Barış İle Adalet Arasında İki Özgür Siyah Ses:
Martin Luther King - Malcolm X
Güven Adıgüzel


Evlerinden zorla koparılarak meçhule sürüklenen, nereye götürüldüklerini dahi bilmeden balık istifi gemilere bindirilen ve kanayan çıplak ayaklarından zincirlenen Afrikalıların, getirildikleri yeni sürgün evlerinde şeker kamışı tarlalarında insanlık dışı koşullarda çalıştırılarak sömürülmelerinin üzerinden geçen 250 yılın ardından, 19 Haziran 1862'de ABD genelinde yasaklanan kölelik sistemi, güneydeki eyaletlerin yasağa uymayı reddetmesiyle, kuzey ve güney arasında başlayacak Amerikan İç Savaşı'na yol açacaktı. Anlaşmazlık insan hakları kavgasıyla değil, ekonomik çıkarların uyuşmazlığıyla ilgiliydi. Savaş, 1865'te kuzeyin zaferiyle sonuçlanınca, anayasa değişikliğiyle uygar dünyanın insanlık dışı olarak adlandırdığı kölelik sistemi kaldırıldı. Ancak kâğıt üzerinde gerçekleşen bu değişikliğin, Amerika’daki keskin ayrımcılığa ve ırkçı bakışa nüfuz edebilmesi oldukça zor görünüyordu. Beyazların, Afro-Amerikanları gerçek bir insan sayarak, kendi toplumsal eşitleri sıfatıyla kabul etmeye ikna olmalarını beklemek de beyhudeydi. Beklemek yerine, adım atmak gerekecekti. Tarih kahramanlarını çağırıyordu.

Devrim niteliğindeki köleliğin lağvedilmesi kararının (1862) üzerinden neredeyse bir asır geçse de, Amerikan sistemi içerisindeki siyahlara köle muamelesi -malumun ilamı olacağı üzere- ayniyle devam ediyordu. İşte Amerika’daki sivil haklar hareketi (1955-1968), ırk ayrımı sistemini muhafaza eden dönemin meşum anlayışını değiştirip, yasalarını feshettirerek, siyah Amerikalılar için sivil haklar açısından sürdürebilir eşitliğin sağlanmasını amaçlayan bir özgürlük hareketi olarak, bu haklılık parantezinde kurulmuştu.  Köle olarak getirildikleri ülkenin, özgür ve nihayetinde eşit yurttaşları olmayı, böylelikle Amerikan rüyasının kabuslarından kurtulmayı düşlüyorlardı. Bu hareketin öne çıkan liderleri, kitleleri etkileme becerileri, mücadele azimleri ve karizmalarıyla, siyahların kalbinde taht kurmuş iki önemli isimdi: Martin Luther King Jr ve Malcolm X.

 

SİYAHLAR VE AMERİKANİZM

Aslında King ve Malcolm, Amerika’daki ırkçılığa karşı isyanın iki farklı kanadını temsil eden, iki farklı dünya görüşünün ve mücadele yönteminin liderleriydi. Adını, Katolik kilisesine isyan bayrağını açan meşhur reformist Martin Luther’den alan, Atlanta’daki Ebenezer Baptist Kilisesi’nin papazı Martin Luther King ile asıl adı Malcolm Little olsa da, Afrika'daki kayıp köklerini simgeleyen bilinmeyen anlamındaki X soyadını kullanan, Nation of Islam hareketi sözcüsü Malcolm X, Amerika’daki siyahların gasp edilmiş haklarını kazanmaları için farklı metotlara inanıyorlardı. King’in vaazları ile Malcolm’ın konuşmaları aynı şeyi (direniş) söylese de, King’in eylemlerinin felsefesi şiddet içermeyen direniş’i kutsarken, Malcolm gerektiğinde beyazların şiddetine aynı şekilde karşılık verme hakkını savunuyordu. Malcolm X'in, kardeşlerinin ırkçı bir saldırıda katledilmesi, evinin nefretle ateşe verilmesi ve genç yaşta cezaevine düşerek egemen Amerikan sistemiyle tanışması gibi, ırkçı beyazların ona doğrudan ve dolaylı olarak yaşattığı travmalarla geçen çocukluğu ve ilk gençliği, dünyaya bakış açısını ve ideolojisini şekillendirmişti. Bu dünyada beyaz, siyahı boğmaya çalışan ve boğdukça büyüyen bir canavarı temsil ediyordu.

