Ali Safar
Söyleşi: Peren Birsaygılı Mut
KENDİMİ İFADE ETMENİN BİR YOLUNU ARARKEN SİNEMAYI KEŞFETTİM.
Suriye sinemasının gerçeğini araştırdıkça, bir kültürel, siyasal ve toplumsal ürün olarak yeniden okunmaya ihtiyaç duyulduğunu anladım, şu anda da bunun üzerinde çalışıyorum.
Türkiye ve Suriye halkı arasındaki ortak unsurların, tarih boyunca aralarında biriken yanlış görüntülerin düzeltilmesini garanti edecek şekilde, ortak hikâyeleri ve aynı tarihi anlatmaya soyunmamız gerek.
Sinemaya olan ilginiz nasıl başladı? Çocukluğunuzdan beri merak ettiğiniz bir şey miydi? Bahseder misiniz değerli hocam?
Sinemayla ilişki, bu güzel sanatın araçları icat edildikten sonra herkesin dikkatini çeken bir şeydir. Geçen yüzyılın 70’li yıllarının, çocuklara, erkeklere ve gençlere, yani o dönemde yetişmiş herkese; duygu ve hislerimize tercüman olan pek çok filmi getirmesi doğaldır. Sinema Ortaokul ve lise çağlarında, kendini ifade etme yolu olarak düşünülen araçların bir parçası haline geldi. Suriye kesimi benim ve başka gençlerin duygularını filme aktarmak için kamerayı ellerimize almaya izin vermezdi. Ancak sinemalar, ister ticari sinemalarda ister yabancı kültür merkezlerinde olsun, devlete bağlı Devlet Film Kurumu'nun yapıtı olan filmleri izlememize izin verirdi. Kendimi ifade etmenin bir yolunu ararken en iyi yol bu alan olduğu için Yüksek Dramatik Sanatlar Enstitüsü'nde eğitim görmeye başladım ve orada tiyatro performansları ve sinema için eleştirel analiz araçları ve yöntemleri öğrendim ve çalışırken bir yandan da film eleştirisi yazmaya başladım.
Sinema alanındaki çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Mezun olduktan sonra köşe yazarlığının yanı sıra Suriye tiyatrosunda da çalıştım. Kendimi, Suriye televizyonunda program ve belgesel yönetmeni olarak bulana kadar çalışmaya devam ettim. Bu uzun soluklu yolculukta ortağımla birlikte yönetmenliğini üstlendiğimiz yazar İbrahim Al-Jabin tarafından kaleme alınan ve 2008'de Kahire Radyo ve Televizyon Festivali'nde En İyi Belgesel Yönetmenlik dalında Altın Yaratıcılık Ödülü'nü alan “Buried Under the Dust of Others” filmi de dâhil olmak üzere birçok film çektim. 2010 yılında Suriyeli ve Türk balıkçılar arasındaki güzel ilişkileri konu alan, yönetmenliğini Usame Al-Hamad'ın üstlendiği "Sobhia Bahriya" adlı filmin senaryosunu yazdım. Bu yapıt, Şam Film Festivali'nde Şam’da ki Türk diplomasisi huzurunda Opera Binası'nda sergilendi. Suriye devriminin başlamasından sonra, Suriye diktatörlük rejimi ile devrimci insanlar arasında bir çatışma olduğu için, hem anlatı hem de belgesel olan Suriye sineması, çekilenleri takip ettiğim ve hakkında yazılar yazdığım günlük işlerimin bir parçası haline geldi. Bu, seneler boyunca da, Suriye sinemasının gerçeğini araştırdıkça, bir kültürel, siyasal ve toplumsal ürün olarak yeniden okunmaya ihtiyaç duyulduğunu anladım, şu anda da bunun üzerinde çalışıyorum.
Arap filmlerine göz atıldığında, filmlerin çoğunun geçmişte ve günümüzde ülkede yaşanan olaylar ve siyasi meseleler etrafında dönen farklı hikâyeleri içerdiği ortaya çıkıyor. Suriye sinemasında da durum aynı. Rejimle ilişkisine göre farklı savaş hikâyeleri içeriyor. Gerçeği perdeye yansıtan filmler kuşkusuz değerlidir. Bize önerdiğiniz Suriye filmleri nelerdir?
Bu soru, izlenmesi önerilen filmlerden bahsetmeden önce Suriye, Lübnan ve mısır olmak üzere 3 Arap ülkesinin ortak sinema tarihi olan önemli bir konu üzerinde durmak için açık kapı bırakıyor. Ele aldığımız bu ülkeler hükümetlerin izlediği ekonomik politikalar veya iş piyasasının herhangi bir yerde maruz kaldığı şartlar nedeniyle yönetmenlerin film çalışmalarını bir ülkeden başka bir ülkeye taşımak zorunda kaldıkları aşamalardan geçti. Burada, 60-70'li yılların Suriyeli, Lübnanlı ve Mısırlı film yapım şirketlerinin ortak olarak çekilmiş filmleriyle dolu olduğunu ve bu filmlerde tüm bu ülkelerden katılan oyuncuların, hatta Irak ve Yugoslavya gibi ülkelerden gelen yönetmenlerin yer aldığını görebiliyoruz. Bazı filmler tamamen eğlence içerikliydi, yani komedi türüne aitti ve sosyal meselelerden uzak duruyorlardı. Öte yandan toplumun ve siyasetin sorunlarına daha derinlemesine inmeye çalışan filmler vardı. Ciddi sinemanın, yani politik ve sosyal durum gibi sıcak konuları ele alan üç ülkenin sonuçlarını incelersek, yönetmenlerin filmlerin bazı sahnelerini silinmeden vizyona girmesi için birden fazla sansürü aşmaya çalıştıklarını ve bu durumun ünlü yönetmen Ömer AMİRALAY’ın filmlerinin ve Usame Muhammed’in yönetmenliğini yaptığı “Günün Yıldızları” filminin yasaklandığı, yönetmenlerin diktatörlük ve güvenlik gibi yasaklara yaklaşan hikâyeler ele almalarını engelleyen sansür onayları almak zorunda kaldıkları Suriye’de uzun süredir devam ediyor.
