlarca insanın can ve mal güvenliğini sağlamak için varını yoğunu feda etmesiyle cevap vermiş oluyor. Müslüman dünyanın önüne kendisini geriyor âdeta. “Şark’ın Kalkanı” diye nitelememiz bundan. Baybars; Haşhaşileri püskürtüyor bir taraftan, onları tükenmenin eşiğine getiriyor. Ayrıca, Müslüman Şark’taki Frenkleri pek kıpırdatmıyor, önlerinde büyük bir set gibi duruyor. Birçok şehri onlardan geri alıyor. Dahası, dört büyük Frenk devletinden biri olan ve yaklaşık iki asır hüküm süren Antakya Haçlı Devletine son veriyor. İstilacıların tamamen yok olduğu günleri göremediyse de genel temizlik ve kurtuluşun zeminini o hazırlıyor. İşgal ve istila hareketleri karşısında Müslümanların evini tahkim ediyor. İstilaya yeltenenler, Tunus’tan beriye geçemeden yok olup gidiyorlar. Moğollarla iş tutarak bugünkü Suriye’nin bir bölümünü ele geçiren ve onlar adına çalışan Ermenileri, adeta kalkanının tersiyle silip süpürüyor. Onları cezalandırmak için Anadolu’ya da giriyor. En önemlisi de daha önce söylediğimiz gibi Moğolları durduruyor. İstilacı Frenklerin de bir dönem umudu olan, aynı zamanda Hıristiyanlık dinine geçen birçok Moğol kumandanını yeniyor, kovuyor, korkutuyor. Elbistan’da bir kez daha ezdiği bu melunların, müslüman toplumu boğup yok etmesini engelliyor. Üst üste gelen ve biri diğerini besleyen bu düşmanlıklar karşısında bir dalgakıran oluyor Baybars. Devasa bir kalkan gibi, Müslüman Şark’ı muhafaza etmeye çalışıyor.

Kendi içinde çatışmaları, çelişkileri de var elbette. Özellikle de sultan oluncaya kadar, zaaf ile erdem, hayatında bir arada. Nureddin ve Selahaddin gibi bilge biri değil, tarih sahnesine çıkarken. Sultan olduktan sonra yerini, kabını, şahsiyetini buluyor. Yaşayışı, insana ve devlete bakışı, İslâm davasını kavrayışı dönüşüme uğruyor. Kudüs’e büyük hizmetleri oluyor meselâ. Bugünkü Mısır’ın ve Suriye’nin birçok şehrinde kıymetli eserler bırakıyor. İlmin ve imarın güçlenmesinde onun da ciddi katkıları var. Bugün de “İnsan değişir” gerçeğinin, tarihin evindeki müspet ve canlı kanlı örneği olarak çıkıyor karşımıza.