Malcolm’a göre Amerikanizme siyahların haklarını vermesi için sözle/sessizlikle mukabele etmek ve pasif bir direniş göstermek anlamsızdı. Sistemin kendisi çürümüştü çünkü. Amerikan ahlakının sorgulanması gerekirdi. Yasaların değiştirilmesinden ziyade, daha köklü bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç vardı. Amerikanizmin kurbanı olarak adlandırdığı tüm siyahların gerçek anlamda varlıklarının, ancak ortak bir toplumsal kabulle hayat bulacağını savunuyordu. Ateşli konuşmalarıyla beyaz adamın tanımladığı sınırların dışına çıkmaktan da, siyah milliyetçiliği yapmaktan da çekinmiyordu. Sözleri alt-orta sınıfa hitap ettiği kadar, gettolara, arka sokaklara ve en alttakilere ulaşabilecek kadar tesirliydi. Malcolm’ın beyazlarla asla uzlaşmayan tavrı sebebiyle aşırılık eleştirilerine maruz kaldığı bu coşkun-militan yıllarında, sistemin muhalifi olmayı reddettiğini de söylüyordu. Hem de şu sözlerle; "Hayır, ben Amerikalı değilim. Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim. Burada bir Amerikalı olarak değil, Amerikan sisteminin bir kurbanı olarak sesleniyorum sizlere. Ve Amerika'yı bir kurban’ın gözüyle görüyorum. Gördüğüm de bir Amerikan rüyası değil, bir kâbus karabasan. Amerika’nın çok ciddi bir meselesi var. Amerika’nın meselesi biziz. Hakir görülüyorsanız, siyah olduğunuz içindir. İkinci sınıf ve sadık köleleriz biz. Amerika’nın ahlakını, vicdanını değiştirmeye çalışmayın. Çünkü Amerika’nın vicdanı iflas etmiştir. Beyaz adamı değil, kendimizi değiştirelim. Geri dönmemek üzere yürüyeceğiz."

King’in Gandhi’den ilhamla benimsediği şiddetsiz sivil itaatsizlik felsefesi, Malcolm’a göre, sistem için tehlikesiz bir muhaliflik örneğiydi. Tarla zencisi-ev zencisi olarak kurduğu denklemde King’in eylem anlayışının tarla zenciliğinden uzak olduğunu söylüyordu. Nihayetinde ev zencilerinin kurduğu sistemi yok etmeye gelmişti Malcolm. King beyazlarla ortak bir yaşamın imkânsız olmadığını, ırkçılığın tedavi edilebileceğini ve barışın mümkünlüğünü savunuyordu. Siyahların sorunlarına Amerikan sistemi içinde bir çözüm arıyordu. Malcolm ise sistemi yıkıma uğratmadan gelecek bir çözüme inanmıyordu. King’in Barış’ına karşılık Malcolm Adalet’in peşindeydi. İki arayış da değerliydi.