Bu bağlamda, Suriyeli olmayan izleyicilerin filmler için bir rehbere ihtiyacı olacak. Şu anda bir izleme rehberine daha yakın, tarafsız izlemenin yolunu sağlayan bir kitap üzerinde çalışıyorum. İzleyici diğer türler kadar komedi de izlemek isteyebilir bu yüzden filmleri ve isimlerini bilmek ilk adım. Şuanda sohbetimizde belirli filmler önermeyeceğim, ancak okuyucudan Esad rejimi tarafından yayınlanan 2011'den itibaren ülkede yaşananlara dair yalan yanlış bilgiler içeren filmleri izlememesini isteyeceğim, çünkü bunlar yalan ve gerçeği yansıtmayan filmler.
Arap ve Türk toplumları olarak sinema aracılığıyla ortak bir dil oluşturabildik mi? Sinemayı ilişkimizde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tek bir coğrafi bölgeye ve ortak bir tarihe ait olması nedeniyle kaçınılmazdır. Zorunlu olarak iki halk arasında ve genel olarak sanatta pek çok ortak detay vardır. Ancak bu her zaman sinemaya yansımadı. Günümüzde daha gelişen Türk sineması ile Suriye’nin genel durumu nedeniyle zarar gören Suriye sineması arasında bir seviye farkı var ama şartlar her zaman böyle değildi. 60-70’li yıllarda her biri kendi ülkesinde, gerçeklik düzeyi ve anlatımı açısından Türk sinemasıyla yakınlaşıyordu. O dönemdeki yapımları karşılaştırırsak aynı ruh halini taşıdıklarını görürüz. Suriye özel sektöründe ortaya çıkarılan filmlerden biride 1966 yapımı, bu güzel şehirde, Lübnan ve Suriye’de çekilen “İstanbul’da aşk” filmidir. Her iki ülkeden oyuncular rol aldı ve Sinema iki ruh halini önemli yıldızların yer aldığı eğlenceli bir sanat eserine dönüştürdü.
Elbette şu anda, özellikle Suriye’nin trajik hikâyesini anlatmak için ortaya çıkarılmış Türk yapımları olduğu için, yapımcılar arasındaki ilişkiyi genişletmemiz gerekiyor. İki halk arasındaki ortak unsurların, tarih boyunca aralarında biriken yanlış görüntülerin düzeltilmesini garanti edecek şekilde, ortak hikâyeleri ve aynı tarihi anlatmaya yeterli olduğunu düşünüyorum.
Türk yönetmen Derviş Zaim, ülkemizde göç konusunu ele alan çok güzel ve önemli bir film ortaya çıkardı. Filmin adı “Flaşbellek” ve bu filmi çekerken amacının “Suriye'de ne oldu?” sorusunu sormak olduğunu söyledi. Suriyeli bir yazar ve yönetmen kimliğinizle Derviş Zaim ile tanışsanız ona ilk ne söylemek isterdiniz sevgili hocam?
Maalesef bu filmi seyretmedim, ama yönetmenin çalışmalarını biliyor, emeği için onu takdir ediyorum ve Suriye hikâyesini Türk ve uluslararası izleyicilere, özellikle sığınma ve göç başlığı ile ele alarak sunmaya çalıştığı için kendisine teşekkür ediyorum. Sadece bu mesele bile Suriyelilerin, Iraklıların, Afganların ve diğerlerinin hayatlarını ailelerini ve çocuklarını kurtarmaya çalışırken ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarında yaşadıkları acıları göstermek için onlarca film yapılmasını gerektiriyor.
Yeni çıkan ve Türkçeye çevrilmek üzere olan son kitabınızdan bahsedebilmeyiz? Bu kitabı yazarken hedefleriniz ve hayalleriniz nelerdi?
Bu kitap, Suriye sinemasının tarihini baz alan ve özellikle sinema deneyiminin kötü bir duruma gelmesine neden olan sebepleri okuyarak, sinemayı bu hale getiren siyasi yönlerinin araştırılmak zorunda kalınan, uzun süreli çalışmanın bir ürünüdür. Sinema çalışmalarının her zaman devlet tarafından tehdit altında kalmasına sebep olan siyasi taraflarını da araştırmak gerekiyordu. Bir de devlet otoritesinin askeri güçlerin elinde olması, sinema çalışmalarının ilerlemesini, özellikle de yapım ve pazarlama işlerini engellediğini açıklamak gerekiyor. Burada da sinema için kurulan resmi kurumların sinema işini tekeline aldığına dikkat çekmek gerekir.
Bu verilerin arasında da Suriye sinemasıyla eleştiri arasındaki ilişkiyi anlatmak ve hükümetin, kendi filmlerinin eleştiriye açık olmadığını bilakis yapılan işlerin övülmesini memnuniyetle karşıladığını açıklamak gerekiyor. Bu kitap Suriye sinemasının gerçek tarihini açığa çıkarmanın bir çalışmasıdır ve daha sonra basılacak birçok kitaptan biridir. Kültürel toplumun bu içeriği benimsemesi beni mutlu etti, bu çok önemli bir şey. Çünkü bu çalışmayı devam ettirmek için beni teşvik ediyor.