KİNG’İN YÜKSELİŞİ

Takvimler 1 Aralık 1955 tarihini gösterdiğinde, dünya siyah hakları açısından milat sayılabilecek bir günün görkemiyle taçlanmıştı. İşinden evine dönen Rosa Parks adlı siyahi bir terzinin bindiği otobüste beyazlara ayrılan yere oturması ve yapılan uyarılara rağmen yerinden kalkmayı reddetmesi sonucunda tutuklanması büyük infial yaratmış ve tarihe ’’Montgomery Otobüs Boykotu’’ olarak geçen dev bir protesto eylemi başlatılmıştı. Siyahların otobüslere binmemesiyle otobüs şirketini iflasa sürükleyeceği bu inatçı protesto, Baptist kilisesinin genç vaizi Martin Luther King’i de parlatan 381 gün sürecek devasa bir boykottu. 26 yaşındayken destek verdiği bu eylemle yıldızı parlayan genç siyahi lider için, 8 yıl sonra yani 28 Ağustos 1963 günü Amerikan tarihinin en büyük kitlesel gösterisinde yapacağı “I Have a Dream (Bir rüyam var)” adlı konuşma, şöhretini evrensel bir boyuta taşıyarak Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen en genç insan unvanını getirecekti ona. Barış kazanmıştı King’e göre. Malcolm’a göre bütün bunlar birer saçmalıktı. 1964’te Yurttaş Hakları Kanunu (Civil Rights Act of 1964) ve 1965’te Oy Hakkı Kanunu (Voting Rights Act of 1965) ile Amerikan sistemi siyahlara bir parça özgürlük vermişti. Ama daha köklü meseleler ortada duruyordu. Irkçı bakış ölmemişti.

Amerika’da bunlar olurken Elijah Muhammed'den ayrılan Malcolm X, 1964'te hacca gitmişti.  Yepyeni bir Malcolm X olarak yurda dönen ve tüm beyazları şeytan olarak gördüğü anlayışı terk eden Malcolm, King’in şiddetsiz baskı yöntemine karşı eskisi kadar sert bakmasa da, Amerikanizm ve siyahlar için gerçek çözüm hakkındaki tavizsiz görüşlerini değiştirmemişti. Kendi örgütünü (İslam Misyonu Hareketi) kurarak destek arayışına başlayacaktı. 21 Şubat 1965’te New York’ta bir kürsüde konuşma yaparken şehit edildiğinde, verdiği seri konferanslarla yeni bir ateşi harlıyordu aslında. Malcolm X’in ölümü, King’i derinden üzmüş, Malcolm X’in eşine yazdığı mektupta üzüntüsünü belirterek, farklı yollarla aynı yere varmak istediği Malcolm’a karşı kalbinin hep sevgi dolu olduğunu söylemiştir.

King’in sistem için hiç tehlikeli olmayan Barış’ının çok tehlikeli olduğu zamanlara erişiyorduk, yıl 1968. Vietnam Savaşı’nı eleştirmesi King’in basın yoluyla bir lanetli’ye dönüşmesine yol açacaktı. Amerikan medyası tarafından ihanetle suçlanıyordu. İstediği, teklif ettiği barış Amerikanizm için kabul edilebilir değildi artık. Malcolm X’in ölümünden yalnızca 3 yıl sonra, ırkçı bir beyaz tarafından kaldığı otelin balkonunda şah damarını parçalayan bir kurşunla öldürüldüğünde 39 yaşındaydı. King’in ve Malcolm’ın ölümlerini, plansız, sıradan, adi cinayetler olarak değerlendirmek, öncelikle yaşadıkları hayatlara saygısızlık olur. Dahası zaten safdillik.

King ve Malcolm, Amerikan sistemi için tehlikeli oldukları anda yok edildiler, burası kesin. Malcolm X, beyazları şeytanlaştırma fikrinden uzaklaşıp, İslam kardeşliğinin ne olduğunu idrak ettiğinde, King ise Amerikanizme gerçek bir itiraz yükselttiğinde, yani savaşın üzerini örttüğü yoksulluğu gündemine alıp, siyahi başkaldırıyı Vietnam’a doğru çevirdiğinde tehlikeli sayılıp acil koduyla yok edildiler. İkisi de 40’lı yaşlarını göremeyen, yarım kalan iki şarkı gibi tarihe kaldılar. King barış istiyordu, bu da ancak adaletle mümkündü. Malcolm adaletin peşindeydi. Bu da barışa giden yolun teminatıydı. Gerçek olan yani savaşılması gereken tek şey ise Amerikanizm’di.